AKP’nin dün yapılan kongresi yaklaşırken, ülkenin AKP’li olmayan kesimlerinde de heyecan başgösterdi gibi oldu. Bunun nedeni, sanırım, ortaya atılan bazı yeni adlarla Başbakan’ın ağzından çıkan bazı eski sözlerdi (yani, bir süredir hiç söylemez olduğu şeyler). Ama kongre olup bittikten sonra, herhangi bir beklentiye gerek olmadığı daha iyi anlaşılmıştır sanırım. Seçim kampanyasından başlayarak, Başbakan’ın benimsediği pozisyonları beğenirsiniz, beğenmezsiniz, ama bunların nedenleri vardır. Genel bir politikanın parçasıdır. Dolayısıyla, yolda çıkacak her dönemeçte bunların değişmesi beklenemez. Ben kendi hesabıma, bundan böyle değişmeyeceği kanısındayım “dönemeç” ne olursa olsun.

Kongre sonrasında Taraf’ın manşeti “Türk-İslam minifestosu” diyordu ki, olay, üç kelimede bundan daha iyi özetlenemezdi herhalde.

Eski “balkon konuşmaları”nı andıran “hayat tarzına karışmayız” sözleri edilmiş, örneğin. “Yüzde doksan dokuzla iktidar olsak, o yüzde birin hakkını koruruz” teminatı da verilmiş. Ancak, var olan koşullarda ben bu sözlerin söylenmesini, söylenmemesinden daha tehlikeli buldum. Çünkü ortada bir uygulama var, bununla birlikte oluşan bir fiilî durum var. O durumun her ayrıntısını hükümete ve Başbakan’a bağlamak haksızlık olabilir. “Mahalle baskısı” sözünün pek çok şeyi açıkladığı, herkesin herkese bakarak kendi davranış kodunu şekillendirdiği, “konformist” bir genel kültürümüz var. Bunun sonucunda bir yığın Anadolu kentinde yemeğinizi içki içerek yiyebileceğiniz yer kalmadı, örneğin. Ama bunlar o kadar da “kendiliğinden” gelişmeler değil. Böyle olması için zemin yaratılıyor ve yaratan da sözleriyle, davranışlarıyla, bizzat Başbakan.

Bu durumda “karışmayız” demek fiili durumu yansıtmadığı gibi, “karışmadığı buysa karışınca ne yapacak?” düşüncesine de yol açıyor.

Tabii bundan çok daha yakıcı sorunları var Türkiye’nin, başta Kürt sorunu... Bunlar hakkında da söylenmiş dişe dokunur bir söz olmadığında, konuşma hakkında yazan herkeste genel bir konsensus var gibi.

Başbakan, “Benim Kürt kardeşim Selâhaddin Eyyubî’nin torunudur, bunların değil” demiş. Benim bildiğim akrabalık ilişkilerine göre, “kardeş” olduğuna göre, Başbakan da Eyyubî’nin “torunu” olmalı. Buna kendisinin fazla itirazı olmayabilir, çünkü Eyyubî tahmin ediyorum ki onun zihninde Haçlı saldırısını durdurmuş bir İslâm emîridir. Ayrıca, bu ülkede yaşayan Kürt nüfus içinde, böyle bir tutuma yakınlık duyacak kişiler olduğunu tahmin ediyorum. Ama bir “Kürt sorunu”muz varsa, sorun o yakınlığı duyanlarla değil, duymayanlarla, yani “kardeşlik”, “hısımlık”, her neyse, Başbakan’ın “kanlı terör örgütü” diye nitelediği kişilerle bir çeşit akrabalığı olduğunu hissettiği kesimle var. Onun için “Eyyubî’nin torunları” ile yakınlaşma bu sorunun çözümünde fazla bir rol oynamaz.

Alparslan’dan Erbakan’a uzanan bir “portreler galerisi”nde hamasî yükü ağır basan şiirler okuyarak partisini ve milletini “irşad” eden bir “tek adam” gördük böylece. Benzeri hiç görülmemiş bir manzara değil; yalnız, o benzerlerinin anıları ya da çağrışımları da çok hoş değil.