Bizim inşaatlarımız nasılsa demokrasimiz de öyle!

Bir yanda çelik konstrüksiyon dünya standardında şık binalar. Cam vitrinlerin göğe uzandığı ultra modern şehir siluetleri, diğer yanda gecekondular, Laz müteahhit binaları...

Hepsinin yan yana var olmasını heyecan verici bulanlar olabilir; bir sanatçı gözüyle baktığınızda bütün o kaos imkânlı ve yaratıcılığa açık. Ama standart ihtiyacı duyanlar için aynı haz geçerli değil. Baktığınız sokaklar, gördüğünüz eklentiler bünye bozacak kadar hastalık habercisi olabilir. Tam 'ne güzel gelişiyoruz işte!' diyecek oluyorsunuz, hurra alışkanlıklarında ısrar eden bir müteahhit çıkıp, çimento çalmayı, malzemeden eksiltmeyi, demir kullanmadan sütun dikmeyi marifet sanıyor. Punduna getirip diktiği bina ile hayatınıza görünür bir kalitesizlik katıyor. Manzaranızı, göz zevkinizi bozuyor...

Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK) dün açıklanan veto kararının da kurnaz müteahhidin alışkanlığından farkı yok pek; çürük binalarda oturmamızı isteyen, her an başımıza yıkılacak mekânlara razı olmamızı öneren kurnaz müteahhide benziyor YSK. Henüz ses vermeye başlayan demokrasinin çanına ot tıkıyor. Hepimizi en başa dönmeye zorluyor; demokrasinin alfabesine, seçimin anlamına, temsilin önemine.

Tabii belli ki YSK, en başa dönüldüğünde kim kârlı, kim zararlı hesap edemiyor. YSK'nın son kararı karşısında, en uzak duranların bile hak vermek zorunda kaldığı bir demokrasi şampiyonu BDP.

Şöyle bir düşünün; seçim barajı ve görünmeyen bin bir badireyle muhatap olan bir partisiniz. Bütün zorlukları aşıp Meclis'te olmanın önemine inanıyorsunuz. Uzattığınız eli tutacak bir Allah'ın kulu olmadığı gibi, bir kurum da yok! Yasaklar ve yargılamalar dışında devletle muhataplığınız neredeyse sıfır.

Böyle bakınca Kürtler adına siyaset yapanların Türkiye demokrasisine yaptığı katkıyı misliyle teslim etmek gerekiyor.

Yüksek Seçim Kurulu bildiklerimizi sıfırlayıp baştan başlamamız istiyor madem, bunu bahane edip gerçeğe bakalım o halde; Türkiye demokrasisinin dinamiklerini samimiyetle değerlendirelim; Türkiye'de bugüne kadar sistemin en büyük muhalifleri muhafazakârlar ve Kürtlerdi. Ama görünen o ki, muhafazakârlar artık geçmişte olduğu kadar statükoyu sarsan bir tavırla var olmuyorlar siyasette. Önümüzdeki dönemde merkezle uyumun getireceği konforu süreceklerinin işaretleri hiç az değil.

Türkiye demokrasisi, dinamiklerinin daha açıklıkla yapılandığı bir dönemden geçiyor. Muhafazakârların geride kaldığı bu koşuda artık ipi göğüslemeyi Kürtler üstleniyor. Alevilerin de bu yarışa katılma ihtimali yok değil. Geçmişin aksine statükodan uzaklaşacaklarının işaretleri var. Aleviler önümüzdeki dönemin bir aktörü olma yolunda, CHP'den ayrışmanın, CHP'yi dönüştürmenin yollarını arıyor. Çünkü başta Kürt Aleviler olmak üzere statükoyla eklemlenmenin kendilerine bir avantaj getirmediğini fark ettiler. Bu saikle yeniden pozisyon belirliyorlar.

Kürtlere gelince, demokrasi koşusunda açık ara önde gittiklerini kabul etmekten öte, mücadelelerine saygı duymak gerekiyor. Kıyıya itilenlerin iktidarı talep etme biçimi siz istemeseniz de mecrasını buluyor. Üstelik daha yoğun bir arayış ve arzuyla. Bugün sistemin dışına itilen, bürokrasi ile yoluna engel koyulmaya çalışılanların yarın daha da güçlenerek gelmeleri ihtimalden öte bir kesinlik. Bentlerle engellenen suyun birikmesi gibi akacağı mecrayı kolluyor. Hal buyken, YSK veto kararına bahane kıldığı tozlu arşivlerden başını kaldırıp, biraz fizik bilgisi edinse, suyun termodinamiğine baksa mesela, memleketin geleceği için daha hayırlı olmaz mı sizce de!

Her şeye rağmen Meclis'te olmanın önemine inanan ve sistem onları kapı dışarı etse de, sistemin içinden söz söylemeye çalışan bir parti olarak BDP'yi sahiplenmek her demokratım diyenin boynunun borcu.

Türkiye, demokrasi koşusunda yorulan insanlar ülkesi ise eğer, o koşuyu sürdürmek isteyen birilerinin varlığını takdir etmek gerekiyor.