20 yıl geçmiş; çeyrek asır.

Tarih üstüne abanıvermiş; sessiz, efendi, karıncaezmez, haysiyetli bir gazeteci “Türkiye’de ve dünyada basın özgürlüğü” simlgesi haline gelmişti.

8 ay sorumlu müdürlük yaptığı Özgür Gündem’de çıkan (başkalarının) yazılarıyla 20 yıla mahkûm oldu Işık Yurtçu.

Üç yıla yakın hapis yattı.

Dünyada, Türkiye’de çok sayıda basın özgürlüğü ödülü aldı.

Ve “özgür basın” onu hızla unutuverdi.

Öyle hızlıydı ki; işsiz bıraktı, mesleki açıdan Yurtsuz bıraktı.

Sonunda, onun minik ölüm haberine, o günleri, mahkumiyeti dahi pek yazılmadı.

Dünyada basın özgürlüğü savunucusu” denen Uluslararası Basın Örgütü IPI, Işık için onca bildiri yayınlamıştı ama…

IPI üyesi, yöneticisi yerli medya patronlarıünlü cumhuriyetçi ya da demokrat köşe yazarları Işık’ı ışık hızıyla başından savdı.

 

***

 

20 yıl sonra ise…

Yine çok sayıda “gazeteci” yine “teröre yardım” suçlamasıyla hapiste veya yargılanıyor.

Sanki bir Işık öldü, bin karanlık doğdu!

Şunun hep farkında olurum:

Güneydoğu’da gazetecilerin peş peşe öldürüldüğü o günleri yahut 12 Eylül’ü hazırlayan suikastları, darbe dönemi eziyet ve baskılarını tarihten kazımadan, şu kötü günlerin “gördüğümüz en kötü günler” olduğunu söylemem.

Basın özgürlüğü açısından o günler çok kötüydü…

Bugünler de kötü!

Ama bugünü de çok kötü yapan mesele şu:

Zaten teşne bir medyadaki mumlaşma, mumyalaşma dışında; onca gazetecinin yargılanması, hapse atılması; üniversiteli mahpuslarının sayısının dahi unutulması hep “büyük demokratikleşme, darbelerle hesaplaşma çağı”nda!

Ötekilerin adı vardı: Darbe idi; Susurluk karanlığı dendi.

Oysa bu, kusursuzluk atfedilen bir on yıl sonunda varılan istasyon.

Tabii… O dönemlerin hakim zihniyet ve kanunları ile hakim medyacıları da, “Bunlar gazetecilikten değil, terörden yargılanıyor” diyordu; şimdikiler de öyle.

Ne değişiyor ki o zaman!

Siz de ancak onlar doğru ise doğrusunuz…

Onlar yanlış idiyse, siz de öyle!

 

***

 

Başbakan sık sık medyayı azarlıyor.

Zaten büyük ölçüde senkronize medya oluşmuş; yetmiyor.

Uludere’yi konuşmak da linç; Afyon’a yanmak da.

Tünel varken “yeni nesil Işıklar”dan bahsetmek, Suriye varken memleketteki kana kahrolmak da.

Elbet önyargılı, nasıl diyor, “cibilliyetsiz” gazetecilik türü de var.

Dün de vardı, bugün de var.

Kimi istikrarlı biçimde dün de öyleydi, bugün de öyle.

Kimi ise dün özgürlükçü, muhalif idi; bugün ise aynen beriki gibi.

Fakat AB mabe, demokratikleşme tikleşme sonunda, Işık hala tünelin karanlığına hapsolmuşsa…

Mesele sadece medya cibilliyetsizliği değildir ki…

Tünelde de problem olmalı!

Işık devri”nde, uluslararası örgütler açıklıyordu:

Dünyada hapisteki 167 gazeteciden 83’ü Türkiye’de!..

20 kadar yıl sonra, o zaman kimi 66 aylık olanların 66 aylık minikleri askere, pardon okula yazılırken, “Tünel devri”nde de kadro istikrarı korundu!

 

***

 

O vakitler Işık için epey yazmışım; bir yazı şöyle bitmiş:

Düşüncesini ifade ettiği için zincirlenenlerin, zincirlenmemek için düşüncesini ifade etmeyenlerin ya da sadece yasal veya maddi zincirle bağlanmış düşüncesini ifadeyle yetinenlerin, bununla da mutlu olabilenlerin varlık ve bolluğunda, basını özgür demokratik ülkeden söz edilebilir mi?

Zincirli gazeteciler varken kendini özgür sanan, belki kendini koruyabilir ama basın özgürlüğünü asla!

Ne zincirmiş ya!

 

 

Not: Sadece birlikte çalıştığımız Yurtçu değil, yine yılları paylaştığımız Tufan Aksoy da eksiliverdi yazı işleri penceremizden. Genç gazetecileri zaten hırpalayan bir ülkede; 60’larında gidenler kervanına katıldılar sessizce.