Her şeyin başı eğitim...


Ne klişe bir söz değil mi? Ama aynı zamanda da gerçek. Fransa'nın Soykırımı inkar edenlere ceza uygulaması getiren yasa tasarısını parlamento gündemine getirmesiyle birlikte Türkiye'nin de gündemine giren Ermeni soykırımı ile ilgili haberleri ve köşeleri okudukça eğitimin hele ki Türkiye'de eğitimin ne kadar geri kaldığını ve farklı idealleri vatandaşlarının beyinlerine empoze etmek amacıyla kullanıldığını bir kez daha anlıyorum.

 

Bu ülkedeki eğitim sistemi nasıl erkeğin egemenliğini beyinlerimize kazımış ise o şekilde Ermenilerin "kötü" olduğunu da beyinlerimize yerleştirmiş. Adeta kodlarımız ile gizlemiş beyinlerimize. Ben de Cengiz Aktar ile röportaj yaparken farkına vardım. Yorgunluktan olsa da kabul edilebilecek bir hata değildi zira yaptığım. Dudaklarımdan "Ermeni iddiaları" sözleri dökülüverdi.

 

Sonra kendimden utandım. Ama bir o kadar da kızdım. Zira bu ülkede yetişmiş biri olarak ben de her ne kadar Ermeni okullarında eğitim almış olsam da Türkiye'deki milli tedrisatın ürünü olan biriyim. Ailem ve çevremdekiler de öyle. Dolayısı ile ben farkına varmadan beynime kazınmış bu sözcükler. Oysa ki artık ne "iddiası" kaldı bu işin ne de "sözde" olması.

 

Türkiye bugün Ermeni Soykırımı'nı alenen tartışabiliyor, konuşabiliyor. Tepkiler ve protestolar olsa da 24 Nisanlarda anma gerçekleştirebiliyor. Tabi ki bunun yeterli olduğunu söylemiyorum. Söyleyemem de zaten.

 

Düşünün bir kere yüz yılın verdiği bir baskı ve trajedi ile yaşamış bir halkın insanlarının acılarını sadece yarım ağız bir özür ile dindirebilir misiniz? Dindiremezsiniz.

 

Bu satırları yazarken ve soykırımı konuşurken elbette ki tüm bu olayların Türkiye'de konuşulabilmesi için ilk adımları atan Türkiye'de demokratikleşmenin ilk yapıtaşlarını atan Hrant Dink ve onun gibi insanların ödediği bedelleri önümüze koyup düşünmemiz ve konuşmamız gerekir.

 

Bugün Fransa'da daha önceden zaten onaylanan Ermeni Soykırımı yasa tasarısının karşısına Hrant Dink'in 2006 yılında Reuters'a verdiği yanıttan daha ileriye gidebilen bir cümleyi Türkiye'de kimse sarf edebilmiş değil.

 

Hatırlamayanlar için hatırlatayım;

 

"Paris’e gideceğim. Orada Concorde Meydanı’nda bir taşın üzerine çıkacağım ve haykıracağım: 1915’te Ermenilere soykırım yapılmamıştır. O taşın üzerinden ineceğim, Ankara’ya gelecek Güven Park’ta bir taşın üzerine çıkacağım ve ‘1915’de Ermenilere soykırım yapılmıştır!’... Fransa bir kolumdan Türkiye öteki kolumdan tutup beni hapiste sürüklemek isteyecek. Ama ben düşünce özgürlüğünü savunmaktan bir an bile geri kalmayacağım. Bu benim bir aydın olarak, bir insan olarak namusumdur, ödevimdir, sorumluluğumdur. Fransa, böyle bir yasa ile takiye, ikiyüzlülük yapıyor."

 

Bu sözlerin üzerine henüz kimse bir kelime dahi ekleyemedi.

 

Fransa'daki bu yasanın geçmesinin ardından Şubat gibi Cumhurbaşkanlığı'na gelmesi ardından da 2012'nin Mayıs ayındaki seçime kadar onaylanması bekleniyor. Bu yıl ancak çok küçük bir farkla kendisinden daha milliyetçi rakibine seçimi kaybetme korkusu yaşayan Nicolas Sarkozy'nin seçim öncesinde Fransa'daki 500 bin Ermeni oyunu istemesi ve bu adımları atmasını bu yüzden garip karşılamıyorum. Ermeni soykırımı ile ilgili yasalar 2012'de ve soykırımın 100. yılı olan 2015'e kadar artan sıklıklarla dünyanın çeşitli yerlerinde gündeme gelmeye devam edecek. Türkiye buna hazırlıklı olmalı.

 

Oysa Türkiye'nin kendi tarihindeki kara gerçekleri bir çarşafa saklamaya çalışan zihniyeti şimdi onun bu çarşafa dolanmasına sebep oluyor. Türkiye Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlık seviyesindeki tehditler ve son dakikada toplantılarını iptal edip devletin zoruyla Fransa'ya gidip iş insanları üzerinden ekonomik baskı uygulamaya çalışan kapitalist düzen Türkiye'nin bu işten sıyrılmasına izin vermeyecek.

 

Türkiye bu sorunu kendi sorunu olarak algılamadıkça ve saklamaya, inkar etmeye ve sataşmaya devam ettikçe tarihin kara sayfalarında daha da boğulacak.

 

Türkiye'nin Fransa gibi bir ülkenin ya da herhangi bir Avrupa ülkesinin kendisinde ders vermesine ihtiyacı yok. Birçok milliyetçi yazarın bu konuda dediğine katılabiliriz. Ancak şunu unutmamak gerekir. Orhan Pamuk, Elif Şafak, Ragıp Zarakolu, Taner Akçam ve tabi ki Hrant Dink gibi isimleri ifade özgürlüklerini kısıtlayarak yargılayan ve mahkum eden bugün 1000’lerce Kürtü ve gazeteciyi iddianamesiz gözaltına alan Türkiye, dünyada herhangi bir ülkeye ifade özgürlüğü verecek SON ülkedir.

 

Bu yüzdendir ki Türkiye tarihi ile yüzleşmelidir.


Yüzleşmedikçe yüzleştirilmeye zorlanacaktır. Tüm dünya ülkelerinin soykırıma "soykırım" dememesi için tek engel Türkiye'nin bu konuyla bir an önce yüzleşip vicdanları rahatlatacak bir sürece girmesidir.

Bahsettiğim vicdanlar sadece Ermenilerin vicdanı değil Türkiye'nin vicdanıdır. Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan geçtiğimiz hafta Marsilya'da yaptığı açıklamada "Türkiye'nin soykırımı tanıma süreci en çok Türkiye'nin demokratikleşmesine yarayacaktır" diyordu.

 

Türkiye Ermenistan ilişkilerini koltuğunu kaybetmek pahasına normalleştirme çalışmalarına giren Sarkisyan'ın bu sözleri anlamlıdır. Üzerine düşünmeye değerdir.

 

Başta da dediğimiz gibi her şeyin başı eğitim, önce bizlerin zihinlerindeki şu kötü Ermeni algısını silmek için Türkiye'nin belleğinin geri gelmesi gerekiyor. 1938'i, 1915'i, 1942'yi 1944'ü 1955'i 1980'i tekrar tekrar hatırlamamız gerekiyor...