Her perspektif yaşananları kendi açısından değerlendirip dolaşıma sokuyor; kimisinin çabası analiz, kimisinin dezenformasyon, kimisinin manipülasyon. Dezenformasyon ve manipülasyon çabaları solak da olsa ‘biz’den değil, orası aşikâr. Ancak nesnel, direniş ruhu ile donanmış ve muhalif olduğunu iddia eden, gelgelelim analizin çerçevesi, yoğunluğu ve derinliği düşünüldüğünde çabadan ve niyetten bağımsız olarak dezenformasyona ve manipülasyona kaynaklık eden analizler var ki onlar ‘biz’den. Nitekim zemin kardeşçe mi evet, çaba yoldaşça mı evet, niyet naifçe mi evet. Peki ama sonuç? Maalesef iç açıcı değil, aksine karartıcı.

Gezi Direnişi'ni geleneksel sınıf analizine tabi tutma dolayısıyla sınıfsal kategorilerle çerçeveleme çabası, direnişin ruhunu hapsetmeye neden olabiliyor. Bu konuda, nicel olarak kayda değer biçimde kalem oynatan ve sınıf kavramının analitik doğasını hiçe sayarak onu donduran ve eskide tutuklu-yenide tutuk bir hat, direnişin çok boyutlu, çok katmanlı, çok kültürlü, çok biçimli, çok sevimli niteliğini yalnızca "işçi sınıfı, küçük burjuvazi, kapkaççı büyük burjuvazi, orta sınıf, beyaz yakalılar, geleceğin işçi sınıfı adayları, yedek emek ordusu, rant, sermayeye çekilen peşkeş…" gibi terim ve/veya kavramlarla analiz etme girişimi içerisindeler; peki bu kavram seti ile direnişi ve ruhunu açıklayabilmek mümkün mü? Kanaatimce değil.

Elbette kitlenin imtiyazsız, sınıfsız ve kaynaşmış olduğu safsatasını iddia ediyor değilim. Ancak bir kitlenin sınıf içeriği ve konfigürasyonu üzerine -sığ ya da derin- tespitlerde bulunmak o sınıfların hareketlilik motivasyonları ve gerekçeleri hakkında apriori fikir vermez. Zira orta sınıf mensubu, zanaatkâr, Kürt, eşcinsel bir kadının “velev ki ibneyim” eyleminde boy göstermesi ve 30 bin kişilik eylemin temel taleplerini benimsemesi onun sınıf kimliğini aşan bir motivasyona ve gerekçeye sahip olduğunun göstergesidir; o kimsenin ortaya koyduğu iradeyi ve ifade ettiği hayatî talebi ‘orta sınıfların başkaldırısı’ biçiminde lanse etmek haksızlıktır. O halde bu hakkı teslim etmek ve ‘biz’den olan analizcileri dahasına davet etmek boyun borcu olmalı. Üstelik bu denli farklı grupların bir aradalığını ve özgün taleplerini sınıf-dışı her tür kategoriye kör bir kavram setiyle açıklamaya çalışmak oldukça kolay ve zahmetsiz; başka bir deyişle Ankara, İzmir, İstanbul, Diyarbakır, Bodrum, Erzincan, Paris, Mersin, New York…taki kitlelerin her birinin kendine özgü taleplerinin kombinasyonu hakkında düşünmek ve tüm bu karmaşık mekan, uzam ve özneler çokluğunu ve çoğulluğunu analiz etmek kolay değil ve zahmetli. Zahmetli ve kolay olmayanın emek yoğun niteliğinin bu çokluğa ve çoğulluğa hasredilmesi ise yiğit Gezi’nin hakkını yememek açısından elzem. Dolayısıyla dahasına davet, böylesine eşitlik-özgürlük-adalet düşmanı bir dünyada zaten ‘biz’lerin iç-güdümüz kılınmalı.

O halde Gezi’nin kaleleri yıkan kuvveti ve şiddeti pahasına belirsiz ya da belirlenmesi güç hal ve uzamlara sınır çeken ya da onları göz ardı eden, belki de en önemlisi “kimlik siyaseti tuzağı”na (!) düşmeme endişesiyle korunaklı ve konforlu açıklama girişimlerinin, Gezi'nin indirgenemeyecek karakterini, yani kadınların, eşcinsellerin, transseksüellerin, Alevilerin, Kürtlerin, öğrencilerin, alkoliklerin, çocukların, Kemalistlerin, kimi faşistlerin, devrimci Müslümanların, anarşistlerin, goşistlerin, aylakların, hazcıların…kendilerine özgü taleplerini, bunları dile getiriş biçimlerini ve demokrasi-eşitlik-özgürlük-adalet kavrayışlarını açıklamaktan son derece uzak olduğunu tespit etmek gerekiyor. Ayrıca da bu analiz girişimlerinin, ruhun önemli niteliklerinden biri olan ve her fırsatta dile gelen geleneksel örgüt-örgütlülük ve kategorizasyon biçimlerine duyulan antipatiyi hiçe saydığı ve soğuk kanlı bir ‘devrimci duruş ve öngörü’ ile son bulduğu göz ününde bulundurulduğunda, yukarıdan, kibirli ve seçkinci bir pozisyonu temsil ettiğini de üzülerek belirtmek icap ediyor. Zira olaylar sırasında bir eşcinseli, bir Kürdü, bir aylağı, bir alkoliği, bir anarşisti...bir araya getiren ve bir arada tutan, PKK bayrağı ile TC bayrağını yan yana sallandıran, gazlı bezsiz direnen ile 200 TL'lik ekipman ile direnen…çapulcuların ortak noktası şu sınıfa, şu zümreye, şu katmana ait olmaları ya da ortak/yakın sınıf kompozisyonları mıydı? Tersinden, siyasal iktidarın kurduğu baskı ve uyguladığı şiddetin gerekçesi çapulcuların şu sınıfa, şu zümreye, şu katmana ait olmaları ya da ortak/yakın sınıf kompozisyonları mıydı?

Velev ki yanıt evet. O halde bu kavram setine sadık analizci yoldaşlara direnişçilerin ezberleri yerle bir eden birkaç sloganını, duvar/pankart yazılarını işaret ederek  ve gökkuşağının her bir rengine hak ettiği değeri vermenin son derece önemli olduğunu vurgulayarak sona varmak istiyorum:  Kahrolsun bağzı şeyler, katil devlet, sen anladın Tayyip, faşizme karşı bacak omza, Tanrı biz gaylerden nefret ediyorsa peki neden bu kadar tatlıyız?, Allahsızlar, Ne mutlu Türküm diyene, bijî bratîya gelân, diren Cizre, her yer Maksim her yer Gazino, her yer Taksim her yer Lice, isyan-devrim-özgürlük, Allah-ekmek-özgürlük, kardeşime dokunma, benim oğlana ananı da al demişsin-torunlarıma da çapulcu demişsin-87 yaşımda yataktan kalkamıyorum-yanıma gel bişey diycem…Atılan tüm bu sloganların ve yazılan tüm bu pankartların imlediği farklı, özgül ve özgün noktalar var; bu ‘gökkuşağı’nı ‘yarım daire’ diye nitelendirmek niye? Kaldı ki yarım daire de değil.

Sonuç olarak, sınıf hareketliliğine sınıf hareketliliği demekten imtina etmeye çağırmak değil amaç, dolayısıyla ‘sınıftan kaçış’a davet etmiyorum; ancak başlı başına sınıf hareketliliği olarak kavranamayacak bir hareketliliği başlı başına sınıf hareketliliği olarak sunan ve ‘sınıfa kaçan’ bir yaklaşımı da sağduyuya davet ediyorum.

Sözün özü, üslup içeriği belirliyorsa eğer Gezi çok daha fazlasını hak ediyor, hiçbir şey bilmiyorsam bunu biliyorum.