“…

Gülemiyorsun ya, gülmek

Bir halk gülüyorsa gülmektir…”

 

Bu iki dize, Edip CANSEVER’in, o güzelim “Mendilimde Kan Sesleri” şiirinden alındı. Ne kadar da benziyor Türkiye’nin hallerine. Zaten şiirde, bunların devamındaki dizede de tam bunu söylüyor Edip CANSEVER. “Ne kadar benziyoruz Türkiye’ye”

 

Bu ülkede halkın kanayan bir yarası hep oldu. Biri sarılır gibi yapıldıysa da başka bir yara açılarak eskisi aratılır oldu. Bu yüzdendir ki mendillerimizdeki kan sesleri ne yazık ki hiç susmadı. Kanayan mendiller cenneti bir ülkeye döndü bu topraklar.

 

Daha öncekiler yetmiyormuş ya da onların acısı dinmiş gibi 12 Eylül 1980’de yeni ve kapanması zor bir başka yarası oldu gülemeyen bu halkın. Otuz yılı aşkın bir süredir kanayan yarasıyla bu halk gülemediği için, vicdan sahibi hiç kimse de içten gülmeyi kendine hak görmedi. Görmemeliydi de zaten.

 

Darbecilerin ve onların ardıllarının yaptıklarının çetelesini tutmak, listesini ortaya dökmek çok zor değil. Ancak bu iş, bu yazının sınırlarının içine sığmaz. Yaşanan acıları bir tek sayfaya sığdırabilmek mümkün değil.

 

Zamanın Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Başkanı Halit NARİN, darbenin karanlık yüzünü ne kadar hoyrat bir dille açıklamıştı? "Şimdiye kadar işçiler güldü. Şimdi gülme sırası bizde" demişti Halit NARİN. Bu kadar açıktı işte her şey. Olan biteni anlamak için hiç de sınıflar tahlili yapıp, 24 Ocak kararlarına atıfta bulunmaya, kapatılan kitle örgütlerinin listesini çıkarmaya, cezaevlerinde işkencelere maruz bırakılanları hatırlatmaya, çocuk yaştakiler dâhil idam edilenleri anlatmaya bile gerek kalmıyor. İşte bu kadar açık ve netti her şey. “Şimdi gülme sırası bizde" diyordu ‘işveren’ler, yani sermaye. Onlar gülerken, bir halk hep ağladı. Ağlayanlardan bu duruma itiraz edenler ise “asmayalım da besleyelim mi?” diyen gözlerini kan bürümüş paşalara havale edildi.

 

12 Eylül 1980 tarihi, başka birçok açıdan dönüm noktası olarak değerlendirilebileceği gibi aynı zamanda Türkiye’de acının da miladıdır.

 

Acının miladının otuzuncu yılında yapılan bir halk oylamasında, anayasanın yirmi yedi maddesi değişti. Bu değişim elbette cennet vaat etmemişti halka. Getirdiği de cennet olmadı zaten. Ancak bu değişiklik bir yanıyla da bu ‘acının miladı’ ile yüzleşebilme olanaklarının filizlenmesine yol açabilecekti. Kim nasıl bir ‘yüzleşme’ tahayyül ederse etsin, biz diyoruz ki, “gülmek, bir halk gülüyorsa gülmektir.”

 

4 Nisan 2012 tarihinde Ankara’da dava başlayacak. Bu davayı, bir yüzleşmeye, halkın hesap sorma sürecini başlatmaya dönüştürmek mümkün olabileceği gibi, göstermelik bir temsilin ötesine geçmemesine yol açmak da zor değil.

 

Hiç kimsenin hiçbir ara sokağa sapmasına gerek yok. Bu davayı, büyük yüzleşmeyi başlatacak bir zemine dönüştürebilmek için bütün halkın toptan bu davaya müdahil olması gerekmektedir. Çünkü bu davanın bütün sanıkları, sadece mevcut sanıklardan ibaret değil. Bu davanın mağduru ise bütün bir halk, bütün bir ülke.

 

Biz, ne adaleti başka dünyalara havale ederek suçluların kendi cezalarını ‘Allahlarından bulma’larını bekleyeceğiz, ne de “yargılamalar göstermelik yapılıyor” cümlesinin arkasına saklanıp hesaplaşmayı belirsiz bir geleceğe ertelemek niyetindeyiz. Halkın, kendisine acı çektirenlerle hesaplaşmasını, ‘büyük devrim’in ertesine bırakma lüksümüz ise hiç yok. Acıların sahibi olan bizler, acılarımızdan dolayı hiç kimseyi affetme niyetinde de değiliz. Kimsenin işi yokuşa sürmesinin gereği yok. Hayat, sürekli bir hesaplaşma sürecine dönüştürülmedikçe hiçbir acının hesabının sorulması mümkün olmayacaktır.

 

Bu kez, bu davanın sulandırılmasına, anlamsızlaştırılmasına, önemsizleştirilmesine izin verilmemelidir. 12 Eylül yargılamaları ile ilgili dava sürecini sulandıran, anlamsızlaştıran, önemsizleştiren herkes 12 Eylül darbecilerinin suç ortağı olacaktır.

 

“…Acının vergisini verdik, gülün haracını ödedik, hüznü demirbaş defterinden düşmeye geldi sıra…” Hüznü defterden silmenin ilk adımını hep birlikte atabilirsek anlamlı olur, sonuç verebilir. Bunun için 4 Nisan 2012 önemli bir tarihtir. Çünkü 12 Eylül ile açılan yara, hepimizin ortak yarasıdır, acı hepimizin ortak acısıdır, hepimizin canını yakmıştır, yakmaya devam da etmektedir.

 

4 Nisanda Ankara’da başlayacak dava, geniş bir müdahil kitlesi ile başlamalıdır!

 

Teknik ve hukuki olarak davaya müdahil olamayan herkes pratikteki filli müdahillik sürecinin bir parçası olmalıdır!

 

On binlerce insan Ankara’da, İstanbul’da, Diyarbakır’da ve bütün ülkede yüksek sesle sanığı hesap için çağırmalıdır:

 

“Sanık Kenan EVREN ve bütün suç ortakları, ayağa kalkın!”