1938 Kasım ayının 9. günü 10.’ya bağlanırken insanlık Almanya’da en karanlık gecelerinden birisini yaşıyordu. Yürekten değil ses, tek bir nefes çıkmıyordu gökyüzüne solumak için. Loş sokak lambaları ıssızlığı işliyordu akacak kanın durmayacağı damarlara. Faşizm kanlı yüzünü ölüm kusacağı düşmanına dönmüştü ve Yahudiler hedefti. Kanlı provokasyondan 1 ay kadar önce Alman faşizminin sürdüğü 17.000 Yahudi düşsüz ve bitap Polonya’nın da sınırlarını kapatması sonucu sınır arasında sıkıştı. Sürgünlerin nerede ise tamamı hastalıktan, açlıktan ve hastalıktan yaşamla yurtsuz vedalaştı. Mezarları dahi yoktu bu ölülerin.

Babası ve annesi mezarsız 17.000 ölümlü içinde yer alan Herschel Feibel Alman Konsolosluğu'nu bastı. Vicdanının ve aklının babasının katili olarak resmettiği, Konsolos Von Welczek’i bulamayınca sekreteri Von Rath’ı öldürürken eli hiç titremedi. Faşizmin Propaganda Bakanı Gobbels bu fırsatı kaçırmadı. SS’lerin, SA’ların tasmasını çıkardı. Alman ırkının güvenliği için ısırın, yok edin emri verdi. 91 Yahudi’nin gecenin sonsuzluğuna karışan çığlığı son nefes olurken, Yahudilere ait 7500 işyeri talan edildi, 1668 Sinagog ateşe verildi, 30.000 Yahudi tutuklandı. O gece Yahudi işyerleri ve evlerinin kırılan, yollara düşen cam parçacıkları geceyi kristalize etmişti. O nedenle insanlığın o utanç gecesi “Kristal Gece” adını aldı. Almanya’daki faşist iktidar 10 Kasım sabahında da Yahudileri rahat bırakmaya niyetli değildi. Çıkardığı ırkçı yasalar içerisinde “Yahudi çocukları Almanya’da okuyamaz” diyen kanun içlerinde en masum kalanlarındandı. Artık Almanya’daki Yahudilere gönüllü göç yollarından başka bir tercih kalmamıştı. Kızıl Ordu’nun Alman Faşizmini ininde imha edişine dek sürdü bu sürgünlük. Hitler karısı Eva Braun’la birlikte Kızıl Ordu’nun kendisine ulaşmasına birkaç yüz metre kala intihar etti. Hitler’in intihar haberini alan Gobbels 6 çocuğunu ve karısını “Führersiz bir dünyada sizin de yaşamanız anlamsız” diyerek öldürdü. Ve son kurşunu kendisine sakladı.

PROVOKASYONSUZ IRKÇILIK OLMAZ

Kaderin bir cilvesinden kaynaklı olsa gerek, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal de Kristal gecenin sabahında yaşama veda etti. Gözlerini son kez kapatırken, Anadolu topraklarında bir “Kristal Gece” tekrarı yaşanacağından habersizdi. 1955’in 6-7 Eylül’ü takvim yapraklarına ve Anadolu topraklarının batı tarafına kan ve leke olarak düşmüştü. “Atatürk’ün evi bombalandı” haberi Demokrat Parti'nin sesi olan radyo kanallarında kulak tırmalıyordu. MİT’çi Nihat Perin’in çıkardığı İstanbul Ekspres isimli DP eğilimli gazete kışkırtıcı, ırkçı manşeti ile ertesi gün Kıbrıs Türktür Derneği (KTD) adlı faşist örgüt tarafından yaygın bir şekilde dağıtıldı. Kıbrıs Türktür Cemiyeti’nin genel sekreteri Kamil Önal’ın, “Mukaddesata el uzatanlara bunu çok pahalıya ödeteceğiz” demecinin de yer aldığı gazete kısa sürede İstanbul sokaklarında dağıtılmıştı. Normalde 20.000 basılan gazete o gece 290.000 basıldı. 6 Eylül gecesinden, 7 Eylül sabahına dek Rumların merkezinde olduğu akıl dışı saldırı “kalimera komşu”yu dipsiz kuyulara taş niyetine gönderiyordu. Onlarca azınlık yurttaş katledilmiş, binlerce işyeri ev tahrip edilmiş, yüzlerce azınlık kadını tecavüze uğramış, ibadethaneler ve azınlık okulları yakılmıştı. İdam cezasına karşı olmanın erdemli bir tutum oluşu ile Menderes’in sütten çıkmış ak kaşık olup olmama halleri burada sorgulanmalıdır. 6-7 Eylül faşist saldırısında esas olan cana değil, mala zarar vermekti. Tıpkı Hitler’in 1938 “Kristal Gecesi'nde” olduğu gibi… Mal zarar görünce kapitalistleri çok evham alır. Buna uygun senaryo gereği 6-7 Eylül komünistlere ihale edilmeye çalışıldı. Aziz Nesin, Hasan İzzettin Dinamo, Asım Bezirci, Kemal Tahir gibi devrimci aydınlar 6-7 Eylül’de servete verilen zarar üzerinden sorumlu tutulmaya çalışıldı. Daha sonra devlet yaptığı planın komediye kaçtığını görünce bu tasarımdan vazgeçti.

TARİHE TUTULABİLECEK EN AYDINLIK IŞIK: VİCDAN

Polonya ve Almanya sınırında çaresizce sıkışmış ve 17.000 cesede dönüşmüş canın böylesi bir vicdana ihtiyacı var. Beyoğlu’nda 6-7 Eylül'de tecavüze uğrayıp katledilen Elena’nın da… Harçlık verdiği çocukların evini yağmaladığına ve kızlarını ölümle burun buruna getirdiğine tanık olan Fenerbahçeli Lefter Küçükandonyasin de… Nazım Hikmet’in; “sen büyük güzel ve muzaffer ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan” dediği memleketimin de… Vicdanımız tarihe tutabileceğimiz en aydınlık ışık oysa. “Kristal gecenin” ardındaki vitrinlere inat aydınlanmanın ışığını insan kimliğimize düşürebileceğimiz en onurlu meşgale olsa gerek. Artık ırkçılığın kanlı denizinden demir alma zamanı geldi de geçiyor bile… Ve 6 Eylül’ün, 7 Eylül’e bağlandığı bu zamanda parmaklarım klavyeye dokunurken; 67 yıldır bu yaranın Anadolu’da giderek büyüdüğü gün gibi aşikar. 6-7 Eylül’de, Haldun Dormen’in anlatımıyla kana, tecavüze, yağmaya, ölüme doymak bilmemişti ve hiç ara vermemişti zulmün sahipleri. Altı ile yedi arasındaki tire kalkmıştı. Bugün de yani büyük kıyımın 67. yıldönümünde de sadece iki rakam arası tire değil, büyük yalanın örttüğü kanlı sis perdesi de kalktı. Artık onların kristalize olmuş gece ve günleri tekrar etme şansları yok. Kristalize olmuş karanlık gecelerini, kana boyalı günlerini; temize çekebilecek bir tarihi yazma şansları yok ha keza…

HİTLER’İN GÖBELS’İ VARSA, BU TARAFIN DA…

Sabri Yirmibeşoğlu, gazeteci Fatih Güllapoğlu’na verdiği röportajda; “6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı…” demişti. Durmadı Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu; Özel Harp Dairesi’nin çalışma sistemini Habertürk muhabirine anlatırken tarihi bir sırrı ağzından kaçırdı. Yirmibeşoğlu şöyle konuştu: “Gazeteci bana ‘Bu olay neden yapıldı?’ diye sorunca ona akademik düzeyde konuştum. Şunun için yapılır dedim; ‘eğer bir yerde halkın galeyana gelmesini bir mukavemet hareketini göstermesini arzu ederseniz sizin saygın değerlerinize düşmanın, karşı tarafın bir şey yaptığını, küçültücü hareket yaptığını gösterirseniz, halkı galeyana getirirsiniz. Özel Harp’te bir kural vardır; halkın mukavemetini artırmak için düşman yapmış gibi bazı değerlere sabotaj yapılır. Bir cami yakılır. Kıbrıs’ta cami yaktık biz. Cami yakılır mesela.” Buradan baktığımızda Hitler’in Göbelsler’i değin; bu tarafın da generalleri, emir erleri vardı. 1938 Kasım’ının 9.-10. Günü Almanya ne idiyse, 1955’in, 6-7 Eylül’ünde İstanbul da o idi. Almanya’da o kanlı-acılı zulüm zamanında Yahudilere ne yapıldıysa; İstanbul’da da… Cam ve can kesikleri ile kristaldi gece…

67 YILLIK YALANLA HESAPLAŞMAK GEREK

67 yıl önceki süreçle, bugünü kıyasladığımızda varlığını düşmanlık, çatışma, kan, gözyaşı üzerine kuran tiranlığın daha bir ustalaştığı söylenebilir. Ama halkların da artık karnı, bu ırkçı pompalamalara doymuşa benzer. Halkların önemli bir karın ağrısının olduğu muhakkak. Ama artık yüreği kanıyor kavimlerin. Bu kanamayı ancak amasız, fakatsız vicdani hesaplaşma durdurabilir. Şöyle de bakmak olası 67 yıl öncesine; 6 Eylül’ün akabinde 7 Eylül’de doygunluk noktası tespitinde bulunuyor egemenler. Sıkıyönetim ilan edip, bıçakla keser gibi süreci durduruyorlar. Daha dün en tepelerden birisi; “Biz istemezsek kuş uçmaz” demişti. Doğru söylüyor. Kötülüğe dair; ne olduysa, onlar istediği için oldu. Ama bir kuş havalanıyor usul usul. Toprak tarafında onun adına güvercin hatta Barış Güvercini denir. Deniz tarafında ise adına martı denir. Richard Bach’ın, Martı Jonathan Livingston’u… İflah olmaz özgürlük düşkünlüğü ile maviliklere sürülen motorların ardı sıra, “Ekmek, gül ve hürriyet günleri” güzergahına doğru kanat çırpmakta. Gökyüzü karanlığa inat masmavi. Memleketimi seviyorum. 6 ile 7 arasındaki tireyi de kaldırıp, 67 yıllık yalanla hesaplaşarak başlayacak her şey... ATATÜRK’ÜN, SELANİK’TEKİ EVİ BOMBALANMADI. Yalanın gerçek sahipleri saklanıyorlar ama şu aralar çöldeki deve kuşuna pek de benzemekteler. Kafaları kuma gömülü ama dillerine pelesenk yaptıkları en mahremleri açıkta. Gene aynı tezgahların peşindeler ama artık yemezler. Ufaltıp atsalar, civcivler dahi yemez. Ayrışma çok net. “Atatürk’ün evi bombalandı” provokasyonu ile provokasyonun bu tarafında yer alanlar arasında. Bugün bu durum her zamankinden daha sarih görülüyor. Gökyüzünün, denizin mavisine güvercinler, martılar yakışır. Onların uçmasına izin verdikleri ise akbabalar ve leş kargalarıdır. Ayrışma güvercinler ve martılar ile akbabalar ve leş kargaları ittifakı arasında... 6-7 Eylül, 67 acılı yıl...