Kör olası öküzler dedi, çamura battıktan sonra size ne hacet! Gün öğlene vurmuştu! Belini doğrultup karşıdan geçen Ankara-Erzincan yük trenine bakındı Haydar Çavuş. Terlemişti. Alnını sildi. Köylük yerde ona Haydar Çavuş derlerdi. Askerlikten kalma bir şeydi.

Bir gün önce köye sicim gibi yağmur yağmıştı. Köyün hemen önünden geçen çay taşmış, sel bütün köyü etkisi altına almıştı. Böyle günlerde çevre köylerden gelen öğrencilerin de çok olmasıyla henüz devlet tarafından kapatılmayan okul tatil olur, çocuklar selden kıyıya vuran balıkları toplamaya giderlerdi. Haydar Çavuşla Fatma kadının 6 çocukları vardı. Aslında kısa bir süre öncesine kadar çocuk sayıları yediydi. Lakin o yıl kızamık bütün köyü çok kötü vurmuş ve 6 yaşında ki Senem bebeği kızamıktan kaybetmişlerdi.

Fatma Kadın öğle azığına bulgur pilavı ve bir kaçta balık hazırlamıştı. Haydar Çavuş yarın ardından Fatma Kadının geldiğini görünce olduğu yere çömelmişti. Yorulmuştu.

Her iki öküzü de yeni almışlardı. Malı davarı satıp birazda para ekleyerek başkasının çütüne tabanına muhtaç olmamak için iki çift öküz almışlardı! Bir babanın bir oğluydu Haydar Çavuş. Kimsesi yoktu. En büyük yardımcısı da karısı Fatma kadındı.

Öküzlerden biri boz diğeri kara öküzdü. Daha ilk günden nazar değmesin diye her ikisine de bir maşallah takmıştı Haydar Çavuş. Yüzyıllık hanede ilk kez öküzleri oluyordu. Köyün en taşlı tarlasını, adına kötü yurt denilen tarlayı sürüyorlardı o gün. Öküzlerden boz olanı iyice çamura batmış, çütün ayağı ise taşın dibine saplanmıştı.

Azığı bir kenara bıraktı Fatma Kadın. Doğruca Haydar Çavuşun yanına gitti. Elinde ki mendille kocasının alnındaki teri sildi. Bir yudum su içirdi ona. Elini Tuttu Haydar Çavuşun. Sen, dedi, öküzleri çek ben çütün ardında dururum.

Karşıda, birkaç yüz metre ilerde Pic Ahmet’le Anakız Kadın birlikte çüt sürüyordu. Haydar Çavuşun zorda olduklarını görmüşlerdi. Onlara Atçayırda odun toplayan Köpüsüz Muharrem ile karısı da eşlik etmişti. Birlikte el ele verip öküzleri çamurdan, çütü taşın dibinden çıkardılar. Anakız Kadınla Haydar Çavuş abla kardeş olurlardı. Azığı birleştirdiler, yemeği birlikte yediler.

Yemekten sonra Haydar Çavuş tarlanın ortasında bulunan alıç ağacının dibine uzanmıştı. Fatma Kadın yünden örülü kazağını çıkartıp Haydar çavuşun üstüne örttü. Çocuklarını anasına bırakmıştı. İçinden öküzler dinlenmiştir herhalde, varıp çütü ben süreyim diye geçirdi. Haydar Çavuş uyanıp da yanına geldiğinde Fatma Kadın bir hayli yol almıştı. Birlikte birkaç saat daha çüt sürüp köyün yolunu tuttular.

Yolda Koyungözlü İbrahim’e rastladılar. Kaytan bıyıkları ve üzüm gözleri ile gülümsüyordu onlara. Karısı Emiş Kadınla birlikte öküz arabasında yan yana oturmuş tarladan köye dönüyorlardı. 12 çocukları vardı. Köyün en çok çocuklu ailesi onlardı.

Allo Mehmet köyün çobanıydı. Kendisi önde Karısı Nigar arkada davar sürüsünü Çatalın arına götürüyorlardı. Birazdan köylü gelir koyununu kuzusunu ağıllarına götürürdü.

Henüz gün kararmamıştı. Belki de bu yüzden olsa gerek Ali Yusuf motorunun römorkuna kadınlı erkekli kalabalığı doldurmuş kasabaya alış verişe götürüyordu. Köyün üstünde bacalardan çıkan dumanlar yükseliyordu.

Fatma Kadın akşama Sarıgilin İbrahim’e gidecekti. Hastaydı Fatma Kadın. Ve köyün tek sağlıkçısı da Sarıgilin İbrahim’di. Köyün aşı ve iğne işlerine o bakıyordu.

Köyün yamacında ki düzlükte Sarıgilin Ziya at koşturuyordu. Kara Kasım karısı Fadime Kadın ile birlikte yoncalıktan geliyordu. Fatma Kadının sırtında Ağyardan topladıkları odunlar yüklüydü. Köy meydanında çocuklar oynuyordu. Köyün çeşmesinde su dolduran genç kızlar kendilerini süzen delikanlılara hafiften gülümsüyordu.

Haydar Çavuş öküzleri ahıra koydu. Evlükte su çoktan ısınmıştı. Teştin içinde bir güzel yundular. Birbirlerinin sırtını ovdular. Fatma Kadın bir ara iğne olmaya Sarıgilin İbrahim’e gidip geldi. Yemekten sonra Hoca Yusuf’a gideceklerdi. Hoca’yla Haydar Çavuş aşık oynayacak, Fatma Kadın ise Şirin Kadın ve çocuklar ile birlikte ev satacaklardı! Bir oyundu bu! Bir evde bir erkek, bir kadın, üç çocuk, bir dede, bir ebe birde dede, bilin bakalım bu ev kimin evi diye bir birlerine soru sorarlardı. Zaman zaman daha zor olsun diye başka köylerden de ev sorurlardı. Hoca Yusuf Haydar Çavuşun her işine koşardı. Ağaç budar, bostan beller, tarlayı birlikte biçerlerdi. Köyün en güzel âdetiydi bu. Her kimin tarlası bir diğerinden önce biter diğeri ona yardım etmeye giderdi. Kadınlı erkekli bir olurlar halimyar türküleri eşliğinde tarlayı biçerlerdi.

Vakit bir hayli geç olmuştu. Haydar Çavuş ve Fatma Kadın eve dönmüşlerdi. Çocukları yatırdılar. Haydar Çavuş anası Zöhre Kadına bakındı. Çoktan uyumuştu. Fatma Kadınla birlikte yatağa girdiler. El ele verip uyudular. Ta ki ölüm her ikisini de bu topraklardan alıp götürene kadar.

İnsan şaşırıyor bazen. Hatta kızıyor da. Nasıl böyle kadın erkek düşmanı oluyor bu insanlar diye! Nasıl olurda kadınların erkeklerle el ele verip gezmesinden bu denli rahatsız olur bu insanları diye? Nerede doğdunuz siz, nerde yaşadınız? Birde Anadolu’da doğmaktan medeniyeti yaşamaktan bahsediyorsunuz! Hangi Anadolu’da doğdunuz siz, hangi medeniyeti yaşadınız? Çüt sürmedi mi ananız babanız. Haydar Çavuşun öküzleri misali, kadınlı erkekli el ele verip öküzleri çamurdan çıkarmadınız mı? Eliniz Fatma Kadının, Fadime Kadının, Şirin Kadının eline değmedi mi? At koşturmadı mı ağabeyiniz yengenizle birlikte? Hastalanınca kim iğne vurdu karınıza kızınıza? Ele ele verip düğünlerde halay çekmediniz mi? Nedir bu kadın erkek düşmanlığınız? Halimyar türküsünü ananız babanız, hısmınız, akrabanız, kivranızla birlikte el ele verip tarlada birlikte söylemediniz mi?