Teorik, tarihsel analizlere şimdilik gerek yok. Onları da konuşuruz gelecekte. İsveç iyi bir ülke. İnsan, toplum ve doğa ile ilgili birçok meseleyi çözmüş. Çözemediği meseleleri ise masaya yatırmış, üstüne çalışıyor.

Bu ülke sıradan insanlar ülkesidir. Kahraman ve Süpermen yok. Basit, sıradan ve sürdürülebilir bir hayat var burada. Bu hayat, insan özüne, doğaya ve topluma yakın ve uyumlu. Eğrelti gibi duran pek bir şey yok.

Güçlü bir sorumlu ahlak anlayışı var insanlarda. Aslından doğrusunu isterseniz bu ahlaka en uzak olanlar bile adapte oluyor bir zaman sonra. Misal bir eşyanızı kütüphanede unutursanız paniklemeyin. Birkaç gün sonra o eşyayı yerinde görebilirsiniz. Gerçekten öyle.

Sıradan insanların ahlakı üzerinden şekillenen toplum ve inşa edilen kamu sistemi çok güçlüdür. Propagandaya (beka, vatan, millet, din) ihtiyaç duymayacak derecede basit ve güçlü bir sistem var.

Tanıdığım inanç, ideoloji, ilkeler ve yahut alt üst kimlikleri düşünüyorum. Sosyalistlik, İslamcılık, ülkücülük, Alperencilik, ulusalcılık, Kemalistlik, Sünnicilik, Nurculuk, Nakşicilik, Alevilik, Nusayricilik, Türkmencilik, Ceyhancılık, Adana Demirspor taraftarlığı… Hiçbiri sıradan İsveçlinin ahlak sorumluluğuna sahip değildir.

Ki ahlak ve sorumluluk için ekstra bir alt üst kimlik, düşünce, görüş veya topluluk üyesi olmaya gerek yok.

Misal Türkiye'de kahvede oturuyoruz, "garson bir çay ver torpillisinden" diyoruz. Yani taze demli olandan. Devlet dairesinde tanıdık kovalıyoruz, işimiz hızlı yapılsın diye. Hastanede güvenlikçi bariyerini dahi birini bularak deliyoruz. Tanıdık, hemşire, doktor bulmaya çalışıyoruz. Belki bunların hiçbirine ihtiyaç yok. Doktor, hemşire ve diğer sağlık çalışanları işlerini hakkıyla yapıyorlardır fakat zihin dünyamızda öylesine güvensiz durumdayız ki ikna olmuyoruz.

Kim, hangi şanslı, sınava girip de atanmıştır? Vardır mutlaka, onlar ki çok şanslılar.

Polis tanımak, memur tanımak, partici tanımak hayatımızın kolaylaştırılması için mühim.

İşte İsveç'te bunların hiçbiri yok. Her memur senin kim olduğuna bakmadan işini sabırla çözecek kadar bir zamana ve bilgiye sahip.

Bu ne demek?

Bir defa memur o görevdeyse, yeterliliği vardır ki oradadır. Torpilsiz işe girmiştir. İşyeri o işe uygun sıfatlar ve eğitimler ilan etmiştir. Birçok insan başvurmuş ve biri işi almıştır. İşı alan erkek mi, kadın mı, eşcinsel mi, başörtülü mu, Budist mi, Skåneli mi, Vietnamlı mı, dinsiz mi, şişko mu, zayıf mı bunlara bakılmaz.

Sabırla çözer işini, çünkü bugün git yarın gel yok. Sorununu anlar ve o sorunun çözüm yollarını bulur. Bu bazen beş dakika sürer, bazen bir saat, önemli değil bu. Mesele sorunun çözülmesidir.

Bu torpil, kayırma belası Anadolu'nun saf temiz insanlarının hayatlarını kahrediyor, ayrıca ahlaklarını da bozuyor.

Kişi ahlakı ve sorumluluğu vardır. Yasalara saygılıdır burada insanlar. Bu bir kontrol mekanizması istemeyecek kadar içsel bir şeydir.

Herkesin işi var. Çalışmak hayatın temel kanunudur burada. Çalışan herkes insanca yaşayacak bir maaş almaktadır. Diyelim mesleğin yok. Öğrenci kredisi ile piyasanın ihtiyacı olan tüm mesleklerin eğitimini alabilir ve iş piyasasına katılabilirsin. Her yaşta, kredi veya destek ile mesleki eğitim alma hakkı vardır. 1 Ocak itibarıyla öğrenci kredisi ve yardımı alma yaşı 56'dan 60’a yükseltildi.

Kimse de mesleği üzerinden kamusal alanda kimlik, şahsiyet inşa etmez. Mesele ne çalıştığın değildir, çalışmandır. Zaten tüm işkollarında insanca çalışma koşulları vardır ya da koşulların iyileştirilmesi için çabalanmaktadır. Sendika var, başka kontrol mekanizmaları var. Çalışma kanunu var.

Bireyin sorumlu ahlakı, kamusal alanı şekillendirmiş ve devlet buna uygun yasalar ile inşa edilmiştir. Bu sebeple, güçlü insan, güçlü toplum ve güçlü devlet vardır.

Torpil yok.

Hile yok.

Kimse öteki değil.

Kimse ev sahibi değil.

Düşman yok, düşmanlaştırma yok.

Toplumu oluşturan her birey gerçekten bireydir. Yorucu ve bizim alışık olmadığımız bir özgürlüğü var. Fakat bu birey aynı zamanda bir o kadar da kamusal değerlere saygılı ve yasalara göre hareket eder. Devlet dediğimiz bürokratik mekanizma da insan hayatını kolaylaştıran bir şeydir.

Buraya kadar her şey güzel peki bu güzelliği anlamak, idrak etmek kolay mı?

Göçmenler yani bizler ne oranda bu ülkeye entegre olabiliyoruz? Bu çok ciddi bir meseledir. Çünkü kimi anti demokratik ülkelerden geliyor, kimi geri kalmış, kimi dünyanın ve zamanın öteki kıyısından gelmiş insanlar. İlk önce kendi belledikleri hayat değerleri ile buradaki hayatla çatışıyorlar. Kendilerini buraya dayatıyorlar ve ortaya kaos çıkıyor. Entegrasyon üç başlı bir süreçtir. Dil, iş ve eğitim yolu ile mümkündür. Biri eksik kaldı mı süreç eksik kalır. Ülke yasaları kendi halkının gelişimine göre yapmıştır. Dolayısıyla kontrol mekanizmaları zayıftır. Bu durumda özellikle göçmenler arasında dünya kadar gri alan ve siyah alan işleri oluşmaktadır. Herkes bunun farkında. İşte bu ülkede bulunan göçmen karşıtı İsveç Demokratları partisinin yüzde birlerden kısa sürede yüzde 20'lere çıkmasının nedeni budur. Boşuna Türkiye’deki Zafer Partisi’ne dikkat çekmiyorum. Göçmenlik iki taraf için problemdir ve entegrasyon uzun ve yorucu bir süreçtir. Yine de İsveç entegrasyon konusunda büyük bir sabırla iyi adımlar atıyor. Öyle demokrasiyi yaşamak kolay bir şey değildir. Tolerans, hoşgörü, eşitlik ilkesini uygulama gerçekten zor. Niye mi? En solcusu, en liberali, en sosyal demokratı, sıfatı ne ise onun olanın az altını kazı kendi bahçesinin baskıcı değerleri ortaya çıkıyor.

Bunu anlamak için şöyle bir örnek vereceğim. Hatta bu başka bir yazı konusuydu. Türkiye'de en özgürlükçü, liberal, hatta en bilmem ne kimdir? İşte onu bulun getirin ve İsveç'teki sağ skalada politika yapan Hristiyan Demokratların lideri Ebba Busch'u yan yana oturtun, kadın yüz kat daha demokrat çıkacaktır. Demem o ki demokrasi talebi iyidir de içselleştirmek eğitim ister.

İsveç sıradan insanlar ülkesidir. Kahraman ve Süpermen yok. Buna hiç de ihtiyaç yok. Özgürlük, yasalara saygı ve çalışmak ilk etapta İsveç'in en önemli esprisi olan şeylerdir.