Türkiye, öncesi ve sonrası ile cumhuriyet tarihinin en önemli meclis ve cumhurbaşkanlığı seçim dönemine girmiş durumda.

İktidarın, IŞİD ve Suriye’deki vahşi İslamcı terör örgütleri ve ülke içindeki mafya oluşumları ile ilişkisi ortadayken, ülkenin kurucu partisini PKK’nin şiddet eylemlerine ortak olmakla suçlayacak kadar uçuk ve çarpıtılmış gerçekliklerle ivmelendirdiği seçim komplolarının nerelere varacağını hayal etmek zor ve korkutucu.

Yolsuzluklara, hukuksuzluklara, keyfiliklere, dini sosa bulanmış mafyatik faşizmin derinleştirilmesine ve kalıcılaştırılmasına karşı solun, devrimcilerin akılcı, öngörülü taktikler, politikalar geliştirmesi gerekiyor.

Bu yönde de umut veren ittifaklar kurulmakta, onca dezenformasyona rağmen özellikle Emek ve Özgürlük İttifakı gibi güçlü seçenekler ortaya çıkmakta.

Mevcut diktatörlüğün yol açtığı çürüme, tahribat ve kalıcılaşmasına ramak kalan olağanüstü hal rejimi nedeniyle sol, muhalif kesimler Kürt sorununda, demokraside, sınıfsal eşitsizlik ve sömürüde, ekonomik dönüşüm ve ilerlemede, çevre sorunlarında, dış politikada vs. çözüm olamayacağına dair çokça veri ve kanıtın bulunduğu altılı masayı dahi eleştirilerine rağmen öncelikli hedef olarak görmemekte.

Siyasi arenadan dışlanan, pastadan pay verilmeyen derin köklere sahip düzen partileri de var olma telaşıyla esas olarak oklarını iktidara yöneltmiş durumdalar. Demokratik Kürt hareketinin desteği olmadan gidişata son veremeyeceklerinin bilinciyle kendiliğinden gerçekleşen bir “ittifakı” dinamitleme lüksüne sahip olmak istemiyorlar.

Baroların seçimlerine gelirsek, hukuk zemininde ülkenin demokratik mücadelesinde önemli bir yere sahip olan barolarda ve özellikle de tüm avukatların üçte birini bünyesinde barındıran İstanbul Barosu’nda sol, demokratik güçlerin aynı ittifak ruhunu görmek şu anda ne yazık ki mümkün değil.

Özel olarak değinmek istediğim İstanbul Barosu 20 yıldır Kemalist ideolojiyi savunduğunu ileri süren gruplar ve anlayışlar tarafından yönetilmekte. Yeni yönetimin en büyük adayı da yine bu gruplar. En son Yücel Sayman’ın başkanlığı altında ilerici, çağdaş bir anlayışın sürdürücüsü olan Çağdaş Avukatlar Grubu ve ondan ayrılan grupların genel baro kitlesini etkileme şansı mevcut politik yapı ve anlayışları ile mümkün değil. Köklü bir yenilenme ve genci/yaşlısıyla genel avukat kitlesi ile farklı bir dilde ilişkiye ihtiyaç var ve bunu henüz bulabilmiş değiliz.

Bir dönem yönetimde olan, sonraki dönemlerde de yönetime gelme şansları bulunan bu gruplar en geniş ittifakı hedeflemeden aynı tutumda ısrar ederse bir kez daha etkisiz eleman olmaktan kurtulamayacaklar. Dönemin dayattığı ittifak ruhu kavranmadığında baroda yine uluslar, azınlıklar sorununa duyarsız, devleti korumak adına bütün baskıcı yapısına rağmen son kertede onunla uzlaşmacı, işleyişte anti demokratik, Kemalist ideolojiyi gerici tarzda yorumlayan ve sahiplenen ve bu halleriyle ne avukatların sorunlarına ne de ülkedeki demokrasi mücadelesine anlamlı bir katkı sunamayan anlayışlardan biri iki yıl daha yönetime devam edecek.

Halbuki ülkenin en önemli demokratik hukuk kurumlarından olan barolarda ve özellikle de İstanbul Barosu’nda her bir yönüyle uyuşmasak da çağdaş, ilerici, Kürt sorunu başta olmak üzere ulusların haklarına duyarlı, insan haklarını öne alan ve devletin baskıcı, otoriter, gerici yüzüyle yüzleşmede tutarlı, cesur yönetimleri oluşturabilmek ittifak politikalarıyla mümkün.

Dönem ben yoksam diğerleri de olmasın lüksünü, umursamaz bir gevşekliği, rehaveti kaldırabilecek koşulları barındırmıyor. Ülkeyi tam karanlığa götürmek isteyen mevcut rejime karşı en geniş birliktelikleri, asgari zeminde buluşmaları başarmak zorundayız. Barolar, özelde de İstanbul Barosu bu mücadelede büyük önem taşıyor.

Bir dönem yönetimde olan ancak bugün genel baro kitlesini etkileme yöntem ve araçlarını oluşturma becerisini gösteremeyen, bununla birlikte mevcut oy potansiyelleri ile seçimlerde yine de belirli bir etkiye sahip grupların en azından bu beceriye ulaşana kadar tutarlı, radikal demokrasi ve insan hakları mücadelesi verecek, kazanma şansı olan samimi adayları ve yönetimleri desteklemesi, onlarla birlikte bir mücadeleyi geliştirmesi ülke içinde oluşturulmaya çalışılan seçim ittifaklarıyla, taktikleriyle uyumlu bir tutum olacaktır.

Böylece grupçu tarzdan uzaklaşarak, birebir olmasa da asgari ortaklıklar temelinde ilkelerimizin temsil edildiği yönetimleri oluşturabilmek, ülkenin demokrasi, insan hakları mücadelesine güçlü bir soluk katabilmek mümkün olacaktır. Bu bizim sorumluluğumuz, zorunluluğumuz ve bugün için tek şansımızdır.