Zor yazı bu.

Yakın meslektaşlarım çabuk ve kolay yazan biri olduğumu söylerler. Ne kolay yazabildim, ne çabuk. İki kez bitmek üzere olan yazıyı çöpe attım. Bu üçüncü deneme. Bakalım ne olacak?

Hakkari’de, özellikle Şemdinli bölgesinde kan gövdeyi götürürken, kimi “şehit” kimi “ölü ele geçirilmiş” gencecik insanlar birbiri ardına can verirken, Şemdinli göklerinde silah sesleri yangın dumanlarına karışırken “Kürt baharı”ndan söz etmek kolay değil. Kolay olmayışı savcı korkusundan, okur tepkisinden kaynaklanmıyor. “Bahar”ın çağrışımı ile ölüm kusan namlular gerçeği yazıyı zora sokuyor.

Yine de...

Zor da olsa...

Böyle bir günde yazılmazsa ne zaman yazılır ki bu yazı?

Buyrun...

*    *    *

Sözüm kaynayan, hatta fokurdayan kazan Ortadoğu’da freni patlamış, rotu çıkmışçasına yalpalayan, saçmalayan AKP hükümetine değil.

Yani sadece ona değil.

Sözüm, Tunus’ta kendini yakan seyyar satıcının bedeninden yükselen alevlerin ışıttığı Arap baharı başladığında, hele hele Mısır’da Tahrir meydanında birbirinden yaratıcı eylem ve iletişim hünerleri ile bütün Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı etkilediği günlerde Arap baharına alkış tutan, “Bu Amerikan emperyalizminin bir düzenidir” ezberinin ötesine geçemeyip tarihin en kadim halklarından Arapları küçümseyenler dışında kalan, Arap dünyasında köhne ideolojilerle silahlanmış diktatörlük rejimlerine başkaldıranlara selam yollayanlara da...

Sözüm Tunus’ta, Mısır’da, Yemen’de, hatta Libya’da diktatörlere kafa tutanlara selam yollayıp, Sudan’a, Suriye’ye, hatta İran’a, Ürdün’e “Haydi siz de!.. Ne bekliyorsunuz” diye çağrı yapıp akıl veren kalem erbabına da...

Bir Arap baharı yaşanıyor. “Yaşandı” değil, yaşanıyor. Tarihin başladığı topraklarda özgürlük çiçeklere tomurcuklandı.

Baharı izleyen yaz, kavurucu sıcaklarıyla o tomurcukları kurutabilir; kış dondurabilir.  Ama tohum filizlendiği için açtı o tomurcuklar. Bir kez filizlenen tohum yine tomurcuklara ebelik eder.

Ne Mısır’da, ne Tunus’ta, ne Yemen’de artık geri dönüş olmayacak. Ağır akacak, zor akacak, ama akacak.

Buraya kadarında mutabıksak yazıya okumaya devam edin. Değilsek, geçin başka bir T24 yazarına...

*    *    *

Bütün alametler belirdi: Bir Kürt Baharı yaşanıyor şimdi.

Ortadoğu’nun yarını nasıl olacak kestiremem, bilemem; ama artık Kürtleri yok sayan bir Ortadoğu olamayacağını biliyorum.

Kuzey Irak’daki tohum çoktan yeşerdi, fidana döndü ve besbelli bir ağaca evrilecek.

Baas rejiminin yok saydığı, Baas rejimini devirip iktidarı almak için silaha sarılmış Sünni muhalefetin yok sayacağını şimdiden açıkladığı Suriye’nin Kürtleri (dileyen Batı Kürdistan diye de okuyabilir)  -hem de- kan dökmeden büyük bir adım attılar.

Arap baharına alkış tutanlar şu soruya cevap vermekle yükümlü olsalar gerek: Kürt baharı önlenmeli mi desteklenmeli mi?

Kürtlerin yayıldığı dört ülkedeki yönetimler Kürt baharını ezmek için tanka, topa mı sarılacaklar, yoksa kendi Kürtlerini mutlu kılacak, onları eşit halklı yurttaşlara dönüştürecek adımlar mı atacaklar?

Bilemeyiz.

Tarih,  şiddetin en tavan yaptığı dönemlerin, daha özgür ve barışçı bir dünyaya yönelen dönemeçlere yol açtığına tanık. Ortadoğu’da , haydi içimize dönelim, Türkiye’de yönetici sınıf ve güçler böyle bir dönemeci göze alabilecekler mi?

Bilemeyiz...

Ama kişisel tarihlerimiz de böyle büyük çalkantılar sırasında  aldığımız tavrın, seçtiğimiz yolun damgasını taşıyacaktır.

Sorun ya da soru Şemdinli’de kan ve ölüm kusan tarafların hangisinin yanında saf tutulacağı gibi kısır ve tercihi bile ayıp bir seçime mahkum edilemez.

Ama sadece şiddeti reddetmekle yetinen bir hakemlik konumuna da hapsedilemez...

Öyleyse bir daha soruyu önümüze koyalım:

Kürt baharı önlenmeli mi desteklenmeli mi?