Ülkede, dünyada o kadar şey oluyor ki... Ki bunların içeriğini, gündelik hayatta çok duyduğumuz “hiç güzel (olumlu) haber yok” şeklinde özetleyebiliriz. Aralarından bir konu seçip işlemek tüm duygulara karşılık gelmiyor artık. En önemlisi de bunları kamusal alanlarda tartışamadıkça sanatçının ifade etme arzusu daha da perçinleniyor. Hatta son zamanlarda ülkemizde festival filmi ya da sanat filmi diye bahsedilen türde film yapan yönetmenlerin bir kısmının otobiyografik öğelerden uzaklaşıp adeta toplumda kanayan yaralara odaklanan filmler yapmayı tercih ettiğini ya da bu tür filmlerin seslerinin daha çok duyulduğunu söyleyebiliriz.

ozcan-alper-karanlik-gece-6

Emin Alper’in Kurak Günler’inde doğal afetler ve siyasi iktidarın tavrına değinmesi, Reha Erdem’in Seni Buldum ya filminde toplumsal ahlakı sorgulaması, Derviş Zaim’in rüya filminde özelde gayrimenkul odaklı büyümenin en büyük göstergelerinden kentsel dönüşüm süreçlerine ve genelde de ülkede yaşananların gerçek mi rüya mı olduğunu düşündürmesi gibi. Yine Deniz Gamze Ergüven’in Mustang filminde ataerkillik ve kadın olma meselesine eğilmesi, Mahmut Fazıl Çoşkun’un Anons filminde iktidar-sivil hayat çatışması, Semih Kaplanoğlu’nun Buğday filminde iklim kriziyle birlikte yaşanacak kıtlığı konu edinmesi gibi.

ozcan-alper-karanlik-gece-7

Bu yazıda bu örneklerden biri olarak Özcan Alper’in son filmi Karanlık Gece’ye değineceğim. Filmden aldığım ilk izlenim de yönetmenin çevremizdeki sorunların sebebinin ana kaynağını düşünerek o sebebi sorgulama çabasında oluşu oldu. Neden kötülük olur? Neden baskılarız birbirimizi? Neden kaçarız geçmişimizden? Neden sağduyulu, vicdanlı davranamayız? Dolayısıyla filmin kötülük, linç, vicdan, yüzleşme, geleneksel yapı, mevcut düzen/sistem gibi anahtar kelimeleri çağrıştırdığını söyleyerek başlayabiliriz filmi anlatmaya. Filmde sürekli zamanda ileri ve geri gitmeler ile anlatım gerçekleştiriliyor. Yazının filmle ilgili spoiler içerdiğini de belirtelim.

ozcan-alper-karanlik-gece-8

Film, İshak karakterinin annesinin hastalığını öğrenmesi sonrası yıllar önce yaşadığı kasabaya dönmesiyle başlıyor. Genel olarak bireysel bir hikaye anlatımı gibi bakılırsa film, bir geçmişle hesaplaşma filmi. Yıllar önce bir olay yaşandığını ve İshak’ın bu olaydan kaçmak için kasabaya adım atmayarak babasının cenazesine bile gelmediğini öğreniyoruz. Fakat annesi için geliyor. Annesine öyle vicdanlı merhametli davranıyor ki İshak karakterinin kötülük yapacağına inanmıyoruz. Bir süre annesine baktıktan sonra annesi vefat ediyor. Cenaze sonrasındaki sahnede annesinin yattığı yatakta, köpekleri Palyaço’nun yattığını görüyoruz. Tek bağı o kalıyor.

ozcan-alper-karanlik-gece-5

Bu sırada İshak’ın zamanında sevdiği kızla (Sultan) ilgili anılarını izlediğimizde kızın şehrin büyüsüne kapıldığını ve hem kendi hayatında hem de İshak’ta cesaret aradığını anlıyoruz. Şehire gidemeyecek olsa da şehirden gelen biri de Sultan için cezbedici. Nitekim şehirden kasabaya çalışmaya gelen ve Orman Mühendisliği okumuş Ali karakteriyle tanışıyoruz. Bir sahnede kasabayı gezdirirlerken bir obruğun kenarında duruyor ve manzarayı seyrediyor Ali. Kasabadan olan ekip arkadaşı manzaraya bakınca ona sıradan gelen dağı taşı görürken Ali, hayat görüyor.

ozcan-alper-karanlik-gece-4

Film boyunca taşra tekinsiz, sadece erkeklerin sosyal hayatın içinde olduğu ve sürekli erkekliklerini kanıtlamak durumunda kaldıkları bir yer olarak tarifleniyor. Bir sır tüm kasabalı için gergin bir ortam yaratıyor. Bu gerginliğin en önemli sebebi zamanında yaşanmış ve suç içeren bir olayı içlerinden birinin (İshak) gün yüzüne çıkarma isteği oluyor. Dolayısıyla diğer tüm etkilenecekler için İshak susturulması gereken bir düşman haline geliyor. Köpeği Palyaço’nun öldürülmesi kasabalının son mesajı oluyor İshak’a ve İshak’ın da bir kaç damla kalan neşesi elinden alınıyor adeta.

ozcan-alper-karanlik-gece-2

Ama zamansal sıralamada önce Ali tehdit olarak algılanıyor ve onun üzerine baskı kuruluyor. Sürekli izlendiğini hissediyor Ali. Kasabalı her fırsatta bir suç bulmaya çalışıyor. Ali doğayla çok haşır neşir ve boş zamanlarında da soyu tükenmekte olan bir hayvanı arıyor ormanda. Bir yandan da ormanda kasabalının av için kurduğu tuzakları(kasabanın hakim düzenini) bozuyor. Ali’nin hiç bir somut suçu bulunmasa da sürekli ormana gitmesini gerekçe gösterip terörist olarak bile yaftalıyorlar. Sonra ise hem Ali ile yakın arkadaş olması hem de farklı düşüncelerinin olması sebebiyle İshak hedef seçiliyor ve baskıya maruz bırakılıyor. Nitekim biri(İshak) içerdeki öteki diğeri (Ali) dışardan gelen öteki. Belki de bu ötekilikte ortaklaşıyorlar. Bunun en belirginleştiği sahnelerden biri dere sahnesi ki bu sahne İshak’ın çocukluğundaki güzel günlere dönüş gibi ve biri de beraber türkü söyledikleri sahne. Türküler de genel olarak birleştirici ve vicdanın temsili gibi gösteriliyor. İki farklı kültür (şehirli-kasabalı) türkülerde buluşmuş oluyor.

ozcan-alper-karanlik-gece-1

O karanlık gecenin fitilinin yakılması ise Ali’nin kasabanın kızına/namusuna yan baktığı iddiasıyla ortaya çıkıyor. Ali’nin tek somut suçu Sultan ile ders çalışmak, sohbet etmek. Onun üzerinden tüm kasabanın erkeklerini ayağa kaldırıyorlar ve İshak için de kötülük yapmanın koşulları hazırlanmış oluyor. Her ne kadar olay sırasında aklı başına gelip pişman olsa da film boyunca suçlu pozisyonundan sıyrılamıyor.

Ötekiyi yok etmek üzerine kurulu bir yazılı olmayan antlaşma var gibi kasabada. Aynı birlik beraberlik bir sırrın saklanmasında da vuku buluyor. İshak o kadar darbe alıyor ki artık kaybedecek bir şeyi kalmadığında tek amacı yıllarca kaçtığı gerçeklerin su yüzüne çıkmasını sağlamak oluyor ve obruk obruk Ali’yi arıyor aynı Ali’nin de bir vicdan görevi gibi nesli tükendiği düşünülen bir canlı türünü araması gibi. Ali’nin aradığı canlı türü gibi ‘iyilerin’ de soyu tükenmekte olduğu gibi bir bağlantıyı da çağrıştırıyor filmdeki seçimler. Hatta bağlamasıyla motoruna atlayıp yollar katetmesi ve karanlık obruklara inmesi bir noktada bir ozan ya da kahraman imajı da çiziyor. İshak’ın vicdanen en büyük yol göstericisi ise kaybolan oğlunu arayan baba. Onu gördükçe tazeleniyor adeta vicdanı ve o da arıyor Ali’yi ölü ya da diri bulup babasının karşısına çıkmak istiyor ve vicdan azabından kurtulmak istiyor gibi.

Tabii ölü ya da diri oğlunu arayan bir karakter görünce Cumartesi annelerini hatırlamamak mümkün olmuyor. Beraber dereye girdikleri için Ali’yi kastederek İshak’a seninki taşınmış diyerek eşcinsellik iması yapıyor kahvedekiler. Öncesinde de bir av gecesinde anlatılan Yörük Hasan hikayesi ile İshak’a kıssadan hisse ile “düzene çağrı” yapıyorlar adeta. Filmin üzerine kurulduğu en belirgin temalardan biri taşrada erkeklik rolü üzerinden kurulan baskı. Diğer bir tema da linç kültürünün suçluluk ve vicdan üzerinden tartışılması. Bu süreçte avcıyken av olma durumu ya da suçlu-suçsuz kavramlarının iç içe geçmesi vurgulanıyor. Suça göz yummak, sessiz kalmak ya da parçası olmak, iyinin içindeki kötü olmak, pişmanlık neyi geri getirir?, hatadan geri dönülebilir mi? İyi insan kime denir? gibi tartışmaları yaptırıyor film. Filmin sonunda ise İshak ve Ali, Ali’nin peşine düştüğü hayalde buluşuyorlar bir nevi.

Sonuç olarak film uzun olsa da akıcı sahneleriyle seyircinin kolay izlemesi sağlanmak istenmiş. Bir de film, obruklar, kasabaya gelen şehirli ve genel atmosfer bakımından Emin Alper’in “Kurak Günler” filmine benzetilmiş ve tartışılmıştır. Obruklar ilginç bir tesadüf olsa da meseleye benzer görülen unsurların her iki filmin hikayesinde de anlamlı olup olmadığıyla değerlendirmek gerekir. Zira aynı topraklarda benzer şeyler düşünmek bir noktada doğal karşılanabilir.

Kültürel olarak kurulabilen tek somut bağ türküler ve enstrümanıyla vicdanının sesine kulak vermeye çabalayan bir İshak karakteridir. Sultan karakterinin hem ahaliyi linç için gaza getirmek üzere kullanılması hem de İshak’ı tuzağa düşürmek için “yem” olarak kullanılması kadın karakteri çok işlevsizleştiren bir yapı oluşturmuş. Yine bir “kız meselesi” yüzünden olayların çıkması da bir klişe olarak duruyor. Kahve dökülme sahnesi, düğündeki bakışma sahneleri anlatım dilini popüler bir noktaya çeken sahnelermiş gibi hissettirdi. Filmde Ali’nin ablası karakteri ise baba ile İshak arasındaki bağı kuvvetlendiren ve tercümanlık yapan biri gibi rol üstlenmiş. İshak tüm yaşananları ablaya anlatınca İshak’ın suçlu mu suçsuz mu yargılamasında da ibreyi suçsuz olduğundan yana göstermiş gibi. En azından babasını emanet edebileceği güvende birisi İshak.

Filmi kavramsal bir yerden değerlendirecek olursak yazının başında belirtilen anahtar kelimelerden en ön planda olanının kötülük olduğunu ancak bu kötülüğün yapılmasında kişisel meseleler ve keyfi motivasyonlardan ziyade kişilerin üzerindeki toplumsal baskıyı dikkate aldığını söyleyebiliriz. Yani insanlar kötülük yaptığı zaman çevresinden etkilenerek yapar tezini savunmaktadır. Jean Baudrillard kötülükle mücadele etmenin kötülük üretimine katkıda bulunduğunu da belirtmektedir. Buradan bakılacak olursa taşra kültürüyle mücadele etmek üzerine de söz söylemektedir film.

Öteki ya da azınlık olduğunda iki seçenek vardır ya değerlerinden feragat edip çoğunluğa katılmak ya da çoğunlukla değerlerin uğruna mücadele etmek. Kötülüğü en azından İshak karakteri üzerinden ele alırsak stereotipleştirmeden anlatması da bu kavram üzerine daha fazla düşünmemizi sağlamaktadır. Film bir yapıyı-taşradaki geleneksel yapıyı örneğin- eleştirmek için öncelikle onun kökenlerini anlamak gerek diyerek bir düzene karşı gelmek noktasında temkinli bir yerde durmaktadır. Taşrada ne kötü ne değil? Kötülük kanıksanırsa ve normalleşirse, buna karşı durmak seni normal mi anormal mi yapar? Kötülüğün bulunduğun koşulla ne kadar ilişkili olduğunu da gösteriyor.

Bir zaman ya da dönem için normal gelen bir şey sonrasında kötü olabilir. Göz korkutmak dediğin şey yıllar sonra toplumun geldiği noktada bir zorbalık ya da kötülüğün konusu haline gelebilir. Nasıl ki bir zaman çocuk gelin olmak normalmiş gibi yaşanırken şimdi daha fazla tepki çeken ve karşı durulan bir unsura dönüşmesi gibi. Bu haliyle taşrada yabancı olmak fikri Dogville’i hatırlatmaktadır. Dogville filminde bir köye yabancı olarak gelen bir kadının kendini o topluma kabullendirmek adına kabullenmek zorunda oldukları din üzerinden anlatılırken bu filmde idealist bir erkeğin bir kasabaya yabancı olarak gelip kendi doğruları adına mevcut düzene direnme çabası anlatılmaktadır. Filmde kötülüğün en büyük etkisinin ise belirsizliği barındıran kötülük olduğu söylenebilir.

Herkes bir gerekçe ile karanlık geceyi omuzlayıp yaşamaya devam etse de babası için o gece orada olmaması ve olaydan haberdar olmaması ancak bir yoklukla baş etmeye çalışması en ağırıdır. Toparlayacak olursak; akıl ile bir şekilde iyiyle kötüyü ayırt edebilecek kabiliyette olsak da güç (erkeklik hali) ya da kısaca içinde bulunduğumuz koşullar ve kültür, kötülüğü çağırmayı kabul etmeye muktedir olabilir ve bu durum bir kıvılcım gibi çok basit bir sebeple ve en yakınından dahi sana bulaşabilir. Bu öyle bir noktaya ulaşabilir ki o toplumun devamlılığı ve iyiliği için yapıldığı yönünde ortak bir kanıyla kötülük olmaktan çıkarılabilir. Genel olarak benim için ‘derdi olan film’ olması ve bunu bütünlükle ve samimiyetle aktarabilmesi filmin en önemli özelliği. Sorunlarımızın sebeplerine dair işaretler bulduğumuz filmden hareketle karanlık gecelerin çözümlerinin de hayatımızda yer alması umuduyla…