Uyuşturucu ve silah bağımlısı 36 yaşındaki Jason Valdez, haziran ayında Amerika’da bir otel görevlisini rehin aldı.
Özel tim SWAT hemen olay yerine koştu; Valdez’le çatışmaya girdi. Çatışma 16 saat sürdü.
Valdez gece 23 sıralarında çatışma sürerken facebook’unu güncelledi; cep telefonundan bir arkadaşına “Direniyorum, her şeye hazırım” mesajı attı.
Gece 2’de twitter’dan kendisinin ve rehinesinin iki fotoğrafını paylaştı.
Sabaha karşı takipçilerinden biri, dışarıda kendisini kuşatmış olan SWAT timlerinin çalılıkların içinde saklandığını bildirdi. Valdez ona teşekkür etti.
Olayı internetten takip eden arkadaşlarından bir kısmı kendisini desteklerken, bir kısmı da teslim olmasını istiyordu.
Valdez’in bu İnter-medyatik sosyal gösterisi, sabah saatlerinde polis baskınıyla sona erdi.
İnternet başında sabahlayan takipçileri de gidip yattılar.
* * *
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin dergisi “İletişim”de (Sayı: 32) Yardımcı Doçent Murat Hazar, “Sosyal Medya Bağımlılığı” başlıklı makalesine bu örnekle başlıyor.
Makaleyi okuyunca merak edip Valdez’in olay anındaki facebook yazışmalarına baktım
(http://mashable.com/2011/06/22/jason-valdez-facebook-updates/#17727Facebook-Update- June-18-625-am); hakikaten internetten canlı yayınlanan bir gerilim filmi duygusu veriyor.
Makalede başka örnekler de var:
Arap baharında sosyal medyanın rolünden etkilenen bir Mısırlı, yeni doğan kızına “facebook” adını vermiş.
İsrailli bir çift ise, muhtemelen önce facebook’tan fotoğrafını paylaştıkları bebekleri çok beğenilince ona, facebook’un “Beğendim” damgası olan “Like” adını takmışlar.
* * *
Mektuptan e-maile bir kuşakta geçilmişti.
Şimdiki gençler, belki birkaç yıl içinde “Eskiden e-maille yazışırdık; facebook’tan haberleşirdik” diye nostalji yapacaklar. Sosyal medya markaları öyle hızla değişiyor ki...
Hazar’ın makalesi, üniversitelilerin sosyal medya bağımlılığını inceliyor.
Ankete katılan 250 öğrencinin yarısı her gün 2 ila 4 saatini sosyal medya (çoğunlukla facebook) başında geçiriyormuş. Tabii ki çoğu “Neden” sorusuna “bilgi edinmek için” yalanıyla cevap veriyor.
Daha da ilginci, ankete katılanların yarısı, sosyal medyada fazla vakit öldürdüğünü düşünüp üzüntü duyuyor.
* * *
Aynı uyuşturucu bağımlılığına benziyor değil mi?
Hazar da öyle diyor.
Uyuşturucu gibi, sosyal medya da kullanıcıya gündelik huzursuzluktan kaçabileceği bir dünya vaat ediyor. Vaat gerçek oldukça kullanıcı daha da bağlanıyor. Ancak kullanım süresi uzadıkça, ekrandaki yazılar eski tadı vermemeye başlıyor; lakin doyumsuzluk, bıkkınlığa değil, daha fazla kullanma eğilimine yol açıyor.
Tam bir kısır döngü...
Özellikle “duygusal bağımlılar”, bir yandan internet aracılığıyla sosyalleşirken, öte yandan klavye başında muhataplarında yarattıkları etkiyi gerçek hayatta, yüz yüze ilişkide sağlayamayacakları endişesiyle insan içine çıkamaz hale gelebiliyorlar.
Dolayısıyla facebook, paradoksal olarak hem sosyalleşmeye, hem asosyalleşmeye aynı anda hizmet edebiliyor.
Facebook adlı çocuğun geleceğini çok merak ediyorum.