Başbakan’ın “İmralı’yla görüşülebilir, Oslo süreci devam edebilir” değerlendirmesi, ülkemizin canını yakan dönemin sona ermesi açısından bir kırılma noktası anlamına gelebilir.

Dağda ve şehirde ‘sürekli operasyon’ yoluyla soruna çözüm üretilebileceği teorisi/pratiği, son bir yıla damga vurdu. KCK tutuklamalarının yaygınlaştırılması ve dağların bombalanması yoluyla ‘her şeyin mükemmelleşeceği’ tezi, adım adım popülerlik kazandı. Bu tezin etrafında olağanüstü bir ağırlık ve ‘toplumsal heyecan’ oluşturuldu. Polis ve yargıda, ‘operasyon’lar yapmaya kararlı bir birikim yaratıldı.

‘Uluslararası koşulların uygun olduğu, komşu ülkelerin de PKK’nın bitirilmesine destek vereceği’ doğrultusunda ‘özgüveni yüksek’ yazılar yazıldı, değişik brifingler ve çeşitli yöntemlerle yoğun bir ‘kamuoyu hazırlık süreci’ yaşandı. İmralı’nın kapıları kapatıldı. Öcalan tecride mahkûm edildi. İçişleri Bakanlığı’na ‘operasyoncu’ bir isim atandı.

PKK içindeki ‘en şahin’ kanat, inisiyatif kazandı. PKK, ‘operasyona karşı operasyon’ denilebilecek bir şekilde saldırıları yaygınlaştırdı. Çocuklarımız öldü. Türkiye acıya büründü. Her sabah yeni bir ölüm haberine uyandık. Aralarında belediye başkanları, avukatlar, doktorlar, gazeteciler, parti yöneticileri olan binlerce insan tutuklandı, mahkeme kapılarında öfke çığlıkları yükseldi. Müzakere kavramını ciddiye alanlar; tehdit altında tutuldu, alay konusu yapıldı.

Şiddet şiddeti körükledi

Gelinen nokta yine başa dönmek oldu. 2008’de ‘Kürt Açılımı’ adıyla başlatılan ve hükümetin cesaretli sayılabilecek o atağı, değişik aşamalarda kesintilere uğradı. Habur kapısından silahlarını bırakarak gelen PKK’lılarla yeni bir dönem başlıyor gibi görünürken (muhalefetin kışkırtmasının ve BDP’lilerin sürece yeterince katkı sağlayamamalarının da etkisiyle) olaylar tersine dönmüştü. Hükümet korkuya kapılmış, PKK’lılar geldiklerine pişman olmuşlar, bir kısmı tutuklanmış, bir kısmı dağa dönmüştü.

‘Operasyoncular’ hâlâ (‘tutkulu’ bir şekilde) “Olmaz devam” diye bağırsalar da iddiaları bir yıllık pratik içinde iflas etti. Başbakan, bir yıllık sürecin ışığında, “İmralı’nın kapısını açma” vaadiyle yeni bir dönemi başlatabilecek mesajlar veriyor.

Bazı yorumlara göre son kurultayına hazırlanan Tayyip Erdoğan, güçlü bir gövde gösterisi yapabilmek için böyle bir girişime hazırlanıyor. Başbakan’ın ‘gerçekten yeni’ hamleler yapması, ülkenin ancak yararına olabilir.

Tabii, ‘partiyi kaybetmiş’ gibi görünen ‘operasyoncular’ burada durmazlar. Şimdi baş müttefikleri MHP olabilir. MHP’yle yetinmeyip CHP’yi de ‘diyalog’ sürecinin dışında tutmak isteyeceklerdir. AK Parti içinden bir kanat, PKK içinden bir kanat da ‘hesaba’ dahil edilecektir. Onların medyada hâlâ bir ağırlıklarının olduğu ve kamuoyundaki psikoloji üzerinde ‘etki üretme’ yeteneğine sahip oldukları bir gerçek.

Ancak, Türkiye’yi ‘Yeniden 1990’lara sürükleyecek macera’yı bir daha uygulatma imkânı bulmaları zorlaşacak. Başbakan da gördü ki, bu yol yol değil. İmralı’nın da farkına vardığı gibi bu yol, iki toplum ve iki halk arasında tamiri imkânsız düşmanlıklar içeren bir zemin yaratıyor.

30 yıla varan bir çatışmanın, binlerce insanın ölümüne yol açan bir sorunun, müzakere yoluyla halledilebilmesi de kolay değil. Tabii ‘müzakereci yaklaşım’ içindekilerin de bazı analiz hataları olabilir. İnişler çıkışlar olacak.

Şunu artık görelim: Biz kendi Kürtlerimizle anlaşmakta ne kadar gecikir ve zorlanırsak, tablo o kadar karmaşık boyutlara bürünecek, toplum birçok açıdan dengesizleşecek ve uluslararası güçler de aynı oranda devreye girebilecek. Bölge ülkelerinin bütün bunları bir unsur olarak kullanabildikleri açık.

Bunca acıya, bunca gerginliğe rağmen, aklın yoluna dönülüyor olması umut verici.

Herkesin bu sürece olumlu yönünden katkı vermesi gerekiyor. En başta da CHP’nin.