10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü nedeniyle, ülkemizde, 10 – 17 Aralık 2021 tarihleri arasında, İnsan Hakları Haftası olarak kutlandı. Bu kapsamda, tüm Dünya’da olduğu gibi ülkemizin değişik yörelerinde, insan hakları çiğnenmeleri, insan hak ve özgürlüklerine yönelik gelişmeler değerlendirildi, insan haklarının yerleşmesi için öneriler getirildi.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı ile İnsan Hakları Derneği’nin ortaklaşa yayınladıkları basın açıklamasında:

“BM, İkinci Dünya Savaşı’nın yol açtığı ağır insani yıkımın bir daha asla yaşanmaması için, barış, insan hakları ve demokrasi ideallerine dayalı uluslararası bir sistem oluşturma hedefiyle inşa edilmiştir. Bugün gelinen noktada maalesef bu ideallerin çok gerisinde kalınmıştır. Evrensel Bildirge’de yer alan hak ve özgürlüklere dayalı uluslararası bir düzen hâlâ kurulamamıştır. Maalesef BM, varoluş gerekçesiyle çelişir biçimde, hak ihlallerinin başlıca sebebi olan savaşları ve iç savaşları önlemede/sonlandırmada, mülteci krizlerine müdahalede, küresel çapta doğal ve kültürel mirasın korunmasında, yoksullukla ve adaletsizlikle mücadelede, başta kadınlara yönelik olmak üzere her türlü ayrımcılığı sonlandırmada yeterince etkin olamamaktadır. Gelinen aşamada güçlü devletlerin bir araya gelerek oluşturduğu çıkar ilişkileri, askeri ve ekonomik birliktelikler, insanların hak ve özgürlüklerini kullanmalarının önünde birer engele dönüşmüştür. Özellikle devletlerin demokrasi ve hukuk taahhüdünden giderek uzaklaşmaları insanlığın en önemli kazanımlarından birisi olan insan haklarının, hem bir referans sistemi hem de bir denetim mekanizması olarak zayıflamasına yol açmıştır” denildi.

Basın açıklamasında da belirtildiği gibi, insan hak ve özgürlükleri, küresel düzeyde bir tıkanıklık yaşıyor, Dünya’nın hiçbir yerinde özlenen düzeyde bir insan hak ve özgürlükleri sistemi kurulabilmiş değil. Tüm Dünya’da geniş halk yığınları hak ve özgürlüklerini elde etmekten yana arayışlarda, girişimlerde olurken, yönetenler insan hak ve özgürlüklerini yok etme çabası içindeler. İnsan hak ve özgürlükleri yönetenlerin korkulu düşleri.

Güvenlik kaygısı insan haklarını yok ediyor

İHD İskenderun Şubesi tarafından, Başkan Coşkun Selçuk imzasıyla yapılan basın açıklamasında şöyle denildi: “Ülke, 2016 yılından bu yana önce doğrudan, 19 Temmuz 2018 tarihinden itibaren de resmen kaldırıldığı söylense de yapılan pek çok düzenleme ile kalıcılık/süreklilik kazandırılan bir OHAL rejimi ile yönetilmektedir. Bu durum/süreç, siyasal iktidarın gücünü sınırlandıran anayasacılık ilkesinin terkedilmesine, böylece hem hukukun hem de kurumların baskıcı rejimin birer “aracı” haline getirilerek keyfiyetin ve bilhassa da belirsizliğin kamusal alana hakim kılınmasına yol açmıştır. Özellikle bir yönetim tekniği olarak başvurduğu belirsizlik yaratma gücü, siyasal iktidara salgın koşullarını fırsata çevirme imkânı sağlamıştır. Salgının olağanüstü niteliği ile OHAL’i birbiriyle ilişkilendirerek erkini daha da merkezileştirip toplum üzerindeki baskı ve kontrolünü arttırmıştır. Salgınla mücadeleyi önleme ve koruma eylemi olarak değil de güvenlik sorunu olarak ele alan siyasal iktidar, böylesi durumlarda hep yaptığı üzere öncelikle insan haklarını iptal etmeye yönelmiştir. Sonuç ise başta bilgi edinme hakkı, yaşam hakkı, sağlığa erişim hakkı, çalışma hakkı, ifade özgürlüğü, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü olmak üzere tüm temel hak ve özgürlüklerin sistematik olarak ihlal edilmesi olmaktadır.

Siyasal iktidarın ekonomiden toplum sağlığına kadar ülkenin tüm meselelerini güvenlik sorunu haline getiren, toplumu kutuplaştıran, ülke içinde ve dışında şiddeti esas alan, bilhassa da Kürt sorununun ve uluslararası sorunların çözümünde çatışma ve savaşı tek yöntem haline getiren politikaları sonucunda 2021 yılında ülkede yüksek sayılarda yaşam hakkı ihlalleri yaşanmıştır. Çok faklı toplumsal kesimlerden insanlar ya doğrudan kolluk güçlerinin şiddeti ya da devletin, “önleme ve koruma” yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu yapısal şiddetin veya üçüncü kişiler tarafından gerçekleştirilen şiddetin sonucu yaşamlarını yitirmişlerdir. Denilebilir ki siyasal iktidarın baskı ve kontrole dayalı yönetme tarzı sonucu günümüzde tüm ülke adeta işkence mekânı haline gelmiştir. Devletlerin insan haklarına yönelik saygısının dolayımsız göstergesi olan hapishaneler, bugün Türkiye’de siyasal iktidarın hukuku bir baskı ve sindirme aracı olarak kullanmasının sonucunda tıka basa dolu durumdadır. İfade özgürlüğünün kısıtlanması, kadına yönelik şiddet, belediyelere atanan kayyımlar, milletvekili tutuklamaları, anayasa gereği olan AİHM kararlarının uygulanmaması, yaşanan ağır yoksullaşma, mülteci ve sığınmacılara karşı ırkçı saldırı ve sömürü, Kürt sorununda yaşanan çözümsüzlük politikası, HDP’ ye açılan kapatma davası Türkiye ‘de insan hakları açısından endişe verici konulardır”.

İnsanın, toplumun değil devletin yaşaması ön sıraya alınan bir toplumda, insan hakları kağıt üstünde kalmak zorunda. İnsanın hak ve özgürlükleri devletin hak ve özgürlüklerinin önüne geçmeden, insan haklarının yaşandığı bir ülke olmak olanaksız.

İnsan olmazsa “devlet” olamaz. İnsanın hakları yaşama geçmeden devletin güvenliğinin her şeyin önüne geçirilmesi, ülke insanına, insanlığa yapılan en büyük kötülük.