Başbakan Erdoğan 14 Temmuz’da Kocaeli de, partisinin ilk kongresinde siyasi hayatının en doğru ve en gerçekçi tespitini yaptı.

“Diktatörler korkak olur” dedi.

Erdoğan’ın bu tespitine ben de katılıyorum.

Bütün diktatörler korkaktır. Siyasi cesarete sahip olmadıkları için diktatör olmuşlardır. Sürekli bir gün iktidarlarını kaybedecekleri paranoyasıyla yaşarlar. Ve bu iktidarı nasıl koruyacaklarını nasıl daha da büyüteceklerini düşünürler.

Kendi iktidarlarını korumak için kendileri kadar korkak bir korku toplumu yaratmaya çalışırlar. Kendilerine karşı en küçük bir muhalefeti bile içlerine sindiremezler. Kendilerinden farklı düşünen farklı yaşayan tüm kesimleri ezmeyi mübah görürler. Çünkü onlar korkaktırlar.

Sayın Başbakan bu tespiti yaparken kendi iktidarını düşünmedi elbet. Beşar Esad’ı kastetti. Esad hakkındaki bu tespiti de gerçekçidir.

Ancak Erdoğan ustalık döneminde kendi adını da korkaklar listesine yazmayı başardı.

Kendisine büyük ölçüde bağlı olan ana akım medyadaki birkaç gazeteciyi bile içine sindiremedi. Onların söylediklerinden korktu.

Çünkü onlar doğruyu söylüyorlardı.

Ve diktatörler doğrulardan korkarlardı.

İktidar olduktan kısa bir süre sonra doğruyu söyleyen gazetecilerle uğraşmaya başladı Başbakan. 

Kimi zaman gerçeklikten taviz vermeyen gazetecilerin patronlarını tehdit etti. Kimi zaman gazetecilere hakaret etti.

İsmen ifşa etmekle tehdit etti. “Kaleminizden pislik akıyor” dedi. Gözüm üstünüzde diye gözdağı verdi. “Tasmalı köpek” olmakla suçladı.

Tutuklu gazeteciler için “silahlı saldırgan” dedi. Yargıya yol gösterdi.

Sonuç olarak Türkiye’yi tutuklu gazeteciler istatistiklerinde dünyada ilk sıraya yükseltti.

Neredeyse her gün bir gazeteci işini bırakmak zorunda kalıyor. Medya patronları yada yazı işleri müdürleri tarafından gazetecilerin yazılarına sansür konuyor. Son olarak Yıldırım Türker bu durum karşısında direndiği için Radikal Gazetesinden ayrıldı.

Hükümete yakın bir gazete farklı düşünen gazetecilerin boy boy fotoğraflarını yayınlıyor. Onları olmadık suçlamalarla hedef gösteriyor.

Hrant Dink davasında hiçbir gelişme olmuyor.

Ortaçağdan kalma Dahiliye Nazırı İdris Paşa her gün siyasi literatürümüze bayatlamış cümleler ekleyip gazetecileri terörist olmakla suçluyor.

Memlekette demokrasilerin “bekçi köpeği” olarak tanımlanan basın özgürlüğünün esamesi okunmuyor.

Sosyal medya emniyetin takibi altında direnmeye devam ediyor.

Hükümet kendisini sorgulamayan, eleştirmeyen tek tipleştirilmiş bir toplum yaratmak istiyor. Bu amaçlarına ulaşmak için hiçbir çabadan geri durmuyor.

Ana akım medyaya boyun eğdiriyorlar. Yazarları kendi propagandalarını yapan görevliler haline getirmeye çalışıyorlar.

Kimse gidip Şemdinli’yi yerinde göremiyor. Kimse Uludere’yi yazamıyor. Yazmaya çalışan ya işinden oluyor. Ya da soluğu cezaevinde alıyor.

Gazete manşetleri neredeyse her gün kelle yarıştırıyor.

Hükümetin sözcüsü “Birkaç Mehmetçik için meclis toplanmaz” diyor. Dağlarda ölen askerlerin kendileri için hiçbir öneminin olmadığını yüksek sesle vurguluyor.

Milli Savunma Bakanı kendisine çatışmalarda ölen paralı askeri personelin gizlendiğine ilişkin soru önergesini cevapsız bırakıyor.

Şemdinli’de devletin helikopteri ile 17 askerini bombalayarak öldürdüğü iddia ediliyor.

PKK, Şemdinli’de kontrolün kendilerinde olduğunu söylüyorlar. Bu konuda her gün yeni videolar sosyal paylaşım sitelerine düşüyor. Devletin Şemdinli ile karadan bağlantısının kesildiği iddia ediliyor. Askerleri yetkililerin ilçe merkezine sıkışıp kaldığı söyleniyor.

Hükümet bu konularda bir şey söylemiyor. Sürekli kelle hesaplamaları yapmak dışında sorunun çözümüne ilişkin bir icraatta bulunmuyor.

Gazetecilerin ve muhalefetin bölgeye gidip incelemeler yapmasına izin vermiyor. Muhalif sosyal medyayı kendi kurmaylarına bile yasaklıyor Başbakan.

Uludere’de 8 aydır tutuklu olan köylülerden ve bu köylülerin devlet tarafından Hasip Kaplan aleyhine gizli tanıklığa zorlandığından bahsetmiyorlar.

Toplumda yükselen Alevi ve Kürt düşmanlığına karşı bir tavır takınmıyor medya.

Hüseyin Aygün’ün PKK tarafından rehin alınması karşısında kıyamet koparılıyor. Televizyonlarda her zaman olduğu gibi ağızları kan kokan stratejistler, emekli askerler boy gösteriyor.

Ancak medya Hüseyin Aygün konusunda gösterdiği duyarlılığı hala tutuklu olan 8 milletvekili için göstermiyor. Kimse bu milletvekillerinin 1 yılı aşkın süredir halk iradesi hiçe sayılarak rehin alındığını aklına getirmek istemiyor.

PKK’nin en azından rehineye gösterdiği muamele ve rehinelik süresi konusunda AKP’ye demokrasi dersi verdiğinden söz etmiyorlar. Söz edecek olanları başbakan öncesinden silip süpürüyor zaten.

Geriye tek tercih olarak muhalif sosyal medya kalıyor.

 

Sayın Başbakan!

“Diktatörler korkaktır” dediniz.

Çok doğru söylediniz. Ama unuttuğunuz bir şey var.

O da tarihin korkak diktatörlerin, korkak iktidarların, zalimlerin cesetleriyle dolu olduğudur. Hatırlananların isimlerinin lanetle okunduğudur. Bu dünyanın diktatörlere kalmadığıdır. Umarım unuttuğunuz bu gerçeği en kısa zamanda hatırlarsınız. Tarih size de layık olduğunuz yeri verecektir.

 

Hadi Eyvallah... Çocukken pazar gününü iple çekme sebebim Alf`i seslendiren değerli sinema ve tiyatro emekçisi Müşfik Kenter...