Bu hikâye Köksüz Musti'nin hikayesinden önceki hikâyedir. Hikâye Köksüz Musti'yi daha iyi anlamak için yazılmıştır. Onu bu hayatta yersiz yurtsuz hissettiren duyguların kişi bağlamındaki tarihsel sebeplerini net görmemizi sağlayabilir. Öfke ve zekânın dansı Musti'nin hayatında gizlidir. “Evrensel aldın mı Kenan”ın hikayesinde bence ilginç bir durum yoktur. Kenan'ın hayatı için bir dakikalık saygı duruşu olabilir. Bunu hak etmiştir. Gerçekten ilginç ve yazılası bir hayat hikayesi varsa o da Kenan'ın oğlu Musti'ye aittir.

Aylardan Aralık'tı. Hangi Aralık olduğu mevzubahis değildi. İzmir kahvelerine çorap satmaya gelmiştim.

Kahvelerde çorap satma hangi dönemlerde yapılır?

Tam parasız olduğum dönemde. Kelimenin gerçek manası ile parasız.

Bir toptancıya Allah’ın selamını verir ve bir saat sonra ödemek üzere, bir düzine çorap istersiniz. Bir düzine çorabı karşınıza çıkan ilk kahvede iki buçuk düzine çorap satın alacak şekilde satarsınız. Aynı toptancıya geri döner, iki buçuk düzine çorap alırsınız. En fazla üç beş kahvede bu iki buçuk düzineyi, 7 düzine çorap alacak şekilde satarsınız. Bu döngü toptancı kapanıncaya dek sürer. Günün sonunda 50 düzine çorap alacak paranız olur. Onu sağ cebe koyarsınız ayrıca sol cebinizde, yeme, içme, sigara ve otel paranızı kazanmış olmalısınız. Bu iş bilgisi ve becerisine özgürlük denir. Bu çalışma temposu size ayda iki buçuk ila üç memur maaşı kazandırır. Tabi sürdürülebilir bir iş değildir. Can suyu oluşturmaya yarar. Bu işi sürdürebilenlerin hikayesini de hüzünlerin prensesi Jaklin Çelik'in öykülerinden okuyabilirsiniz.

(Hüzünlerin prensesi Tezer Özlü, değil miydi? Ne Tezer Özlüsü ya. O başka bir şey. Hüzün, gerçeklik ve hayat dedin mi akla Jaklin Çelik gelmeli. Tezer Özlü başka bir durum...)

Kahvelerde çorap satma başka hangi dönemlerde yapılır?

Keskin aşk acısı yaşandığı zamanlarda. Hayata karışmak aşk acısını en iyi unutturma yöntemidir.

Aldattığınız zaman da iyi gelir kahveler, vicdanınızın yükselen iç sesini bastırabilirsiniz.

Yenilgi dönemlerinin de en büyük ilacıdır kahveler. En iyi analiz, kritik, eleştiri ve özeleştiri yapma alanlarıdır.

Son olarak yeni bir sürece başlarken, yeni bir süreci inşa öncesinde, inşa teorisini oluştururken kahvelerde bir şey satmak muazzam yaratıcı süreçler sunar size.

Kurnaz, tıknaz, patates kafalı bir iş insanı ile anlaşma yapmış, onun adına mesleki yayınlar üretecektim. Kontrat imzalanmış, işin bütçesi bankaya yatmış ve işin reel zaman planlamasını düşünmek üzere İzmir kahvelerine çorap satmaya gelmiştim.

Takım elbiseli, çok kaliteli bir palto giymiş memur kılıklı hatta daha çok bankacı kılıklı bir genç beni takip ediyordu. Basmane civarında adamı epey dolaştırdım. Sonra onu Anafartalar caddesine sürükledim. Aklı başında adamın girmeyeceği birkaç sokağa girip çıktım. Adam cesaretle geldi arkamdan. Sonra Rıza'nın kahvesine gittim, bankacı kılıklı yine arkamdaydı. Kahveci Rıza'ya adamı gösterdim, "yok tanımıyorum" dedi. "Bu polis değil, zira tüm buranın polislerini tanırım, zaten bu tip polis olamayacak bir tip".

Sırasıyla Rıza'nın kahvesi, Receb'in kahvesi, Ocakçı Bulgarlının çalıştığı kahve, en sonunda Mardinlinin kahvesine sürüklediğim adamı hiç kimse tanımadığı gibi hiçbiri polis olacağına ihtimal vermedi.

Polis, istihbaratçı, kontrgerilla ya da başka paramiliter bir organizasyonun üyesi dahi olsa, Anayasanın 19. maddesinde yer alan kişi güvenliği ve hürriyeti hakkının bana verdiğini düşündüğüm yetki ile sobanın yanındaki odun parçasını adamın kafasına indirdim.

(Ne de olsa artık yasaldım, yasal olmak ne denli bir özgürlüktür bilemezsiniz, Allahım bu ve diğer ömürlerimde bana kaçaklığı nasip etme artık...)

Daha sonra slogan atar gibi bağıra bağıra beni haklı pozisyonda mevzilenecek ve meseleyi bir adli vaka zemininde konumlandıracak cümleyi kurdum.

"Ne bakıyon lan, ters ters?"

Vaka üzerine Mardinli sustalıyı, yanında çalışan isçiler sopaları ve dahi müşterilerin bir kısmi okey tahtalarını kaparak adamın başında toplandılar. Racon şudur buralarda; Tanıdık biri kavgaya tutuştu mu onun yanında saf tutulur, kavganın sebebi ise sonradan öğrenilir...

Memur kılıklıdan daha çok bankacı kılıklı gibi görülen uzun boylu genç, ayağa kalktı, eliyle başını yokladı, kana bulanan avcuna baktı, kanlı elini o güzelim kaliteli paltoya sildi. Sandalyeye oturdu, başını masaya yasladı ve herkesi dehşete düşürecek şekilde ağlamaya başladı.

Ağlarken, "Baba, baba, baba, nasıl affedeceğim seni baba..." gibi sözler söylüyordu. Dua eder gibi mırıldanarak...

Mardinlinin kahvesi nelere şahit olmuş, neler yasamış bir kahvedir. Fakat ağlayan bir yetişkin görmek herkese garip, acınası ve hüzünlü gelebilirdi.

Bu bir ağlama kriziydi. Nihayet kriz bitti. Adamın ağlaması dindi. Pansuman yapıldı ve kahvedekiler kendi dünyalarına döndü. Benle Mardinli adamın masasına oturduk;

"Kimsin kardeş, ne takip ediyorsun beni" diye sordum.

"Babamı çok özledim. Babamı tanımak istiyorum, onunla barışmak istiyorum" dedi genç adam.

Öyle bir güzellikle, yumuşak ses tonuyla döküldü ki kelimeler ne Leonard Cohen’in, ne Led Zeppelin'in solisti Robert Plant'ın, ne Sofia Karlsson'un ne de Sezen Aksu'nun sesi bu denli hüzünlü değildi.

Mardinli; "Baban kim?" diye sordu.

“Kenan”, dedi adam.

Aklımıza belirgin bir Kenan gelmedi.

Genç adam; “Bayraklı’dan isçi Kenan” dedi.

Çığlık atar gibi bir şaşkınlıkla "Evrensel aldın mı Kenan abinin oğlu musun sen yoksa"? diye sordum. Hem tebessüm ederek hem de hıçkırıklarını engelleyen bir yüz ifadesi ile "evet" dedi.

Mardinli yine çıkaramamıştı Kenan'ı...

"Yahu kemerci Kenan vardı ya, kemer satardı buralarda, kemer alanlara Evrensel gazetesi verirdi. Sürekli Evrensel aldın mı diye sorardı, yahu seni, ocakçını ve garsonun rahmetli Hasan abiyi bile abone yapmıştı ya. Bulgarlı ocakçının arkadaşı hatta Bulgarlı ona Evrensel aldın mı Kenan lakabını takmıştı" dedim.

Nihayet Mardinli de hatırlamıştı. "Kenan Hoca, emekli öğretmen Kenan Hocamın oğlusun sen şimdi öyle mi?" diye sordu Mardinli.

"Kenan abi, öğretmen değil işçiydi, hep temiz tıraşlı ütülü gömlekli ve beyefendi gibi konuştuğu için hocam diyordu herkes ona" dedim.

Masada bir an sessizlik oluştu. Üçümüz de bir tebessüm ile sustuk ve Kenan abinin anılarına daldık...

EVRENSEL ALDIN MI KENAN'IN HİKAYESİ

1961 yılında Bayraklı 'da doğdu Kenan. O zamanlar Bayraklı dut ağaçları ile meşhurdu. Ayrıca bahçeli iki, üç katlı evleri ile İzmir'in en meşhur yerlerinden biriydi. Karşıyaka hatta Bostanlı ile güzellikte yarışırdı. İzmir'e yakındı bir defa. İzmir'in yerlisidir Bayraklılılar, kimileri de İzmir'in kalbidir der, bu abartılı bir mahallecilik söylemi olsa da eh diyelim.

Kenan'ın babası Duvarcı Raif meşhur bir ustadır. Aslında marangozdur fakat duvar örmekte öyle yetenekli ki lakabı Duvarcı Raif kalmış. Şu Bayraklı’da yardımı dokunmadığı tek bir aile yoktu. Ömrü hayatında çok iyi paralar kazanmış, usulünce harcamıştı. En büyük arzusu mutlu bir aile hayatı sürmekti. Bunu da kısmen başarmıştı.

Birisi bir ev yapacak olsa Raif'i bulur. Raif aileye göre ev inşa ederdi. Evde kaç kişi oturacak, güneşi nereden alacak, gölge nereye düşecek, bu ilkokul mezunu adam matematik, statik, malzeme, etik ve estetik dahil inşaatla ilgili tüm ilimleri bilirdi.

1974'te Kenan daha 13 yaşında iken iki katlı villa tipi bir ev yapmıştı kendine Raif. İki apartman sığacak kadar büyük bahçeyi de oğlu arkadaşları ile oynasın diye özene bezene düzenlemişti. Hatta o zamanlar Bayraklı’da olmayan bir mini havuz bile kondurmuştu bahçeye.

Mutlu bir çocukluk yaşadı Kenan. Doygun, tam bir çocukluk. Ancak Dinçer Sümer'in romanlarında o denli mutlu bir çocukluk tasvir edilebilirdi.

1976 yılında Bayraklı ortaokuluna lise yapıldı, işte Kenan liseyi burada okudu. Hayatı da burada değişti.

Halkın Kurtuluşu’na sempati duyan bir kısım genç ile arkadaşlığı burada başladı ve ölene dek sürdü.

Lise biter ve İstanbul Teknik Üniversitesi inşaat mühendisliği bölümünü hak ederek davullar zurnalar ve kesilen kurbanlar eşliğinde okula gönderilir Kenan.

Babası Duvarcı Raif'in rüyası gerçek olmuştur. Duvarcı Raif'in mühendis oğlu Kenan...

Bahtiyar ve mesut bir şekilde kahvede oturması uzun sürmedi.

1980 askeri darbesi olmuş, ülke karanlık bir sürece girmişti. Mühendis adayı Kenan yeni kurulmuş TKDP / TGKB bilmem ne bilmem ne adına faaliyet yürütmek üzere İzmir'e geri dönüp bir fabrikaya girmişti.

Babası bunu geç de olsa öğrendi. Öğrenince de kalp krizi falan geçirmedi ama hayata küstü. Kahveye gitmez oldu. Eve çekildi, evde durdukça yaşlandı, yıprandı, hastalandı. Konu komşu hep kederden diye dedikodu yaptı.

Şimdi tam tarihini bilmiyorum ama ne de olsa hikâye bu, 1983 yılında diyelim, Kenan bir grup arkadaşı ile yakalandı. O dönemin rutin sorgu tezgâhından geçti. Cezaevinde de üç yıl kaldı ve çıktı.

Bu arada babası ölmüştü.

Kenan cezaevinden sonra askere gitti, ondan sonra da mahalleye geri döndü, bir süre işsiz dolaştı. Akrabalar ona bir dükkân açmasını tavsiye etti. Babadan kalan zaten bir dükkân vardı. Bir de eli ayağı düzgün, helal süt emmiş uzak akraba kızı bulup evlendirdiler onu. Babadan kalma evde, babadan kalma dükkânda, babadan kalan birçok yaraya merhem olacak kadar para ile partili yoldaşlarının onu gelip bulmalarını bekledi. Bu arada Musti doğmuştu.

Doğrusunu isterseniz Kenan'ın hayatla pek bir bağı yoktu. Hayat deneyimi hiç yoktu. Babasının ona sağladığı, korunaklı ve döneme göre konforlu hayatının yanı sıra birkaç yıl süren illegal devrimci yaşama ve üstüne üç yıllık cezaevi ve askerliği kattığımız zaman, bir ay bile nizami çalışmışlığı bile yoktu.

Bakkal dükkânını kısa sürede batırdı Kenan. Üstelik birçok borçla. Bana anlattığı bu hikâyede bazı mantık hataları görmüştüm, üsteledim ama anlatmadı. Bir mahalle bakkalından nasıl bu denli borç üretilir. Akıl işi değildi. Babadan kalan dükkân borçlara mı gider?

Bir süre işsiz güçsüz gezen Kenan bir çıkmazın içindeydi. Bu arada yoldaşları ile bağ kurmuş, fakat gerek partiden gerekse kendinden dolayı bir türlü profesyonel devrimci yaşama katılmamıştı. Ayrıca dönemin öznel kırılganlığı sebebi ile bu bağ nizami değildi. Herkesin bin derdi varken...

Özallı neo liberal politikaların uygulandığı, her mahalleden bir zengin üretildiği, girişimciliğin ve serbest piyasa ekonomisinin kısmi imkân ve olanaklar sunduğu, toplumun algı ve değerler dünyasının değiştiği yıllardı.

Boğulacaksan büyük denizlerde boğulmalı insan düsturu ve işini bilen gemisini yürütür efsanesi ile bir çocukluk arkadaşı Kenan'ın kafasına Kemeraltı'nda kırtasiye toptancılığı açma fikrini soktu. Sermaye ise babadan kalma köhnemeye yüz tutmuş evdi. Daha doğrusu arsaydı. Ev bir üflesen yıkılacak haldeydi, inşa edildi edileli tadilat görmemişti. Değerli olan arsaydı. Musti'nin annesi çok itiraz etti. İkna edemedi Kenan'ı. Boşanalım dedi kadın. Ev satıldı, eşinden boşandı, Musti'nin hatırına kadına Buca'da bu işçi evleri var ya ha iste oralardan bir apartman dairesi alındı. Kemeraltı'nda Emek Toptan Perakende Kırtasiye ve Kitap dükkânı açıldı. Çok değil üç yılda kapandı.

Kenan Bayraklıya geri döndü.

Emek Toptan Perakende Kırtasiye ve Kitap dükkânı hakkında konuşmaya değer birçok durum hatta önerme bile var da boş ver değerli okur. Babadan kalan son toprak parçasını da satarak eski bir apartman dairesi satın alan Kenan hayata küsmüştü.

7 Haziran 1995 yılında Evrensel kurulduğunda günlük gazete olması münasebeti ile sükseli bir hareket yapmış birçok insanın duygu dünyasında bir karşılık oluşturmuştu. Fakat daha sonra her Allah’ın günü gazeteyi dağıtma faaliyeti bıktırıcı bir rutine ve çabaya dönüştü. Bu benim görüşüm tabi ki. Dağıtan için de alan için de öyle bu. Hatta öyle ki gazeteyi yaşatma çabası politik çalışmanın merkezine oturdu. Birçok kentte birçok insanın payına düşen ilk iş olan bu gazeteleri dağıtma rutini politik faaliyetin kendisi olarak görüldü. Dağıtan bıktırıcı bir rutine düştü, alanlar ise çoğunlukla hâl hatır adına bıktırıcı okur pozisyonunu sürdürdü.

Kenan için can simidi oldu gazete. Temiz ütülü giysiler ile her sabah bir iman ile aldığı gazeteleri dağıtmak var olma sebebi oldu. Aynı zamanda işportayı öğrenmiş hem işporta yapıyor hem de gazeteyi dağıtıyordu. Gazeteyi dağıtma meselesini öylesine önemsiyordu ki alakalı alakasız herkese “Evrensel aldın mı” diye sorması nedeniyle, Bulgarlı Ocakçı ona “Evrensel aldın mı Kenan” lakabını takmıştı.

Kenan'ın aşırı özel alana girilmeden yazılan hayat hikayesi işte öyleydi. Bir haziran sıcağında, belki kendini çok yormuş olmalı. Bulgarlı ocakçının kahvesinde kalp krizi nedeniyle ölmüştü. Geride hakkında hiçbir yerde dahi bir satır yazılmadı, şu ana dek tabii...