Aykut Kocaman, görevini bırakalı 104 gün oldu. 89’un 103 gol atabilen takımının Aykut’u, 96 sezonunun en zor maçında attığı golle milyonlarca çocuğu Fenerbahçe’li yapan Kocaman’ı…

Tanıdığımız herkes bize tarih olarak geri döner. Her spor karakteri bizlerde iz bırakmıştır.

Şenol Güneş de bir iz bırakmıştır. Yılmaz Vural da. Şenol Güneş 2002’deki dünya kupasında karizmasız olarak eleştirildi, saçlarının kesimi ile eleştirildi. Kaleci Şenol olarak birçok sert topu doksandan çıkaran Şenol Güneş, bu falsolu topları çıkartamadı ve değiştiremediği sistemin değişimine uğradı.

Giydiği kıyafeti de değiştirdi, o “kötü” kestiği saçı da. Şenol Güneş’e bunu yaptıranlar kendi ütopyalarını fakir bir Anadolu çocuğuna dayatıp başarılı olmasını beklediler. Çünkü arkalarında bir fakir Anadolu çocuğu daha vardı: Fatih Terim…

Fukara bir şehir olan Adana’nın “demir”inde de teri olan Fatih yıllarca uğraşılıp Terimleştirilmişti. Hıncal’lar ile arkadaşlık, Mehmet Ağar’lar ile dostluk yaptı.

Yılmaz Güney de fukara Adana’dan gelip dönemin en namlı kabadayılarıyla arkadaşlık, dostluk hatta kirvelik yapmıştı ama bu onu geldiği yere yabancılaştırmamıştı. Gidip Umut’u çekmişti mesela. O hala faytoncunun oğluydu zira.

Fatih, Terimleşip başarılı da olunca dili değişti. O artık mafyatik ilişkilerin tam ortasında duran, asan kesen, ders almayıp ders veren bir karaktere dönüşmüştü. Bir geç dönem Michael Corleone kişiliği oluştu.

Şenol Güneş 1 Mayıs’ları kutlayan adamdı, bu nasıl olacaktı derken oldu. Ama Fatih Terim gibi başarılı olmadı. Dört yıl şampiyonluk, UEFA kupası gelmedi. Basın mensuplarına ”onu çekme bunu çek” diyecek seviyeye de inemedi. Sonunda kaybolup gitti.

"Aykut Kocaman, bu ülkenin futbol çölünde bir vahadır" diyordu Barış Tut…

Aykut Kocaman, Fenerbahçe gibi popülizmin tavan yaptığı, malzemecisinin bile yıldız olduğu bir kulübü normalleştirmek ve biraz da evriltmek için çırpındı durdu. Bu çırpınışlar ona küfür, hakaret ve istifa sloganları ile geri döndü. Saçları daha siyahken şike davası başladı. Fenerbahçe ya bitecek ya bitecekti. Bu davayı açanların hesabını bozan ise gerçekçi olup imkansızı istemeyip, imkansızı isteyip gerçekçi olan Aykut Kocaman’dı…

Diren kelimesinin daha bir efsaneye dönüşmediği günlerde direndi. Bazen tek başına, bazen futbolcularıyla…

Ankara’daki büyük ağabeylerin ”puan sil, ligde kal” teklifine “bir puanı bile silmeyin, gücünüz yetiyorsa küme düşürün” restini çekti… Bu rest o ana kadar efsane olan Aykut Kocaman’a yapılan operasyonun başlangıcı oldu. Her yerde eleştiriler başladı. Giydiği eşofmandan, konuşma şekline, ahlaksızca laflar söylendi. Bir keresinde “bip” bile denildi bu güzide medya tarafından. O, bu takımı bir kere Şampiyon, bir kere yarım puan farkla ikinci yapmıştı ama başarısızdı. 29 yıldır alınamayan Türkiye Kupası’nı iki kere üst üste alınca, kupanın anlamı birden küçültüldü. Çünkü 3 yıldır bitmesi gereken takım yapıyordu bunu. Tarihinde Avrupa’da sadece bir çeyrek finali olan Fenerbahçe’yi Avrupa’da yarı finale getirdiğinde bile kendi taraftarının yarısı tarafından yuhalanıyordu.

”Ah be Webo” dediği anda finali bıraktığını biliyordu Aykut hoca. Webo’ya küfredip kadro dışı bırakmadı. Şike sürecinde bu takımı yalnız bırakıp bunun meyvelerini toplayabilirdi Aykut Hoca ama yapmadı. Alex’i yollamayıp, en fazla yine ikinci olabilirdi Aykut Hoca ama yapmadı.

O, antrenör takımına inanıyordu. Şu an Türkiye’de futbol entelektüelleri bunu konuşuyor.

O, futbolun sadece koşu değil ama önce koşu olduğuna inanıyordu. Şu an, ”ders almayıp ders veren” Fatih Terim bile bundan bahsediyor. O, Fenerbahçe’nin geçirmesi gereken evrimi geçirtti ve bu uğurda kendisini feda etti. O, bıraktığı gün kurban kesen taraftarı sevindirdi belki ama benim gibi artık onu, en az Fenerbahçe kadar sevenleri de yetim bıraktı.

O, gittiğinde gözlerimiz doldu, yutkunamadık. Şimdi mutlu olduğunu duyuyoruz. Hiçbir zaman sistem adamı olmadığını bize gösterdiği ve futbola bakışımızı değiştirdiği için teşekkür ediyoruz hocam. . .

Sen Kocaman Ümitlerimizin Sahibisin…