Sokak devleti takip eder.

Trakya’daki 1934 Yahudi pogromu ve 6-7 Eylül, devletin Lozan’da anlaşma gereği verdiği sözleri çiğneme operasyonlarıydı, halkı yanına alması hiç güç olmadı; birkaç söylenti, ne yapacağını öğrenmiş uygun sayıda provokatör, sonuç: 1936 beyannamesi ve Varlık Vergisi’yle yaşam alanları zaten daraltılan Yahudi ve Hıristiyanlar için ülkenin cehennemden beter olabileceği mesajı. Sonrası malûm, utanılacak şeyle övünüyoruz: Yüzde 99 Müslümanız, çünkü öbür “yüzdeleri” kovduk gitti...

Sokak devleti takip eder.

12 Eylül öncesi Maraş, Sivas ve Çorum olayları, “Bana devlet cinayet işliyor dedirtemezsiniz” sözünün işaret fişeği olduğu ortamın işleriydi. “Karanlık güçler, provokatörler” vesairenin yanına halktan insanları almasının sırrı da biraz buradadır: Ahali, kendisine yol verildiğini bilir, hisseder. Bu noktada karanlık ya da aydınlık provokatörlerle “geleneksel zihin kodları” buluşmuştur.

SİVAS VE TAHRİK TEORİSİ

Aynı filmi en son 2 Temmuz’da Sivas’ta gördük. 2 Temmuz belki 12 Eylül öncesi olanlar türünden “sistematik” bir iş değildi, ama orada da ahali “yol verildiğini” görmüş, geleneksel kodlar ve devlet müsamahası inancı birleşmişti. Sivas nasıl Maraş ve Çorum katliamlarının güncellenmesi idiyse, Malatya Sürgü’de olanlar da tüm örneklerin minyatür güncellenmesidir. Sivas’ta nasıl geciken, bilerek ya da beceriksizlikten olacakları engelleme iradesi gösteremeyen devlet yakın ve uzak tarihte tekrarlanmış bir kötülük biçiminin bir daha tekrarlanmasına yol açtıysa, Sürgü’de de olayı küçümseyen devlet, benzerlerine çanak tutmuş olur.

Sokak devleti takip eder ve mesajı alır.

Malatya Valisi Doç. Dr. Ulvi Saran konuşuyor: “Olay, davul çalınmasına gösterilen YERSİZ tepkinin davulcu tarafından ABARTILARAK bir grup insanın KIŞKIRTILMASINDAN ibaret. Anlık bir taşkınlık ve bu taşkınlık sonucunda davulcunun çevresini KENDİSİN RENCİDE EDENLERE karşı KIŞKIRTMASI.”

Burada da “tahrik ve ani (masum demenin bir yolu bu) tepki” teorisi iş .başında. Sivas’tan geriye giden olaylardan farklı tek yan var: Kışkırtıcı belli, “abartıcı bir davulcu.” O da niye kışkırtmış? Yersiz bir tepkiyle karşılaşmış, rencide olmuş. Yani? Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç söylüyor yaniyi: “Alevi vatandaşımızın Ramazan davulcusuyla tartışması büyütüldüğü kadar vahim bir olay değildir.” Yani ev sarıp taşlamak artık “tartışmak” demek.

SÜRGÜ’YE MODEL OLARAK EMET

Şimdi, oruç tutmayan birinin davulcuya, “Burada çalmayın, biz oruç tutmuyoruz” sözünün “yersiz” mi, yerli mi olduğunu bırakıp, işlenen suçlara bakalım: 50-60 kişi bir gece vakti bir evi çeviriyor, camını çerçevesini indiriyor, sürekli ölüm içeren tehditler yağdırıyor, küfür ediyor, marş söylüyor… Bu sonraki gün de tekrar ediyor. Devlet bunları “önemsiz” sayıyorsa, bu ülkede “suç işleme müsaadesine mazhar” bir nüfusla, suç hedefi olması mukadder (en az) bir başka nüfusun bulunduğu resmi olarak kabul ediliyor demektir.

Toplanıp ev taşlamak soruşturma gerektirmeyen bir fiilse, “tartışma”ysa, birileri daha çok toplanıp ev taşlar. Çünkü, sokak devleti takip eder.

Aslında Sürgü vakasındaki cesareti açıklayan bir başka vakaya daha şahit olduk bu yıl içinde:

Kütahya Emet’te, Van depreminin yoksulluğuna çare olarak inşaatta çalışmaya gelen işçiler önce çarşıda taciz edildi, ardından kaldıkları inşaatta linç hedefi oldu, en sonunda da memleketlerine kovuldu. Orada da anayasal yaşam hakkı tehdit edilmiş, çalışma ve seyahat hakları “dedikodu ve iftira suretiyle tahrik” işlemi sonucu çiğnenmişti. Sonuç? Biz Emet’ten sadece Kürtlerin gittiğini öğrendik, başka kimsenin ceza aldığını duymadık. Orada Kürt gitti, dert bitti. Burada da anlaşılıyor ki Alevi gider, dert biter.

SOKAK, MESAJI KENDİ DİLEN ÇEVİRİR

Sokak devleti takip eder. Emet’te etnik, Sürgü’de mezhepsel kin ve ayrımcılığın hedefi olanların hakları, ancak saldırganlara “bunu yapamazsınız” mesajı verilerek güvence altına alınır. Aksi halde sokak, hoşlanmadığı daha başka kişilerin, grupların, evlerin, mahallelerin çevresini sarıverir.

Her şey o kadar yakın ve açık ki hatırlatmak ayıp belki ama hatırlatalım: Alevi evlerinin işaretlenmesi “çocuk işi”yse, Belediye cem evine, “Öyle bir ibadethane yok, cami var” diye elektrik su vermezse, TBMM Başkanı, “İslam’da cem evi yok, Diyanet öyle diyor” diye cem evi talebini reddederse, cezaevindeki Alevi mahkûmun dede isteği, “İslam’da dede yok, Diyanet öyle diyor” diye reddedilirse ve en son en yüksek hukuk kurumu, Yargıtay, “Cem evi yapma yaşatma dernekleri kapatılır, Diyanet öyle diyor” diyerek Aleviliğin kendisini yeniden üretme imkânlarını toptan çöpe atarsa, vatandaş da devletin mesajını alır.

Hasılı, sokak devlete bakar. Onun uzun, karışık nutuklarını, idari talimatlarını, yargı kararlarını kendi diline çevirir ve harekete geçer: “Müslüman dediğin sahura kalkar, davula hoş bakar. Kalkmıyorsan, taş da, ateş de senin için.” Kamu işlerini çekip çevirirken sürekli dine diyanete başvurmanın, bir koca nüfusu sürekli rencide etmenin sonuçları bunlar. “Yüzde 99 Müslümanız”dan sonra, “Yüzde 99 Türk ve Sünni’yiz” kalıbına mı geldi sıra? “Hayır, asla” diyen başka türlü hükümet eder.

NOT: Radikal benim kürkçü dükkanımdı. Geçen yıl eylülde 15 yıllık bir mesaiden sonra ayrıldım. İki ay sonra “internet yazarı” olarak döndüm. Kısa bir süre yazdım ama bana uzun geldi. Günlük yazı Ezgi Başaran’ın zoru ve kışkırtmasıyla giriştiğim bir deneyim oldu. Şimdi biraz muhasebe ve yeni bir karar vakti. Kendisine ve güler yüzle kahrımı çeken Radikal İnternet ekibine teşekkür ederim.