“Ben miyim yürüyen daracık yolda, İnsana kıymet yok bu garip handa, İnsanca yaşamak zor bu zamanda”

Sokakta yürürken önümden iki kadın gidiyordu, ay abla baksana ne güzel yerler, sokaklar tertemiz dedi, biri diğerine. Tabi kızım dedi uzun boylu olan kadın görmüş geçirmiş, çok bilmiş edalı sesiyle, buraları zengin yeri, Allah bilir kaç lira çöp vergisi ödüyorlar, temiz olacak tabi.

Hiç bilgiç kadın gibi düşünmediğim sokaklara bir de onun gözüyle bakmaya çalıştım, çöp vergisini de düşünmemiştim daha önce, ne kadar olduğu hakkında da bir fikrim yoktu.

Evimizin hemen dibinde bir cami var karşısında da şık bir kafeterya o yüzden son zamanlarda hep önünde oturan göçmen insanlar oluyor. Yemek yiyen sohbet eden insanların karşısında oturup yanlarında çocukları onları fark etmelerini istiyorlar. Üstelik pahalı yiyeceklerin satıldığı kafeteryadan alış veriş yapan insanların vicdanlarına seslenip onlara karınlarının aç olduğunu hatırlatıyorlar.

Caminin duvarında sıralanmış olanlar tanrının huzurundan kalkan insanların vicdanına sesleniyor.

Cuma günleri sokağımızda Pazar kuruluyor, artık pazardan sebzeleri meyveleri yüklenip onların arasından eve gelmekten hoşlanmıyorum. Tüm arabayı önlerine bırakıp kaçmak geliyor içimden.

Keşke köydeki gibi bizim de mahallemizde bir misafirhane olsa. Canı sıkılan bunalan kadınlar arada yemek yapıp oraya götürseler ve iyi bir şey yapmanın mutluluğunu yaşasalar. Bazen muhtar kadını aramak geliyor içimden bir yer ayarlayın orada ihtiyacı olan yaşlı kimsesiz insanlara ya da evinde yemeği olmayan göçmenlere bir öğünde olsa yemek pişirelim demek geliyor içimden. Sonra devamını getiremem diye korkup vazgeçiyorum.

Evden taşıdığım yiyeceklerden dolayı beni tanıyor sokaktakiler.

Geçen sabah kapıdan çıkarken bir genç adam ve çocukları ile karşılaştım. Ben kendimi eksik hissedip kederle yüzümü düşürdüm başımı öne eğdim onunla genç adamla göz göze gelmemek için o neşeyle bana, günaydın abla dedi. O an kendimi fesat hissettim ama neşesinden ve günaydınından mutlu oldum.

Yazımın başına oturma nedenim aslında başka şeyler yazmaktı.

Öldürülen çocuklardan gençlerden bahsetmek üzere oturmuştum, açmıştım sayfamı. Artık mutsuzluğa tahammülüm yok. Ne bir kem göze, yüksek sese tahammül edebiliyorum. Doluyum o yüzden iyi şeylerden bahsetmek onlara dahil olmak istiyorum. Kaçmanın korkaklık olduğunu biliyorum. Kendini bilmenin de erdem olduğunun farkındayım.

Oğlum hakkında kimsenin olumsuz düşünmesine dahi tahammül edemezken annelerin evlat acılarına şahitlik etmeye katlanamıyorum.

Onun evde olmadığı zamanlarda kurduğumuz sofralardan zevk almıyorum. Pişirdiğim yemekleri onsuz yemek onun aç kaldığı duygusunu veriyor bana. Sanki önünden alıp yiyormuşum hakkına tecavüz ediyormuşum gibi mutsuz oluyorum.

Hal böyleyken çocuklarından uzak anneler, bahçede oynarken vurulan çocuklar, şahitliklerim, hayatı katlanılmaz kılıyor.

Bazen öfkelenip bana yaşadığım, günlük gailelere daldığım için suçluluk hissettiren her şeyden nefret ediyorum.

Bu gidiş gelişler beni yoruyor.

Yazmak istemiyorum, yazmazsam delirmekten korkuyorum, yeniden yazının başının başına dönüyorum. Çünkü zannediyorum ki sesimi herkes duyuyor, herkesle konuşuyorum böylece içim rahatlıyor. Acımı görünüyor kıldığımı sanıyorum.

Gece yarısı sokakta yüksek bir ses duysam kalkıp pencereye koşan ben, evine silahla girip kızını öldüren annenin acısına şahitlik etmeye tahammül edemiyorum. Hele videosunun ortalıkta dolanıp insanların bunu paylaşmasına da dayanamıyorum. Kimin neden bunu medyaya sürdüğünü de anlamıyorum. Ardında art niyet arıyorum. Bizi daha da korkutmak istediklerini, evinize ansızın gelir sevdiklerinizi böyle sizden alırız mesajı verdiklerini düşünüyorum. Ayağınızı denk alın diyorlar sanki.

Çünkü ne zaman başbakan ya da cumhurbaşkanı Beşiktaş’ta Dolmabahçe’de ki konutuna gelse böyle silahlı insanlar halkın arasında damlarda oluyor. Ve ben bizden oy verdiğimiz bizim yerimize karar versin diye seçtiğimiz insanların bize karşı neden böyle silahlandığını ve beni korkuttuğunu anlamıyorum. Sadece öfke nöbetine tutuluyorum.

Buradan yola çıktığımda ise sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş şehrinde ekmek almaya giden yaşlı adamın vurulması, dama çıkıp su deposunun vanasını açmak isterken ölen adam, astım krizi geçiren torununu öldürmesinler diye hastaneye götüremeyen, dışarıda düğün var silah sesleri oradan geliyor diye, insanların garabetini örtüp torununu avutmak zorunda kalan nineye şahit olmak, beni dibe çekiyor.

Rahatsızım. Onun çaresizliğini üzerime alınıyorum, seyirci bırakıldığım için suçlu hissediyorum.

Kapının eşiğinde ölü yatan hamile kadından kendimi sorumlu hissediyorum.

Öldürülmüş, çırılçıplak bırakılmış kadının yanında duran adamlara bakınca kendimi ölü ve çıplak sanıyorum.

Oy vermek meğer ne büyük sorumlulukmuş.

Yaşamak ne kadar zormuş.

Güzel günlerde görüşelim.