Sırıtır sıram sıram el kapıları
Sırıtır sıram sıram el kapıları
El kapıları da kölelik kapıları
El kapıları da kölelik kapıları

Ruhi Su

Daha önce okumadığım iki yıl önce yayımlanan Zülfü Livaneli’nin “Balıkçı ve Oğlu” romanına bir dostun evinde denk geldim. Livaneli türkülerini birlikte söyledik. Kitabı aynı gece okuyup bitirdim. Sürükleyici bir roman. Al eline oku bitsin. Bitirmeden bırakılmayacak türden.

Zülfü Livaneli gençliğimden beri takip ettiğim, hayranı olduğum ender sanatçılardan birisi. O’nun türkülerini söyledik, türküleriyle coştu bir dönemin gençliği. Hala söyler hala dinleriz. Çok yönlü sanatçı, iyi bir müzisyen olduğu kadar, iyi bir sinemacı olduğu kadar iyi bir yazar olduğunu eserleriyle kanıtlamıştır hep. Aldığı ödüller çevrildiği onca dil ortada.

Arafat’ta Bir Çocuk, Diktatör ile Palyaço, Leyla'nın Evi, Mutluluk, Serenad, Engereğin Gözündeki Karmaşa, Kardeşimin Hikayesi, Sosyalizm Öldü Mü? Rüzgarlar Hep Gençtir, Şapka, otuz kadar kitaptan bazılarıdır.

balikci

Besteleriyle, türküleriyle bizleri sarıp sarmalayan Livaneli’nin hayal kırıklıklarına uğramış, aldanmış, yalnız ve melankolik insanları anlattığı “Arafat’ta Bir Çocuk” öykü kitabını okumamın üzerinden kırk yıldan fazla bir zaman geçmiş. Edebiyatın en eski temalarından olan ve hala güncelliğini koruyan, hayır daha da yakıcı bir hal alan” sürgün”, ”sınır”, ”gurbet” ve “mülteciliği” işlediği “Arafat’ta Bir Çocuk”tan “Balıkçı ve Oğlu” göçmenlerin bir bilinmeze doğru göze aldıkları çileli ve ölümlü yolculuklarda hayatta kalma çabalarını işler. Bununla sınırlamaz elbette kendini. Aileden, doğa ve çevre tahribatına ve bunlara karşı mücadeleye dikkat kesilir.

“Mustafalar da Mesudeler de köylerdeki birçok aile gibi Girit göçmeniydi. Giritliler dağlardaki, ovalardaki her aşı ve kuşu bilir, otunu mantarını baharatını mevsiminde toplar, şevketibostan, civanperçemi gibi yabani kekik, çövenotu, adaçayı, nane gibi baharatlarla tatlandırırlardı. Sulu limonlar mandalinalar ve zeytinyağı bahçelerinin ürünüydü. ” Bu satırları okurken bir an Yaşar Kemal okuduğu hissine kapılıyor insan.

Bir süre belki de uzun sayılabilecek bir süre Girne’de yaşayacağım. Ne de çok yabancı var bu memlekette. Aynı dili konuşsak da ben de yabancısıyım buraların. Afrikalı ve Pakistanlıların görece fazlalığı şaşırtıyor beni. Hepsi de genç. Yaşlısına denk gelmedim daha. Çoğunluğu öğrenci olmalı. Bir kısmı da hizmet işlerinde çalışan işçi.

Buraya gelmeden, ( nedenleri bir yana) okuyamadığım, yarım bıraktığım dergi ve kitapları da getirdim. Üç aylık ”Teori ve Eylem” dergisinin 2022 Güz ve Kış sayıları da okunamayanlar arasında. Derginin güz sayısı “ Yeniden Paylaşım Çağında Göç” temasını işlemiş. ”Balıkçı ve Oğlu” romanından sonra önceliğim bu sayıda. Yaz sayısı da çıkmadan kış sayısını da bitirmek gerek ne de olsa süreli yayın. Zaman denilen şey de akıp gidiyor.

Tesadüf olsa gerek ki, ben tesadüflere inanırım; geçen hafta TRT 2’de “Omar ve Biz” sinema filmini izlemiştik eşimle birlikte. Filmi izledikten sonra Alin Taşçıyan ve Mehmet Açar söyleşisini de zevkle dinledik. Çoğu konuda aynı fikirde olsak da Suriyeli göçmenler konusunda zaman zaman farklı sonuçlar çıkardığımız, tartıştığımız olur. Özellikle kadına, çocuğa ve hayvanlara karşı işlenen suçlarda göçmenlere karşı tutumunda çok “acımasız” olduğu, iknaya kapalı olduğunu iyi bilirim. Suçlu suçludur milliyetinin ne önemi var. Her milliyetten insanlar suç işleyebilir. Elbette burada kişinin eğitim düzeyi ve içinden geldiği toplumun kültürel şekillenmesini de atlamamak gerekiyor. Uyum denen şey bir sıvı değil ki, döküldüğü kabın şeklini alsın.

“Omar ve Biz” filmini izledikten sonra yine yarım kalan Uluslararası Marksist-Leninist Parti ve Örgütlerin yayın organı “Birlik ve Mücadele” dergisinde (Kasım 2022/45) Ercüment Akdeniz’in “Türkiye’de göçmen işçiler, sınıf mücadelesi ve sosyalist bakış” makalesini okumak iyi geldi bana. Bu makaleyi de birine daha okutup tartışmak güzel olurdu ama nerede, bulunduğum yerde zor.

(…) Türkiyeli işçiler arasında kafa bulandırmak için çoklukla kullanılan bir kavram üzerinde durmak gerekir: ”Suriyeliler” ! Bu dışlayıcı kavram sınıf çelişkilerinin üzerini örten bir perde gibi kullanılıyor. Oysa ne Suriyeliler ne de Türkiyeliler “sınıfsız zümresiz” bir kitle. Suriyelilerin ya da Suriyeli mültecilerin içinde farklı sınıf ve tabakalardan insanlar bulunuyor”.

“Balıkçı ve Oğlu “romanının sonunda Zülfü Livaneli’yle yapılan bir söyleşi de eklenmiş. İnkılap Kitabevi iyi de yapmış.

“8 milyara yakın insan, hepimizi köleleştiren bir kapitalist diktatörlüğün saldırısı altındayız. Daha önceki çağlarda köleler ayaklarındaki prangalardan köle olduklarını anlıyorlardı. Modern köleler ise kendini özgür sanıyor, çünkü beynine geçirilmiş prangaları göremiyor. Dünya, kapitalistlerin, halkını soyan diktatörlerin, yolsuz bürokratların korkunç hırsına engel olamazsa, göçler de sürecek, terörizm de, isyanlar da. Bir insanın, şirketinin trilyon dolar etmesi bir yana, kişisel hesabında 700-800 milyar dolar bir para bulunmasının anlamı ne? Artı değeri sömürerek edindiği bu servet, eskiden olduğu gibi altın vs değil, o parayı bile görmüyor. Sadece bilgisayar ekranında sıfırlar sıfırlar. Bütün kavga, dünya nüfusunun mahvolması, bebeklerin ölmesi pahasına o soyut sıfırları artırmak. ”

Gerek “Omar ve Biz” sinema filmi gerek Livaneli ve sosyalistlerin fikirleri gerekse, “ Balıkçı ve Oğlu” romanı bizlere bir ayna tutuyor. Livaneli;” Göçmenlik o kadar zor bir yaşamdır ki hiç kimse gönüllü olarak göze almaz. Kendi ülkesindeki savaştan, ölümden, tehlikeden insanların macerasını izliyoruz. Bir dönem ben de politik mülteci olarak yaşadığım için ne demek olduğunu çok iyi bilirim. Göçmenler arasında, ülkesine göre ayrım yapılamaz, yapılmamalı. ”

Ayna kişiye kendi suretini yansıtır ama tersten. Bu yansımayı bilimle, sanat ve edebiyatla beslemezsek her birimiz birer ırkçı/ayrımcı ve bencilden başka bir şey olmayız. ”Ayna ayna söyle bana benden güzel var mı” repliği pamuk prenses masalındaki üvey anneye ait olduğunu bilmeyen var mı? "Üvey", öz değil yani...

Keşke insanlar da yunuslar kadar iyi olsaydı ”. Bu cümlenin anlamı “Balıkçı ve Oğlu “romanında. Şiirsiz, romansız velhasıl kitapsız kalmayın...