Geçen hafta Türkiye’nin Lefkoşa’daki DPT kökenli sefiri Halil İbrahim Akça ‘32 bin kamu çalışanı ve emeklisi bütçenin yüzde 85’ini çekiyor. Bunun geri çekilmesi lâzım. Bu hantal devlet yapısıyla ekonominin yürümesi mümkün değil. Siyasilerin ekonomik paketin bedelini ödemeyi göze almaları gerekiyor’ diyerek aylardır süren tartışmaya son noktayı koydu.

Akça’nın fermanına Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası Genel Sekreteri Şener Elcil’in tepkisi şöyle: “Adanın kuzeyinde yaşanan gerçekleri görmekten kaçan ve yaptığı açıklamalarla bunları gizlemeye çalışan Sn. Vali, kendi dayattıkları paketi ve kurdurdukları ayrılıkçı yapıyı da hantal olarak nitelemektedir. ‘Turizm yapın, ticaret yapın’ diyerek Sanayi Holding’i kapattırıp, fabrikaları söküp götüren siz değil misiniz? Dayattığınız paketlerle Kıbrıslı Türkleri göçe zorlarken adanın kuzeyinde oldukça kalabalık nüfus yaratan, gelen nüfusun iş, aş, sağlık, eğitim giderlerini Kıbrıslı Türklerin sırtına yıkan siz değil misiniz? Şimdi de karşımıza geçmiş bize akıl veriyorsunuz. Eğitime, sağlığa, ekonomiye para bulunmazken adanın her yerleşim yerine okuldan çok cami dikmek, külliye inşa etmek Kıbrıslı Türklerin eseri midir?”

Birleşik Kıbrıs Partisi Genel Sekreteri İzzet İzcan ise: “Kıbrıslı Rumların mülklerini, ülkemizin en güzel yerlerini, Kıbrıslı Türklerin öz varlıklarını yandaşlarınıza peşkeş çekeceksiniz, nüfus aktararak Kıbrıslı Türkleri yok olmakla karşı karşıya bırakacaksınız, Kıbrıs sorununun çözümünü engelleyeceksiniz. AB üyelik sürecinde bizleri rehine olarak tutup, ‘stratejik çıkarlarım var’ diyerek koz olarak kullanacaksınız ve bizlere ‘bedel ödeyeceksin’ diyeceksiniz. Türkiye’nin esas niyeti Kıbrıs’ın kuzeyini vilayet yapmak, nüfusu 1 milyona çıkararak, ikinci Hatay örneğini hayata geçirmeye çalışmaktır” diyor.

Ya ilhak ya federasyon

KKTC’yi fiilen yöneten sefir/valinin Kıbrıslılarla ilişkisine dikkat. Eskiden Kıbrıs dendiğinde akla önce adanın güneyindeki Kıbrıs Cumhuriyeti (KC) ile kuzeyindeki KKTC arasındaki bitmek tükenmek bilmeyen müzakereler gelirdi. Daha sonra AB ve diğer uluslararası kurumlar bağlamında Türkiye (TC) ile KC arasındaki husumet depreşti, iş daha karıştı. Artık KKTC ile TC arasında da bir mesele var.

Önümüze takvimi koyalım ve eğer TC adım atmazsa kördüğümün nasıl çözülemeyeceğini görelim. Bu ay KC’de Temsilciler Meclisi seçimi var. Her ne kadar başkanlığın yanında meclisin ağırlığı olmasa da müstakbel dengeler açısından seçim önemli. Diğer sabit tarih Temmuz 2012’deki altı aylık KC’nin AB dönem başkanlığı. Normalleşme olmazsa, TC’nin dondurucudaki AB ilişkilerinin altı aylığına derin dondurucuya girmesi demek. Yani çok zarar vermez ama ardından 2013’teki KC başkanlık seçimi var. Dolayısıyla eğer bir kıpırdanma olacaksa, 12 Haziran 2011 seçimi sonrasında bir yıl var. Ancak aktörlerden birisi artık yeter diyor: BM. 1945’ten bu yana gelmiş geçmiş en renksiz ve düşük profilli Genel Sekreter Ban Ki-moon dahi Kıbrıs müzakerelerinden bıktı. Temsilcisi Downer son tarihi Mart 2012 olarak belirledi. Hâsılı kelâm Temmuz 2011-Mart 2012 Kıbrıs konusunda dişe dokunur bir gelişme olmazsa sorunun iyiden iyiye çürüyeceğini ve özellikle KKTC-TC husumetinden dolayı açık krize dönüşebileceğini öngörebiliriz.

Ama bu, KC-TC husumetinin Türkiye’ye AB konusunda artık zarar vermediğini varsayarsak. Esasen tamamen tıkanmış AB müzakerelerinin özellikle gümrük birliğinde, vize, ulaştırma ve Serbest Ticaret Anlaşmaları açısından artık bıçağı kemiğe sapladığını hesaba katmak daha mâkul olur. Bu resimde kilitlerin anahtarı ortada: KC-KKTC müzakerelerinde ‘siyasî eşitliğe karşı toprak’ temel ilkesinden hareketle Doğrudan Ticaret Tüzüğü’ne karşı Maraş’ın iadesi gibi ara formülleri artık bir kenara bırakarak onyıllardır Türkiye’nin kendi çözüm formülü olan “yeni federasyon”un önünü açmak. Nitekim Talat dönemindeki müzakerelerde eşitlikte epeyi yol alınmasına rağmen geri verilecek toprakta yol alınmadığını hatırlatalım.

Bu formülün tek alternatifi, KKTC’nin bağımsızlığının tanınması hayalini kenara koyarsak, artık TC tarafından yönetilmesi giderek zorlaşacak KKTC’yi ilhak etmektir. Bu da her bakımdan çok pahalıya mal olacak bir alternatiftir. Kıbrıslıtürklerin aktörleşmesi çözümü ya da çözümsüzlüğün bedelini dayatan, muhtemelen son perdenin habercisi.