AKP’li Beyoğlu belediyesinin eğlence yerlerindeki açık alanlarda masa ve sandalyeleri kaldırılması.

 

Van depremi sonrasında devletin kurduğu çadırlarda 100’ün üzerinde insanın donarak ya da yanarak can vermesi.

 

Uludere’de Kürt köylülerin devletin düzenlediği hava bombardımanıyla katledilmesi.

 

Urfa cezaevindeki insanlık dışı koşullara iktidarın kulaklarını kapatması sonucu 13 mahkûmun yanarak “ölmesi.”

 

Samsundaki sel felaketinde devletin dere yatağına yaptığı konutlarda insanların can vermesi.

 

Diyarbakır’da ki BDP mitingine devletin sert müdahalesi, yerlerde sürüklenen belediye başkanları, tartaklanan ve gaz bombasının hedefi olan milletvekilleri.

 

Eyüp belediyesinin festivalde bira içmeyi yasaklaması.

 

Her gün artan iş cinayetleri.

 

Kürt coğrafyasında gizlendiği iddia edilen ve yüksek rakamlarla ifade edilen asker ölümleri, yakılan ormanlar.

 

Cezaevlerinden özel yasalarla çıkarılan ülkücü katiller.

 

Sınavlarda yapılan hileler, soruların önceden yandaşlara peşkeş çekilmesi iddiası.

 

Tutuklu siyasetçiler, öğrenciler, gazeteciler, avukatlar.

 

Sezaryen ve kürtaj yasağı tartışmaları…

 

Yukarıda sıralanan gelişmeler son bir yıldır memlekette yaşanılanların bir bölümü. Türkiye insan hakları ihlallerinin had safhaya ulaştığı, iktidarın günden güne daha baskıcı-otoriter haller aldığı bir dönemden geçiyor. Oysa geçen 10 yılda iktidar Türkiye’de kısmen daha reformcu bir çizgi izlemiş Türkiye’deki kısmi değişime ön ayak olup biraz umutlandırmıştı. Ancak bugün siyasi iktidar değişimlere ön ayak olmak şurda dursun, değişimlerin önünde bir set görevi görmekte. AKP iktidarı önceki dönemlerde yaptığı kısmi reformları bu gün yasa oyunlarıyla geri almaya çalışmakta. Devlet sırrı yasası, basın üzerindeki yasaklamalar-ve hala bu konuda iktidar partisinin önergeleri- akla gelen ilk örnekler. Erdoğan önümüzdeki yerel, cumhurbaşkanlığı ve milletvekilleri seçimlerinde merkez sağ, muhafazakâr sağ ve milliyetçi sağın tüm oylarını AKP çatısı altında toplama stratejisi yürütüyor. Numan Kurtulmuş ve Süleyman Soylu ile olan görüşmeleri, ülkücü katillerin serbest bırakılması gibi gelişmeler Erdoğan’ın bu strateji doğrultusunda attığı adımlar. Yine bu stratejinin gereği olarak farklı düşünen ve yaşayan kesimler üzerindeki baskılar artıyor. Her gün iktidar kaynaklı yeni baskılarla karşılaşıyoruz. Tüm bu olumsuzluklara karşı AKP oy oranını koruyor. Kürt coğrafyasında 30 yıldır devam eden muhalif harekete karşı devlet tabiri caiz ise, duyarsızlaşmış. Güvenlik politikalarıyla günü kurtarmaya çalışıyor. Ülkenin batısında ise parçalı ve 12 Eylül 1980’den bu yana kendisini toparlayamamış cılız bir sosyalist muhalefet ve CHP dışında muhalif olarak gözüken bir yapı yok. Sosyalist muhalefetin halkla ilişki kurmasındaki sorunlar ve üstünde 30 yıldır devam eden devlet baskısı nedeniyle belini doğrultamaması sosyalist bir sokak muhalefetinin gelişmesinin önünde engel olmakta. CHP de bu güne kadar toplumun sorunlarına eğilip güven kazanmak yerine “laiklik”te takılıp kaldığı için güçlü bir muhalefet yaratamadı. Bu durumda bütün kapılar ekonomiyi kısmen eskisine göre daha istikrarlı götüren basın ve enformasyon gücünü kendi iktidarı için çok iyi kullanan AKP’ye çıkıyor. AKP toplumun güvenini kazandığı için değil; karşısında muhalefet olmadığı için bu kadar yüksek oy oranlarıyla sürekli iktidar oluyor.

 

CHP KONGRESİ BİR UMUT OLABİLİR Mİ?

CHP dün olağan kongresini gerçekleştirdi. Kılıçdaroğlu delegelerden gerekli desteği alıp parti içerisindeki hâkimiyetini garantiye aldı. Ancak CHP’nin yeni döneminin ülke demokrasisi için hayırlı olup olmayacağı konusunda umutlanmak ya da karamsar olmak için bana göre henüz çok erken. CHP bu güne kadar geldiği ideolojik yapısını devam ettirirse programda ve yüzlerde ne kadar değişim olursa olsun iktidar alternatifi olamaz. Son dönemlerde aldığı oy oranlarını aşamaz. Fakat şartlar CHP’nin kendisiyle ve Türkiye ile yüzleşmesine oldukça müsait. CHP artık kendisinin arka bahçesi olan bir Silahlı Kuvvetler olmadığının bilincinde. Yine katı laiklik vurgusunun toplumda bir karşılık bulmadığının da bilincinde. CHP’nin genel başkanı Kılıçdaroğlu Dersimli. Bu topraklarda yaşanan acılara uzak bir insan değil. Baykal’a göre toplumda ve özellikle Kürt coğrafyasında daha çok kabul gören bir isim. Fakat tüm bunlar CHP’nin bir iktidar alternatifi olması için yeterli nedenler değil. CHP’nin yeni bir vizyonla değişim gücüyle halkı; özellikle ezilen ve yok sayılan kesimleri ikna etmesi gerekiyor. Bunun için de öncelikle kendi tarihiyle hesaplaşması şart. Tek parti döneminde CHP balyozunu yiyen tüm kesimlerle barışmalı. Dersim ve Kürt meselesi konusunda ikircikli durumunu sonlandırıp ciddi projeler ortaya koymalı. AKP’nin sözde istikrarlı ekonomi üzerine oynadığı oyunları halka anlatabilmeli. CHP tabanından korkmamalı. Ergenekon ve Balyoz davalarındaki hukuksuzluklar nedeni ile laik-ulusalcı kesim de ezilmeyi, hukuksuzluğu tatmış oldu. Dolayısıyla CHP bir demokrasi hamlesi yapıp toplumun tüm ezilen kesimleriyle ilişki kurabilirse taban bunu anlayacaktır. Anlamayanlar ise marjinalleşip yok olacaktır. En nihayetinde CHP yerel ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kürt hareketi ve sosyalist muhalefetle ittifaklar gerçekleştirebilir. İstanbul, Ankara gibi metropollerde Halkların Demokratik Kongresi (HDK) ile yapılacak ittifak başarılı sonuçlar elde edebilir. CHP Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde HDK ve en büyük bileşeni BDP ile bir isim üzerinde anlaşabilirse Erdoğan’a ciddi bir rakip çıkmış olur. Bu yolla AKP’nin sağ cephesine karşı bir demokrasi cephesi kurulabilir. İktidar olunmazsa dahi - ki iktidar olmak imkansız değil- sokakta ve mecliste ciddi bir muhalefet yaratılmış olur. Bu muhalefet AKP’nin post modern diktatörlük hedefini geçersiz kılar. En azından hükümeti demokrasiye zorlar. Ancak tüm bunlar için öncelikle CHP’nin tek parti dönemindeki katliamlar için Kürtler, Aleviler ve Sosyalistlerden özür dileyip güven tazelemesi şart.