Avukat Kerem Altıparmak ve Uluslararası Hukuk Profesörü Başak Çalı, “Esastan Bağlayıcı: AİHM Büyük Daire Selahattin Demirtaş Kararı” başlıklı, İnsan Hakları Okulu (İHO) bünyesinde bir makale kaleme aldılar.

Erdoğan, Soylu ve Bahçeli’nin “AİHM kararlarının bağlayıcı olmadığı” iddiasını dillendirmelerine rağmen buna hukuki olarak ayrıntılı gerekçeler sunmadıklarını belirten Altıparmak ve Çalı, konuya ilişkin hukuki temel bulmaya çalışan ilk açıklamanın Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili ve Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’dan geldiğini belirttiler. 

Serkan Alan'ın Gazete Duvar'da yer alan haberine göre Uçum’un, 28 Aralık 2020 tarihinde Hürriyet gazetesine verdiği mülakatta AİHM Büyük Daire’nin Selahattin Demirtaş kararının neden yanlış olduğuna ve uygulanması gerekmediğine yönelik sözlerini hatırlatan Altıparmak ve Çalı, Uçum’un iddialarını üç başlık altında sıraladı:

- Birinci iddia AİHM kararlarının -ve Anayasa Mahkemesi kararlarının- esastan bağlayıcı olmadığı iddiasıdır. 
- İkinci iddia, Demirtaş başvurusunun 2016 yılındaki tutuklamaya ilişkin olduğu ve 2019 tutuklaması açısından iç hukuk yollarının tüketilmediği ve bu nedenle bu tutuklama nedeniyle AİHM’e başvuru koşullarının henüz oluşmamış olduğu iddiasıdır.
- Üçüncü iddia ise AİHM’in bu kararı siyasi bir saldırganlıkla verdiği yönündedir. Öyle ki kendisine göre bu hem siyasi yönü baskın hukuki yönü zayıf hem de AİHM hukukunu tümden değersizleştiren bir karar. Sanıyoruz, hem Erdoğan hem de Soylu tarafından dillendirilen, bu kararın İspanya hakkında

2009 yılında AİHM’in bir dairesi tarafından verilen Herri Batasuna ve Batasuna kararı içtihadına aykırı olduğu iddiasını da bu kapsamda değerlendirmek mümkün.

AİHM KARARLARININ ESASTAN BAĞLAYICI OLMADIĞI TEZİ

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un, AİHM’in Demirtaş kararının uygulanmaması yönündeki iddialarını ele alan Altıparmak ve Çalı, “AİHM kararlarının esastan bağlayıcı olmadığı” iddiasına karşılık, “AİHM kararları hem Türkiye’nin uluslararası hukuktan doğan yükümlülükleri hem de kendi anayasa hukuku bakımından bağlayıcıdır” dedi.

AİHM kararlarının Sözleşmeci Taraf Devletler bakımından bağlayıcı olduğunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) 46’ncı Madde altında şüphe ve çarpıtmaya el vermeyecek şekilde ifade edildiğini belirten hukukçular makalelerinde, “Türkiye Cumhuriyeti AİHS’e taraf bir devlettir. AİHS’e taraf devlet olmak, AİHM’in zorunlu yargı yetkisini tanımayı ve bu yargı yetkisinin kullanılması sonucu verilen ihlal kararlarının gerektirdiği ihlal giderici tedbirleri almayı gerektirmektedir. Bütün AİHS sistemi, AİHM kararlarının haklarında ihlal kararı verilen taraf devletler bakımından bağlayıcılığının tartışmaya açık olmaması ve gereken tedbirlerin yerine yetirilmesi için gerekenin yapılacağına dair iyi niyet ve güven üzerine kuruldur” ifadelerine yer verdi.

‘2019 TUTUKLAMASINA İLİŞKİN KARAR VERİLEMEYECEĞİ TEZİ’

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Uçum’un ikinci iddiası, AİHM’in 2016 yılında verilen ilk tutuklama konusunda karar verebilecekken, 2019 yılında verilen ikinci tutuklamaya ilişkin karar veremeyeceğine ilişkin oldu. Bu tezin en az iki nedenle güncel ve ilginç olduğunu belirten Altıparmak ve Çalı şunları kaydetti:

OSMAN KAVALA VAKASI

Birincisi, Türkiye’nin Osman Kavala vakasında da görüldüğü üzere ‘tutukla-tahliye et-yeniden tutukla’ ya da seri tutuklama yöntemini bir araç olarak kullandığı şüphesi, tüm Avrupa Konseyi kurumlarında yerleşmektedir. Gerçekten de AİHM önünde yürüyen sürecin uzunluğu dikkate alınarak, bir kişi tam AİHM kararı çıkmak üzereyken veya hemen karar çıkıp ve henüz kesinleşmeden önce başvurunun yapıldığı tutuklamadan tahliye edilip, başka bir suçtan tekrar tutuklanmaktadır. Osman Kavala vakasında, ikinci tutuklama AİHM Daire kararı verildikten ve fakat kesinleşmeden önce gerçekleşmiştir.

SERİ TUTUKLAMA DEMİRTAŞ KARARININ ANA KONULARINDAN BİRİ

İkincisi seri tutuklama yöntemi Demirtaş kararının ana konularından biridir. Demirtaş Büyük Daire duruşmasından iki gün önce 6-8 Ekim 2014 Kobane olayları ile devam eden tutuklu yargılamasından tahliye edilmiş ve tam hapisten çıkması önünden hiçbir engel kalmadığı anda 6-8 Ekim 2014 Kobane olaylarına referansla ancak başka bir dizi suçlama ile yeniden tutuklanmıştır.

UÇUM AÇIK VE AĞIR İHLALİ GÖZARDI EDİYOR

Demirtaş'ın Kasım 2016’da tutuklanması ile Eylül 2019’da yeniden tutuklanması arasında bir devamlılık bağı olduğunu değerlendiren Büyük Daire’nin bu tespitinin yine davada saptanan 18. madde (Sözleşme’de korunan haklarının hukuk dışı amaçlarla sınırlandırılması yasağı) ihlalinden bağımsız düşünülmesi mümkün değildir. Gerçekten de hem Demirtaş’ta (hem de Kavala’da) Mahkeme, başvurucuların Sözleşme’de gösterilen nedenlerle değil ve fakat hukuk dışı siyasi amaçlara ulaşmak amacıyla tutuklandığını tespit etmiştir. Demirtaş kararı bu hukuk dışı siyasi amacı ‘çoğulculuğu boğma ve siyasi tartışma özgürlüğünü sınırlama olarak ifade etmektedir. Üstüne üstlük bu tespit, yıllara yayılan bir şekilde çok sayıda yargı merciinin faili olduğu bir ihlal niteliğini ortaya koymaktadır. Büyük Daire, Demirtaş’ın 2019 yılında beş yıl önce yaşanmış şiddet olayları ile ilgili olarak olayların üzerinden 4 yıl geçtikten sonra tutuklanmasının, sonra tahliye edilmesinin ve yine aynı sebeplerle yeniden tutuklanmasının hukuk mantığı ile açıklanmasının mümkün olmadığını söylemektedir. Böylece Uçum, ortada sanki gerçekten iki farklı tutuklama varmış gibi yaptığı yorumda bu açık ve ağır ihlali tümüyle göz ardı etmektedir.

AİHM’İN 'KENDİ KARARLARIYLA ÇELİŞEN SALDIRGAN BİR TAVIR SERGİLEDİĞİ' TEZİ

Uçum’un gündeme getirdiği AİHM’in ‘Türkiye düşmanlığı’ tezinin komplo teorisinden öteye gitmediğini ifade eden hukukçular, “AİHM, 1990 yılından başlayarak Türkiye’den düzenli olarak başvuru alan, bu başvurular ile ilgili olarak hükümet lehine on binlerce kabul edilemezlik kararı vermiş bölgesel bir insan hakları mahkemesidir” dedi ve AİHM’in daha önceki kararlarını inceledi.

Hem uluslararası hukuk hem de Türkiye’nin anayasa ve kamu hukuku açısından AİHM kararlarının esastan bağlayıcı olduğunu belirten Altıparmak ve Çalı, makalelerinin sonuç bölümünde şu ifadelere yer verdi:

DEMİRTAŞ KARARI SÖZLEŞMENİN RUHUNA UYGUN

Uçum, bazı kararların yerine getirilmesi için yeterli görülebilecek yargılamanın iadesi yönteminin ihlalin niteliğine bakılmaksızın tüm karar tipleri için de geçerli olacağını ileri sürmektedir. Oysa bu yazının gösterdiği üzere bu iddianın hiçbir dayanağı olmadığı gibi bizzat AİHM ve AYM önünde aksini gösteren çok geniş ve tutarlı bir içtihat mevcuttur. Demirtaş kararı, bu içtihatla uyumludur ve Uçum’un iddialarının aksine, AİHM’in kararı veriş yöntemi ve hükmü kuruşu AİHS’in kötü niyetli ihlaline izin vermeyen, Sözleşme’nin ruhuna ve lafzına uygun bir karardır.

AİHM DEMİRTAŞ’IN NEDEN TUTUKLU OLDUĞUNU AYRINTILI BİR ŞEKİLDE İNCELEDİ

AİHM Büyük Daire kararı Demirtaş’ın neden tutuklu olduğunu mahkemelerin sunduğu gerekçelere tekrar teker bakarak ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir. Türkiye’nin ikinci büyük muhalefet partisi lideri ve bir milletvekili olarak yaptığı bu konuşmaların hiçbirinde suç şüphesi teşkil edecek bir şiddet çağrısı bulunmadığını ve Demirtaş’ın yalnızca ülkedeki çözüm süreci çöktükten sonra ve faillerinin halen ortaya çıkarılmadığı vahim şiddet olayları yüzünden tutuklu yargılanması için yerel mahkemelerin ilgili ve yeterli hukuki delil sunmadığını tespit etmiştir.

AİHM KARARINA GÖRE DEMİRTAŞ DAVASI SİYASİ

Demirtaş davası, AİHM’in kararına göre siyasi bir yargılamadır. Kararın gerektirdiği bireysel ve genel tedbirlerin yerine getirilmesi hem bu ve hem de buna benzer siyasi baskı yargılamalarının sona ermesinden geçmektedir. Halen devam eden tartışmalardan ve yeni yayınlanan “6-8 Ekim İddianamesi”nden anlaşıldığı kadarıyla, Türkiye kararı uluslararası hukuk ve kendi anayasa hukuku ve iç hukukuna aykırı bir şekilde bu karardaki bireysel tedbirleri uygulamamak için bir strateji oluşturma çabası içindedir.