Seçimden önce yazdığım son yazıda; "Bazen kaybeden kendini kazanmış zanneder; bazen de kazanan kendini kaybetmiş hisseder" gibisinden bir şeyler yazmıştım.

"Oyların yüzde 10'unu alabileceğini zanneden bir parti; oyların yüzde 15'ini alırsa kaçıncı parti olursa olsun 'kazandım' duygusuna kapılır; oyların yüzde 40'ını alan parti birinci parti olsa bile eğer oyların yüzde 50'den fazlasını almayı umut ediyor idiyse kaybetme psikolojisine girebilir" demiştim.

Seçim sonuçlarına baktığımız zaman; seçimin mutlak galibi olan AK Parti'de böyle bir kaybetmişlik duygusunun izlerini görmezken; oyların yüzde 26'sını alan ve 2. parti konumunda olan CHP'de bir "kazanmışlık" duygusunun izlerini ya da en azından böyle bir duygunun pompalanmaya çabalandığını görüyoruz.

Bu duyguları ve bu türden duyguların pompalanmak istenmesini doğal karşılamak gerek. Zira aksi takdirde bir panik havası yaşanacaksa bu paniği engellemenin en kolay yolu bu türden bir kazanmışlık duygusunu egemen kılmaktır. İsteyen inanır isteyen inanmaz... Ancak çok sevgi duyduğum Kemal Kılıçdaroğlu'nun; "Eğer birileri bana tek kişinin adaylığı için isim önerdiyse ve bu açığa çıkarsa o anda istifa ederim" gibisinden bir şeyler söylemesi ve bunun televizyon haberlerinde yer almasından sonra; Sayın Süleyman Demirel'in "Ben sadece bir kişi için ricada bulundum o da Sayın Haberal'a haksızlık yapılıyor" diye beyanat vermesiyle kıyamet kopacak gibi görünüyor. Doğrusu Sayın Demirel'e güvenmenin ağır bedelleri olabiliyor...

MHP'nin oyların yüzde 13'ünü toplaması; bence MHP açısından ciddi bir başarı. Düşünün ki; seçime bir gün kala bile barajın altında kalabileceğinden söz edilen; hatta bunun propagandası yapılan bir partinin kullanılan geçerli oyların yüzde 13'ünü almasının küçümsenir bir tarafı yok. Ancak Sayın Devlet Bahçeli'nin başarısının keyfini süreceğine; anlaşılmaz bir hırçınlıkla "Helalleşmeden önce hesaplaşmak gerekir" gibisinden bir çıkış yapmasına akıl erdiremedim. Seçimde kazançlı çıktığı düşünülen bir partinin liderinin daha ılımlı olması beklenirdi.

Ne gibi duyguların etkisinde olduğunu yakın gelecekte anlarız.

***

Söz MHP'den açılınca; siyasette milletvekili olarak yer almak isteyen birkaç ismin başarısızlığa uğramasına üzüldüğümü dile getirmek isterim.

Bunlardan biri; bizim İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nden meslektaşım Prof. Dr. Ahmet Gökçen.

Ahmet gerçekten TBMM'ye ve siyasal yaşamımıza çok katkıda bulunabilecek bir isimdi. Hele ortaya çıkabilecek tartışma ortamlarında "aklıselimi" ortaya koyabilecek bir isimdi. Seçilememesi bence çok yazık oldu...

MHP içindeki diğer bir isim Sayın Prof. Dr. Ümit Özdağ oldu. Kısa bir süre öncesine kadar genel başkanlık ya da genel başkanlık adaylığı için adı geçen Ümit Özdağ aslında seçilebilecek bir yerden aday gösterilmişti. Ama olmadı.

Doğrusu; bizi beklediği konusunda ciddi endişelerim olan tartışma ortamında Ümit Özdağ'ın sakin tavrından çok şey bekleyebilirdik. Ama bu da gerçekleşmedi.

Sadece MHP içinde değil. Diğer partilerde de aday olup seçilemeyen kimi isimler konusunda çok üzüldüm. Örneğin benim seçim çevremden aday olan Sayın Çetin Soysal'ın seçilememesine çok üzüldüm. Zaten İstanbul 2. Bölge'de aday gösterildiği sıradan seçilemeyeceği belliydi. Oysaki CHP'nin; Soysal gibi parlamenter deneyimi olan heyecanlı isimlere gereksinimi vardı. Bana öyle geliyor ki; Çetin Soysal'a reva görülen muameleyi yapanlar aslında kendi bindikleri dalı kesmiş durumdalar...

Bazı arkadaşlarım dile getirdiğim bu konuda şaşıracaklar ama benzer bir durum Sayın Şahin Mengü konusunda yaşandı. Hangi taraftan olurlarsa olsunlar CHP'nin bazı isimleri "hizipler üstü" görmesini beklerdim.

Barış ve Demokrasi Partisi'nin desteklediği bağımsızlardan Akın Birdal'ın seçilemeyişine de üzüldüm. Sayın Birdal TBMM'ye çok yakışıyordu.

Ufuk Uras'a reva görüleni ise açıklamak mümkün değil. Kişilikli olmak insanlara kimi engeller çıkartıyor...