Önceki gün yayımlanan 680 sayılı KHK, belki de bugüne kadar ifade özgürlüğünün hiç olmadığı kadar kısıtlandığı ve hiç olmadığı kadar saldırı altına alındığı bir dönemi araladı.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile ilan edilen bu hak esasen birçok ülke tarafından kabul görmüş bir haktır.

Ancak Türkiye, devlet otoritesinin sansürü sayesinde hiçbir zaman bu hakkın bir tarafı olmamıştır. Daha da kötüsü AKP’li yıllarda basın ve ifade özgürlüğü ciddi anlamda gerilemiştir.

"International Covenant on Civil and Political Rights" yani Medeni ve Siyasi Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşme’nin içeriğinde ifade özgürlüğü şöyle tanımlanmakta;

Herkes engel olmaksızın fikirlere sahip olmalıdır.

Herkesin ifade özgürlüğü hakkı olmalıdır; bu hak, her türlü bilgi ve fikirleri sınır olmaksızın, sözlü, yazılı, basılmış, sanat veya herhangi dilediği bir medya ortamıyla öğrenme, alma ve verme hakkıdır.

680 sayılı KHK basın çalışanlarını çok yakından ilgilendiren yeni “düzenlemeleri” mesleki yaşantımızın içerisine dâhil ediyor. Gazeteciliğe doğrudan müdahale eden bu KHK sansürü de kurumsallaştırarak devlet otoritesinin eline bırakıyor.

Örneğin ülkemizde sıkça rastlanıla bilinen terör olaylarına ilişkin olarak sadece olayın olduğuna dair bilgi verilebilecek. Yani kısacası muhabir olay yerinden sadece iki kelime olan “bomba patladı” aktarımını yapacak. Bu da haberdir zaten…

Örneğin canlı yayın yapılamayacak. Tabi o arada yayın akışı boş kalacak değil ya. Kadrolu yorumcular siyasi analizlerine devam edecek bombanın patladığı dakikalarda.

Ölü yaralı sayısı verilemeyecek mesela. Devlet ne derse o. Olay yeri görüntüsü hak getire. Hiç olur mu? Belki bu sefer penguen belgeseli değil de Vahşi Amerika belgeselini izleriz. Ne de olsa Amerikan yapımları daha kaliteli oluyor.

Polis, ambulans, itfaiye gibi olay yerinde görevli resmi ekiplerin görüntüleri de verilemeyecek. Arkadan üzerinde amblemi olan belediyeye ait bir çöp kamyonu geçerse belki… Nede olsa yerel yönetimler Güçlü Türkiye için çalışıyor.

Örneğin “son dakika” ibresinin yasaklanması olayın günün olağan akışı içerisinde gerçekleşmiş gibi gösterilmesini yansıtmak amacıyla yapılan bir düzenleme. Tıpkı 12 Eylül’deki gibi Kenan Evren ve şürekasının yasakladığı bazı kelimeler gibi.

Öyle iddia ediliyor olsa da bu ve bunun gibi başlıklar şiddettin yayılmasını önlemek için alına tedbirler değil elbette. Basın ve ifade özgürlüğünü engellemek bunun bir çözümü olamaz. Bu bir siyasi krizdir ve bu siyasi krizden çıkmanın yolu basın ve ifade özgürlüğü baskı altına almak olmasa gerek!

Şuana kadar adil yargılanma hakları ihlal edilerek 140’ın üzerinde gazeteci terör örgütü üyeliği iddiasıyla cezaevinde tutuluyor. Basın emekçilerin görevlerini can güvenliği, tutuklanma, işsiz kalma korkusu olmadan yapabilmeleri, halkın haber alma ve gerçekleri öğrenme hakkına hizmet edebilmeleri için bu düzenlemelerin derhal geri çekilmesi gerekiyor.

Anayasanın ve Basın Kanununun amir hükümleri şöyle diyor;

Basın hürdür; sansüre tabi tutulamaz.

Olaylar hakkında yayın yasağı konulamaz.

Temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlama demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.

Halkın haber alma/edinme hakkı demokratik toplumun temellerindendir.

Kamuoyuna yansıyan olay ne kadar vahim olursa olsun halkın haber alma hakkı zedelenmemelidir.

İfade özgürlüğü; çoğulculuğun temelidir.

Her türlü ifade aracı (gazete, radyo televizyon, internet, sosyal medya vb..) anayasal koruma altındadır.

Halk adına kamunun gözcülüğü işlevini gören basının işlevini yerine getirebilmesi özgür olmasına bağlı olduğundan basın özgürlüğü, herkes için geçerli ve yaşamsal bir özgürlüktür.

Hali hazırda Anayasanın bu hükümlerini uygulamayan bir iktidar, yenir bir Anayasanın yâda değiştirilecek olan Anayasanın hükümlerini neden uygulasın ki? Referandumda “Evet” diyecek basın emekçilerine sesleniyorum. AKP’nin basın ve ifade özgürlüğüne yönelik saldırılarına “Evet” mi yoksa “Hayır” mı diyorsunuz?