Üç bakan(ımız)ın oğulları, bürokratlar, iş adamları, belediye başkanının da aralarında bulunduğu onlarca kişi “rüşvet, yolsuzluk, hırsızlık” gibi gerekeler gösterilerek gözaltına alındı. Üzülüyoruz tabi ama Sayın Güler’in “Polis kimseyi boşuna gözaltına almaz” sözleri polisin bir bildiği var dedirtiyor bir yandan, neticede devlet büyüğümüz öyle demişse doğrudur. İyi de bu durumda da haklarında isnat edilenler doğru mu diye düşünüyor insan tabi haliyle. Ama, tabi bu olaya tek boyutuyla bakmanın ortaya çıkardığı sağlıksız bir düşünce. Oysa memleketin kuruluşundan bu yana başına bela olan “iç ve dış odaklar” düşünüldüğünde işin içinden çıkmamız daha da kolaylaşıyor ve beraberin de biz de rahat bir nefes almış oluyoruz. Müreffeh bir ülke olma yolunda hızla ilerleyen güzide ülkemizde , “istikrar ve ilerlemeye” karşı içerden ve dışarıdan kurulan komploların sayısı da her geçen gün artıyor tabiatıyla. Hatta öyle ki tüm dünyanın buna (Burkina Faso dâhil) temel gündem maddesi, Türkiye’deki bu istikrar havasının komplolar aracılığıyla bir biçimde sekteye uğratılması.

Hiç şüphe yok ki Sayın Başbakanımızın da ifade ettikleri gibi bu süreç “Gezi Komplosunun” bir devamı, Gezi’de “Kahraman Türk Polisinin” büyük direnişiyle karşılaşan karanlık odaklar emellerine ulaşmanın yolu olarak şimdi de bu komployu kurmak suretiyle istikrarımızı zedelemeye çalışıyorlar. Bu komplolar kurulurken de tabi, istikrarın esas mimarları hedef alınıyor.

Örnekse, Ali Ağaoğlu; Sırf İstanbullular rezidanslarda otursun diye dişini etine takmış, İstanbul’u at sırtında karış karış dolaşmış, nerede bir ağaç varsa söküp inşaat malzemesi olarak kullanmış bir adam. Hatta yeşile olan tutkusundan kaynaklı inşa ettiği rezidansların içine mesire yeri dahi düşünen ve bizatihi kendisi atının sırtında bu mesire yerlerinde gezinen bu adam, Ali Ağaoğlu; nasıl olur da hırsızlık yapar. Ha eğer hırsızlıktan kasıtları, istikrarı desteklemek suretiyle hükümetin yanında yer alması ve daha iyi hizmet sunabilmek için neredeyse İstanbul’u parselleyen tüm ihaleleri alması ise ya da sırf kendi özel ilgisinden kaynaklı yüz tane lüks otomobilinin (ki hangimizin yok ki? Mesela ben belediye otobüsüne binmektense banliyö trenini tercih ederim genelde) olması ise bu çok çirkin bir suçlama olur.

Yapılan suçlamaları deşifre etmeye devam edelim; Halkbank genel müdürünün ayakkabı kutusunda 4,5 milyon dolar nakit para ele geçirilmiş. İlk bakışta çok büyük bir meblağ gibi algılayabilir insan ama aslında öyle değil. Para ayakkabı kutusunda çıkmış, ha biri götürüp oraya koymuş mudur, onu da bilmiyoruz. Diyelim ki gerçekten kendisi koymuş sayın genel müdür, belli ki bir yerlere götürecek, belki bankaya, bekli de hepimiz için “hayırlı” olacak bir yatırımda kullanacak. Ama yok son tahlilde biz hemen çalmış gibi muamele ediyoruz koskoca genel müdüre.

Bakanların oğullar: Bu konuda bence en yürek burkucu açıklamayı Sayın Arınç yaptı. “Bir bakanın, oğlunun gözaltına alınması haberini basından öğrenmesi kadar kötü bir şey olabilir mi ?” sorusunu sorarak. Ne denir ki bu cümlelerin üzerine… Sayın Güler’den haber alınamıyor olmasını neye bağlanabilir ki başka, üzüntüsünden bir süre daha kahrolacak belli ki. Bizim istikrarımız için geceli- gündüzlü, kadınlı- erkekli(ama ayrı ayrı) çalışıp çabalayan bu insanlarında bir yüreğinin olduğunu unutuyoruz zaman zaman.

Hele bir Melih Gökçek meselesi var ki, kısaca değineceğim çok yazamıyorum zira bu tarz insanın içini burkan hadiseler üzerine. Adamcağız, kendisine twitterden şantaj yapmaya çalışan bir kullanıcıya (ki bu kullanıcı da ilişkili muhakkak malum çevrelerle) “nerden okudun” diye gayet insanı ve her ebeveynin yapacağı şekliyle soruyor. Korktuğundan mı, hayır, değil ama ortalık karışık işte… “Gezi Çetesi, Faiz Lobisi, iç-dış Odaklar” .Sonuç olarak oğlunu merak eden bir babanın masumane sorusu dahi politika sofrasına meze ediliyor, ne denir ki?

Hadi bu duygusallıktan biraz uzaklaşıp, rasyonel bir değerlendirme yapmaya çalışalım; tüm bu suçlamalara maruz kalan insanların çocukları var, çocuklarının da çocukları olacak ve soruyorum hangi birimiz kendimiz için, çocuklarımız için ya da doğmamış çocuklarımız için üç-beş kuruş bir kenara atmıyoruz. Atılan yer ayakkabı kutusu veya yastığın altı, bu mu mesele yani? Özetle rasyonel bir değerlendirme sonucunda aslında yine “istikrar” la karşılaşıyoruz.

Yaşanan hadiseye bir de başka bir pencereden bakalım; bu memlekette on binlerce insanın bir ay boyunca insanlık dışı koşullarda çalışarak bir ayda aldıkları para, bir “adam”mın evindeki ayakkabı kutularında çıkıyor. Bakanların çocukları hatta bazı iddialara göre kendileri dahi “Allah adına” memleketi parsellemişler. “İnşaat ya rabbi” diye koşan TOKİ, fukaranın kondusunu dahi elinden almış…

Tüm bunlar gözler önünde seriliyken, yaşanan sürece; AKP-Cemaat kavgası, paralel devlet kavgası, iktidarı istikrarsızlaştırma diyip on binlerce yoksul emekçi yurttaşın alın terinin çalınmasının üstü örtülmüş olmuyor mu? Yaşanan şey her ne ise, nasıl algılıyorsanız öyle tanımlamakta özgürsünüz fakat çok açık bir biçimde bir hırsızlık olayı var ortada buna ne demeli? AKP ya da Cemaat her kim çaldıysa…

Çok partili hayata geçtiğimiz günden beri “istikrar” belasından kurtulamadık, hiçbir dönemde inşa edilemeyen “hayali istikrar” için bu memlekette neler feda edilmedi ki, demokrasinin hep “istikrar”ın ötesine atılması bizi bu günlere getirmedi mi? Daha da acı olan muhalefet partilerinin yaşanan pespayeliğin üzerine gitmeleri gerekirken, CHP kanadından “sermaye kaçışının yaşanmaması için ve istikrarın bozulmaması için AKP’ye destek verebileceklerinin” açıklanması (http://www.sendika.org/2013/12/chp-sermayenin-derdine-dustu-iktidara-destege-haziriz/) BDP’nin “sürece karşı olanlar hükümetin gücünü azaltmak istiyorlar" minvalinde bir açıklamanın yapılması (http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/bdpli-aydogan-hukumetin-gucunu-azaltmak-istiyorlar-haberi-84405) nasıl bir demokratik olgunluk düzeyinde olduğumuzu açıkça ortaya koyuyor.

Katır sırtında elli lira kazanabilmek için birkaç bidon mazot kaçıran köylülerin üzerine F-16 savaş uçakları ile bomba yağdıran “istikrar” ve “istikrar seviciler”, keşke koli koli para kaçıranlar için de, en azından sahte de olsa “hukuk” yolunu işaret etseydiniz.