Amerika Versailles Anlaşması ile kurulduğunda gücünü Jean-Jacques Rousseau ve John Locke’un doğal hukuk ilkelerini referans alarak temellendirdi. Amerikan yasalarında mevcut olan özgürlükçü ruh, bu iki düşünürden kaynaklanır. Sisteminin düşünsel birikimi uzun zaman boyunca buradan beslenmiştir.

 Uzak kıta Amerika’da temel hak ve özgürlüklere verilen önem, bir hukuk ilkesi olmanın ötesinde yaşamın tüm alanlarında hissedilir. Ülkede toplumsal yapıyı oluşturan kimliklerin farklılığı toplumsal ayrışmayı doğuracak uygulamalardan uzaktır.

 Farklı uluslardan oluşan Amerikan vatandaşları ortak bir duygu olarak kendilerini Amerikalı görmekten onur duyarlar. Soğuk Savaş döneminde KGB’nin, ”On Moskova kuracak parayı” böyle bir ayrışmayı doğuracak planlara ayırmasına rağmen sonuç alamamasının nedeni, Amerikan sistemindeki bu özgürlükçü anlayışa dayanır.

 Ülkeleri savaşta olmasına rağmen Vietnam savaşına tepki gösteren Amerikalıların varlığı, Irak ve Afganistan savaşının anlamsızlığına yaptığı belgesellerle muhalefeti yaygınlaştıran yönetmenlerin dışlanmaması bu özgürlükçü havanın göstergesidir.

 Demokrasi Sam Amca diyarında sadece bir meydan isminden ibaret değildir. Demokratik ilkeler yaşamın tüm alanlarında yaygınlaştırılarak hayat bulmuştur. Ekonomi ve siyaset, bireysel katılımın her düzeyinde sağlanarak kast sistemini andıran bireysel gelişmeyi engelleyici toplumsal ve bürokratik engellerden uzak durulmuştur.

 Ama Amerika sadece bu değildir. “Greencard”ın milyonlarca insan için hayal olmaya devam etmesi, siyasal liberal değerlerle yetinilmediği bunun ekonomik liberalizmle bütünleştirildiğini gösterir. Liberal ekonominin fırsatçı niteliklerini sonuna kadar zorlayan yetenekli Amerikalıların bu çabası sıfırdan zirveye ulaşmış örneklerle de ispatlanabilir. Bir perakendecinin yanında işe başlayan Asa G. Candler’in Coca Cola’yı var etmesi, gazete dağıtıcısı Walt Disney’in çizgi film krallığına yükselmesi bunun sonucudur.

 Yani Amerika kendisini zenci-beyaz ayrımından kurtardığı günden beri hak ve özgürlüklerin yasal, somut koşullarını vatandaşları için güvence altına almıştır. Ama vatandaşları için bu hakların teminatı olan ABD sınırları dışında aynı hakların avcısı olmuştur.

 Bu anlamda Amerikan devlet sistemi ülkesinde vatandaşının hizmetkârı olurken sınırları dışında bir canavara dönüşür. O canavarla bugün Irak ve Afganistan’da karşılaşan masum insanlar olduğu gibi, geçmişte Hiroşima’da, Nagazaki’de karşılaşan masumlar da olmuştu.

Soğuk Savaş döneminde komünizm tehlikesine işaret ederek pek çok ülkede nüfuzunu sağlamlaştıran ABD, bu tehlike geçtikten sonra kendisine göre yeni tehdit algılamaları geliştirmekte gecikmedi.

İran, şimdi yeni günahkâr seçildi. ABD, nükleer silahlara sahip olmak bir tarafa geçmişte bunu kullanmaktan çekinmeyen bir sabıkayla şimdi İran’ın buna sahip olamayacağını ve buna izin vermeyeceğini söylüyor. Üstelik bunu birlikte yaptıkları dostları da aynı silahlara sahipken… İsrail, Almanya ve İsrail’in sahip oldukları nükleer silahlar sır değil çünkü.

Aynı Amerika 1954’de Guatemala,1958’de Hint Çini,1961’de Küba ve Laos’ ta, Şili’de, Uruguay’da, Filipinlerde acımasız CIA yöntemleriyle kâh askeri darbeleri destekledi kâh sabotajlar, gizli operasyonlar ile on binlerce sivil kayba planlı olarak neden oldu.

İngiltere’nin topraklarındaki sömürgeciliğine karşı verdiği mücadele ile kurulan Amerika, çok zaman geçmeden kuruluş ilkelerine ihanet ederek İngiltere’nin rolünü seçti. Mazlumun zalime dönüştüğü bu an, dünyanın yeni felaketi oldu. O günden beri şairin dediği gibi ”dağ başında bir çocuk ağlasa gözyaşında ABD akar.”