2009 yılında AKP iktidarı “Kürt açılımı”nı başlattığında akan kanın durmasını isteyen, barışı bekleyen büyük bir kesim umutlanmıştı. AKP’li olmayanlar bile bu açılıma destek verdi. Doğal olarak MHP açılıma karşı çıkarken, ne yazık ki sosyal demokrat olma iddiasındaki CHP’de MHP’nin kuyruğuna takılarak “milliyetçi cephe”yi oluşturdu. Muhalefetten destek alamayan AKP’de, seçimde milliyetçi oyları yitirme kaygısıyla açılımın adını önce “demokratik açılım” daha sonra da “milli birlik ve beraberlik projesi” olarak değiştirdi.

 

Ancak barışseverlerin umudu hala tazeydi. Bir grup PKK’lı Habur kapısından ülkeye giriş yaptı ve teslim oldu. Burada kurulan mahkemelerde PKK’lılar yargılanarak serbest bırakıldı. Evlatlarını, kardeşlerini, eşlerini, akrabalarını, komşularını karşılayan Kürtlerin sevinç gösterileri milliyetçi çevrelerde tepki yarattı. Milliyetçi kesimin “ülke bölünüyor”, “hainler” vb çığlıkları karşısında AKP iktidarı geri adım attı ve açılıma son verdi.

 

Sonrasını biliyoruz. Temmuz 2011 de PKK’nın Silvan saldırısı ile yeniden başlayan çatışmalar, bu arada yurda dönen PKK’lilerin tutuklanması, açılan KCK soruşturmalarında binlerce kişinin gözaltına alınması... PKK’yi dağdan indirmek amacıyla açılımı başlatan iktidar, KCK operasyonları ile Kürtlerin ovada siyaset yapmasını neredeyse olanaksız hale getirdi. İçlerinde milletvekili, belediye başkanı, meclis üyesi ve parti yöneticileri olan binlerce BDP’li, KCK’li olduğu gerekçesiyle tutuklandı. Bu gözaltı ve tutuklamalar o kadar genişledi ki, acaba Kürtlerin siyaset yapmaları istenmiyor mu kuşkusu doğdu.

 

Aslında tüm olumsuzluklara karşın Haziran 2011 seçimlerini AKP’nin %50 gibi bir çoğunlukla kazanması, BDP’nin içinde yer aldığı “blok”un meclise 35 milletvekili sokması barış umutlarının yeşermesine neden olmuştu. Bu arada İmralı’da tutuklu bulunan A.Öcalan avukatları aracılığı ile gönderdiği mesajlarda devlet ile anlaşmak üzere olduğunu bildirmişti. Ancak seçimlerin hemen ardından BDP’li bir milletvekilinin vekilliğinin düşürülmesi, ardından tutuklu milletvekillerinin serbest bırakılmaması iklimi değiştirdi, tansiyonu yükseltti. Temmuz 2011 Silvan saldırısı ise barış umutlarının yeniden sönmesine, milliyetçi/şoven yaklaşımların gündeme egemen olmasına neden oldu. Aralık 2011’de Uludere(Roboski)’de 35 Kürt yurttaşımızın TSK uçakları ile bombalanarak öldürülmesi ve aradan geçen yedi ay içerisinde sorumluların ortaya çıkarılmaması, Kürtlerden bir özrün çok görülmesi Kürtlerdeki duygusal kopuşu hızlandırdı.

 

AKP iktidarı 2011 seçimlerinden sonraki bir yıl içerisinde kendisinden beklenen cesur adımları atmak bir yana, giderek daha milliyetçi ve statükocu bir yapıya dönüştü. Eski Kemalist-statükocu devlet yapısını değiştirmek ve askeri vesayeti kırmakla övünen AKP, kendisi yeni statükoyu oluşturdu. Her fırsatta BDP’ye karşı kullanılan hakaret içeren, dışlayıcı dil, Kürt sorununun çözümünü önceki iktidarların yaptığı gibi askere havale eden politikalar barış umutlarını giderek soldurdu.

 

Bir yanda Kürtçe’nin okullarda seçmeli ders olarak okutulacağının açıklanması ile, yetersiz de olsa, Kürtçe’nin inkarına son verilirken, diğer yanda Kürtçe isimler üzerindeki yasaklar geçerliliğini koruyor. Geçtiğimiz günlerde basında yer alan “D.Bakır’da Kürtçe isim verilen 19 parka iptal” haberi bu konudaki samimiyetsizliği ve tutarsızlığı bir kez daha göz önüne serdi.

 

İktidarın Kürt sorununun çözümüne ilişkin bir yol haritasının olmadığına ilişkin göstergelerden biri de geçtiğimiz ay D.Bakır’da yaşanan olaylardır. 14 Temmuz 2012 tarihinde BDP tarafından düzenlenmek istenen miting valilik kararıyla komik gerekçelerle yasaklandı. Son bir yıl içerisinde D.Bakır’da tüm miting talepleri yasaklanan BDP, yasak kararının yasa dışı olduğu gerekçesiyle mitingi yapma konusunda ısrarcı oldu. Ancak miting günü çevre illerden getirilen 10.000 dolayında polis kentin her noktasını abluka altına alarak mitinge izin vermedi. Yürümek isteyen milletvekilleri, belediye başkanları ve partililer gaz bombası ve su sıkılarak, coplanarak durduruldu, bir milletvekilinin ayağı kırıldı. Devlet “büyüklüğünü” göstermiş ve Kürtlere miting yaptırmamıştı. İktidar Suriye’de, Filistin’de itiraz ettiği görüntüleri kendi ülkesinde, kendi halkına yaşatmakla gurur duyuyordu. Böyle bir ortamda Kürt halkı devlete nasıl güvenecek, devletin kendilerine eşit ve adil davrandığına nasıl inanacak? Kürtlerin siyaset yapmalarına izin verilmeden, en demokratik hak olan miting ve gösteri yürüyüşü hakları yasaklanarak Kürt sorunu nasıl çözülecek?

 

Tevfik Fikretdüşmek, etrafı görmemektendir” demiş. Acaba AKP iktidar ülkedeki durumun vahametini, Kürtlerin duygusal kopuşunun hızlandığını görmüyor mu? Eğer görmüyorsa bir an önce gerçekleri görmesi gerek. Gördüğü halde söz konusu politikalarda ısrar etmek, olsa olsa “Kürt sorunu nasıl çözülmez?”in uygulamaya konulmasıdır.