“Birden geçmiş günlerimizi anımsadım, omuzlarım titredi, başım önüme düşerek sarsıla sarsıla ağlamaya başladım. Hem kendime acıyor, hem karşımdaki adam için büyük bir üzüntü duyuyordum. Geçmişte kalan, şimdi yaşantımızın bize reddettiği o güzel şeyleri öylesine çok istiyordum ki! Artık soyluluğumu da düşündüğüm yoktu, zengin olduğumu da…”

Zaman değerlidir tabii, büyüme çağında zamanı kullanma şeklimiz muhtemelen geriye kalan yaşantımızın tamamını da belirleyecektir (çocuklar ve gençler içindi bu cümle, özellikle). Hatta olgunluk dönemi duraklarında bir gözümüz hep tüm zamanları sonlandıran bitiş noktasında olmasına rağmen diğer gözümüz ise yeniyetme çağımızda olacaktır ve “Hani, nerede o günler?” sözünü dudaklarımız bize sık sık hatırlatmasa bile kalbimiz daima onu yineleyecektir. Kabul edersiniz ki akıl her ne kadar makul bir kılık uydursa da bu gibi şeylere, kalp buna yine de direnebilir, direnecektir de ve insan türü için muhtemelen bu durum daha birçok yüzyıl daha sürecektir. Tabii bizdeki gibi hâlâ bir çeşit kast sisteminin izlerinin görüldüğü toplumlarda ördek yumurtasından kuğu yavrusu çıkabilme ihtimali düşünülemeyeceği için, elbette zorluğun şekli kadar hayaller de farklılıklar gösterecektir. Yani coğrafya burada da kaderdir ve bunu değiştirmek için maalesef henüz bir mucize ya da icat da bulunamadı, belki eşit eğitim hakkı bunu sağlayabilecekti, ancak yine bizdeki gibi toplumlarda bu eşitliğin bir asır daha sınıfta kaldığına/kalacağına hiç kuşkunuz olmasın (benim kuşkum kalmadı). Fakat benim bahsedeceğim şey tüm bunların da dışında.

“Sevildiğimi biliyordum; mutluluk hemen yanıbaşımda, benimle omuz omuzaydı. Ancak kendimi anlamaya çalışmadan, yaşamdan ne beklediğimi, ne istediğimi bilmeden gamsız, kedersiz yaşıyordum. Zamansa hızla akıp gidiyordu. Yürekleri sevgi dolu insanlar yanımdan gelip geçiyorlar, aydınlık günler, ılık geceler birbirini kovalıyor, bülbüller ötüyor, havayı biçilmiş ot kokuları dolduruyordu… Ama ben sanki aldırmıyordum hiçbirine. Şimdi anılarda kalan bu sevimli, hoş günler fazla iz bırakmadan, değeri bilinmeden çabucak geçip gittiler. Hani, nerede o günler?”

Çehov’un “Bayan X’in Anıları” adlı kısa öyküsünden (bugünlerde “bayan” sözcüğüne başka anlamlar da yükleniyor, bu sözcüğü kullanmak istemememe rağmen çeviriye saygısızlık edemezdim) alıntıladığım bu bölümler zengin ve soylu bir aileden gelen Natalya Vladimirovna’nın düşünceleri.

Çehov’un öykülerinde zamanın izleri her daima görülür; zamanına göre insanların dünya görüşleri, oturuşları, giyinişleri, yemek yiyişleri, kısacası yaşam biçimleri… Çehov’un birçok öyküsünde olduğu gibi burada da yaşamın birinci amacı evlilik ve çocuğa karışmak gibi anlaşılabilir ve bundan payını alamamış olanlar zamanla hüsrana uğradığı gibi kalan ömürlerini de kayıp zamanlarına iç geçirerek tüketirler.

“Babam öldü, ben gitgide yaşlandım. O hoşlandığım, gönlümü okşayan, yüreğimi umutla dolduran şakırtıları, gök gürültüleri, mutluluk düşünceleri, sevgi sözleri hepsi birer anı oldu. Şimdi önümde sonsuz, ıpıssız bir boşluk uzanıyor, orada tek canlı yaratık yok, ufukta her şey karanlık, korkunç…”

Konu basittir aslında, zengin kız ile fakir oğlanın hikâyesi, ancak öykünün tüm hüneri Çehov’da. Birbirini seven, birbiriyle vakit geçirmekten keyif alan, haz duyan; birbirlerini sözleriyle/bakışlarıyla okşayan iki genç, ama öykünün sonunda geçmişte kalan ve şimdiki yaşamlarının reddettiği o güzel günlerin/şeylerin tamamının ıskalandığı bir zaman...

Sonuç olarak Çehov’un “Bayan X’in Anıları” öyküsü yaşlıların “Zaman su gibi akıp geçti” dediği ve gençlerin ise buna kulak asmadığıyla ilgilidir biraz da ve tabii okura da bir miktar hüzün düşer burada.

Anton Çehov, Bütün Öyküleri 5, Çev: Mehmet Özgül, Cem Yayınları