'Başörtülü aday yoksa, oy da yok' kampanyası hak ettiği tartışmayı yaratmışa benziyor. Başka türlü ifade edilse belki de kimsenin dikkatini çekmeyecek bir konu, pragmatik mantıktan hareketle dile getirilince en ilgisiz olanları bile kendine getirdi.

Kampanyanın sloganını bulan her kimse tebrik etmek gerekir. Her ne kadar kendi adıma bu türden pragmatik mantık yürütmelere prim vermesem de, özellikle muhafazakâr kesimin erkek egemen zihniyeti üzerinde yarattığı etki açısından oldukça işlevsel bulduğumu söylemem gerekiyor.

Artık gelenekten de dem vursalar, modernitenin zaaflarından da söz etseler çıkış bulmayacakları bir durumla karşı karşıyalar çünkü. Gelişim biçimine müdahale edemedikleri bir değişim talebi karşılarındaki. İçinde yaşadıkları kültür bir modernlik biçimi üretiyor ve bu yeni duruma uyum sağlayamayan muhafazakâr erkekler eskiden değil belki ama bu defa sahiden çağın dışına düşme tehlikesiyle karşı karşıyalar! Onlara, gerçekten demokrat olup olmadıklarını artık başkaları değil, kendi kadınları gösterecek. Zaten böyledir. Hemen her toplumun doğal değişim dinamiği ancak o cemaat içinden çıkan aykırı, uyumsuz seslerle mümkün olur. Canan Arıtman istediği kadar Ali Bulaç'a modernlikten, kadın haklarından söz etsin ne yazar! Ama başörtülü bir yazarın ezber bozan yaklaşımı, muhafazakâr anlam dünyasını sarsabiliyor.

Kabul edin ya da etmeyin toplum olarak artık başka fazdayız. Türkiye hızla dönüşürken kimlik eksenli talepler kurdeleyi göğüsleyecek cevvallikle öne fırlıyor. Kimlik taleplerini takip eden grup ise kadınlar. Siyasette kadınların temsili önemli bir talep olarak karşımıza çıkıyor. Farklı kesimlerin kültürel hassasiyetleri ile içerik kazanan bu talepler, 'özcü' bakmamamız gereken kadın konusunda çok daha net göze çarpıyor. Kadın temsili denildiğinde sadece kendi kadınlarını anlayan kesimlerin iddialarını demokrasi adına öne sürmeleri ise hâlâ geçerli bir tutum. Mağduriyetlerinden ve kamusal alanın dışına mutlak bir biçimde itilmelerinden dolayı başörtülü kadınları burada ayırarak özellikle seküler değerleri savunan bazı kadın gruplarının demokratlık algısında ciddi bir sorun olduğunu düşünüyorum.

Bu kesimin sözcülerine göre ne kadar çok kadın Meclis'te yer alırsa demokrasi o oranda gelişir. Hâlbuki tecrübeyle kanıtlanan bilgi, kadınların iktidarda söz sahibi olmasının sırf kadınlıklarından menkul bir demokratlık getirmediğidir. Hatırlayın Tansu Çiller Türkiye'nin ilk kadın başbakanı olarak, beyaz döpiyesine faili meçhullerin gölgesini düşüren, kadınlığın, anneliğin değerlerinden nasiplenmemiş bir muktedir olarak geçti şanlı demokrasi tarihimize.

Yine hatırlayın Condoleezza Rice, Amerikan işgal tarihinin en acımasız kararlarını veren bir şahin olarak 'savaş kraliçesi' adıyla taltif edilmişti.

Dersim'e bomba yağdıran Sabiha Gökçen'i unutmadan, günümüzün modern kadın ikonu Canan Arıtman'a bakınca da aynı şeyi görüyorsunuz. Sarışın, beyaz döpiyesli Arıtman'ın silah tutkusunu duymayan yoktur. Arıtman, modern ve İzmirli olmanın şanıyla yetinmemiş olmalı ki silahın ona katacağı güce ihtiyaç duyuyor. Netice-i kelam, kendi başına kadınlığın demokratik bir öz barındırmadığı sır değil.Hal böyle olunca daha fazla kadının otoriter bir yönetimde yer almasını değil, demokratik mekanizmaları yerleşmiş bir siyasal sistemde kadınların doğru temsilini savunmak zorunlu hale geliyor. Demokrasiyi geliştirecek olan budur. Militer ruhlu, statükonun ateşli bekçisi olan kadınların kaplayacağı bir alanda, Arıtman gibilerin kurşunlarına hedef olmadan bir demokrasi yürüyüşü gerçekleştirmek ancak böyle mümkün olur.

'Başörtülü kadın aday' konusuna da benzer bir mantıkla bakılabilir. Başörtüsü sadece kadınlığa vurgu yaptığı için değil, başörtülü kadınlar, toplumun çeşitliliğini temsilen, demokratik kültüre yapacakları katkı için desteklenmeli.

Temsilde adaleti sonuna kadar savunan biri olarak şu ölçütü vazgeçilmez buluyorum: Meclis'e girecek kadınlar için öne sürülecek kıstas, anti-militarist tavır olmalı. Çünkü ancak şiddet politikalarını onaylamayan, statükoya mesafeli kadınlardan demokrasiyi öğrenebiliriz.