TÜRKİYE yıldız gibi yükseliyor diyordunuz, işte Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’yi getirdiği nokta... Artık siz de korkuyorsunuz...
Dünkü “Korkuyorum” yazım üzerine yağmur gibi yağan maillerin bir bölümü böyle diyordu. Medeni dille yazılmış olanlara, İsmet Paşa’nın 1935, Celal Bayar’ın 1936 yıllarında Atatürk’e sundukları “Şark Raporları”nı okumalarını tavsiye ettim.
Amacım bu meselenin ne kadar derin, ciddi, karmaşık bir sorun olduğunu anlatmaktı.
İsmet Paşa raporunda bölgeyi “yalnız kuvvetle idare ettiğimizi” yazıyor, kaygısını belirtiyordu!
Celal Bayar “Kürt oldukları için bir kısım vatandaşlar okutturulmuyorlar ve devlet işlerine karıştırılmıyorlar” diye yakınıyor, bunun ileride doğuracağı “aksülamel”den (tepkiden) endişe duyduğunu yazıyordu!
Ben bu tarihi gerçeklerden dolayı bugünkü CHP’yi suçlamayı doğru bulmam. Bu bilgiler, sorunu kavramamız için önemlidir. Düşünmeliyiz:
Milli Mücadele’de hangi politikalar birliği sağlamıştı?.. Mesela “Amasya Protokolleri”nde ne yazıyordu? Ve sonra niye bu ayrılık gayrılık ortaya çıkmıştı? Bugün soruna nasıl bakmalıyız?

Ulus devlet inşası
Bana “görüyorsun, artık yuvaya dön” diye seslenen MHP’li okurlarıma asgariden Ziya Gökalp’in Kürt Aşiretleri Hakkında Tetkikler kitabı ile, Küçük Mecmua‘da Kürt meselesi hakkında yazdıklarını okumalarını tavsiye ettim.
Osmanlı geleneğine mensup Gökalp’in 1924’te ölmesi ve onun yerini Kazanlı “etnik Türkçü” Yusuf Akçura’nın alması Türkiye için talihsizlik oldu.
Ulus devlet inşası sürecinde, Gökalp öldükten sonra maalesef “antropolojik” anlayışın egemen olduğunu Prof. Zafer Toprak da Toplumsal Tarih’teki yazılarında ortaya koydu.
İnönü, Bayar, Özmen, Renda gibi dönemin yöneticileri tarafından “Şark Raporları”nda işaretleri verilen Kürt meselesinin önemli kaynaklarından biri bu yaklaşımın Kürtlerde tetiklediği derin “aksülamel”dir.
Bu raporlar için Hüseyin Yayman’ın Türkiye’nin Kürt Sorunu Hafızası adlı belgesel eserini okuyunuz.
Bugün de etnik Kürtçülük sorununun çözümü etnik Türkçülük değildir; aksine sorunu daha da azdırır.

Kürt milliyetçileri
Yazıma gelen tepkilerden bir bölümü de ılımlı ya da aşırı Kürt milliyetçilerine aitti.
“Demokrasi”yi bir değer olarak kabul etmiyorsak, bu sorunun çözümü yoktur! İki milliyetçilik boğazlaşır ve ikisi için de felaket olur!
Demokrasiyi bir değer olarak kabul ediyorsak, baş mesele, Türkiye demokratikleşirken PKK’nın ve BDP’nin ne kadar demokratik olduğudur!
Bölgede “demokratik özerklik” adı altında PKK-KCK ve BDP egemenliğinin kurulması, totaliter bir “cemahiriye”nin kurulması demek olur.
Muhafazakâr Kürtler, liberal Kürtler, Kürt işadamları ve çeşitli aşiretler ağır bir baskı altına alınacaktır... Bunun kanıtı özgürlükçü Kürt aydınlarının şimdiden hain ilan edilmesidir, infazlardır, “siyasi komiserler”dir, tehditlerdir, yakıp yıkmalardır...
Müthiş bir iç göç yaşanır... Kaos ve çatışma bütün ülkeye yayılır.
Nüfusun çok iç içe geçtiği bütün toplumlarda etnik ayrışma böyle vahim süreçlere yol açmaktadır.
Bütün bu tarihi ve güncel veriler karşısında ilk gerçek, radikal ve maksimalist yaklaşımların çözüm değil felaket getireceğidir!
O halde, hepimiz makul çözümler düşünmeliyiz; silahsız, öfkesiz, demokratik...