Türkçe bilmeyen Kürtlerin sağlık hizmetlerine erişimi ile ilgili iki akademisyenin yürüttüğü araştırmanın sonuçları 7 Ocak Cumartesi günü International Journal for Equity in Health adlı uluslararası sağlık dergisinde yayımlandı.

Kanada’da Montreal Üniversitesi’nden Tevfik Bayram ve Koç Üniversitesi’nden Sibel Sakarya tarafından ortak hazırlanan araştırma, bu zamana değin Türkiye’de bu konuda yapılmış en kapsamlı bilimsel çalışma olma özelliği taşıyor.

Araştırmanın metodolojisinde, Şırnak’ta 2018-2019 yılları arasında tümü etnik Kürt olan ve Türkçe konuşmayan 12 kişi ile derinlemesine mülakatlar gerçekleştirildi ve sağlığa erişimde bireysel ve yapısal boyutları ele alan Levesque’in “Sağlık Hizmetlerine Erişimde Hasta Merkezli Yaklaşım” kullanıldı.

Levesque yaklaşımına göre, sosyal, kültürel ve ekonomik nedenlerden dolayı sağlık hizmetlerinde yaşanan sorunlar ışığında sağlık hizmetlerine erişiminde hakkaniyet, sağlık hizmetlerinde temel performans göstergeleri arasında yer alıyor.

Bu konudaki araştırmanın gerekliliği ise şu şekilde ortaya kondu:

“2011 yılında, bir araştırmaya göre Kürt nüfusunun yüzde 17’si okuma-yazma bilmiyor ve Türkçe konuşmadıkları kabul ediliyor. Yüzde 9’luk bir kısım ise, okuma-yazma biliyor ancak örgün eğitimde yer almıyor, dolayısıyla Türkçeyi sınırlı düzeyde anlıyor (aynı araştırmaya göre Türk nüfus içinde okuma-yazma bilmeyenlerin oranı yüzde 4). Mevcut araştırmalar ise, Kürtlerin yaklaşık yüzde 30’unun ilkokul veya daha düşük bir eğitim düzeyine sahip olduğunu gösterirken, gündelik yaşantılarında Türkçe konuşanların oranı ise yüzde 70. Dolayısıyla, Kürt nüfusun yaklaşık dörtte biri (ortalama 4 milyon kişi) Türkçeyi sınırlı düzeyde anlıyor. Türkiye’deki veriler ise, Türkçeyi ana dili olarak konuşmayanların, sağlık hizmetlerine çok daha zayıf bir erişimi olduğunu gösteriyor. Ancak, bunun sağlığa erişimle nasıl kesiştiğini anlamak üzere bu zamana kadar hiçbir araştırma yapılmadı.”

SAĞLIKTA SORUNLARIN KAYNAĞI

Dolayısıyla, bu alanda bir bilimsel araştırma yapılması, sağlık hizmetlerinde tercihler, algılar, katılım ve memnuniyet gibi ölçülmesi zor olan boyutların da anlaşılmasında ve sorunların neden yaşandığının tespit edilmesinde yararlı görülüyor. Araştırma bulgularına göre, resmi dili konuşmayan Kürtler, sağlık hizmetlerine erişimde ana dille bağlantılı çoklu engellerle karşılaşıyorlar. Bunlar arasında ön plana çıkanlar ise, sağlıkla ilgili bilgilere erişimin zayıflığı, hasta ile sağlık hizmeti sunan taraf arasında yetersiz iletişim, sağlık hizmetlerine başvurmada gecikme, sağlık hizmetine erişimde başkalarına bağımlılık, sağlık hizmetlerinden yeterince memnun olmamak, sağlık haklarını yeterince arayamamak şeklinde sıralanıyor.

Bölgede yaşayan Kürtler, neden doktora gitmeleri ve gittiklerinde de kimden ve/veya hangi bölümden randevu almaları gerektiğini bilmiyorlar. Sağlık bilgilerinde ana kaynak, kendi sosyal çevreleri olarak kalıyor ve sağlık hizmeti sağlayanlardan ziyade, daha düşük eğitimli olan yakınlarına danışıyorlar. Aile hekimleri veya hastanedeki hemşire ancak Kürt ise sağlık hizmeti sağlayıcıya başvurmaya ikna oluyorlar.

Katılımcıların büyük kısmı, hiçbir zaman tek başlarına bir doktoru ziyaret etmediklerini söylerken ancak sağlık durumları çok ciddi hale geldiğinde bunu yaptıklarını ifade ediyorlar. Bu süreçte de yanlarına Türkçe konuşan ve güvendikleri birini aldıklarını vurguluyorlar. Aynı durum hastaneden kendi başlarına randevu alırken veya kan tahlili ya da tomografi yaptırırken de yaşanıyor.

İÇSELLEŞTİRİLMİŞ BASKI

Araştırmacıların “içselleştirilmiş baskı” (internalized oppression) olarak adlandırdığı durumda ise sağlık hizmetine başvuruda çekimserlik yaşanırken, bu konuda değişim mücadelesinde bireyler ve topluluklar çekingen oluyor.

Gazete Duvar’dan Menekşe Tokyay’a konuşan Tevfik Bayram, “içselleştirilmiş baskı”yı şu şekilde açıklıyor:

“Dil sadece bir iletişim aracı değil, aslında sosyal statünün de bir göstergesi. Kürtler iletişimsizlik dışında da Kürtçe dilinin sosyal imajı nedeniyle ‘içselleştirilmiş baskı’ yaşıyorlar. İçselleştirilmiş baskının en önemli özelliği, baskı altındaki kişilerin veya düşük sosyal statüdeki kişilerin kendilerini sisteme uygun görmedikleri ve sistemi değiştirmek yerine kendilerinin değişmesi gerektiğine inanmalarıdır. Zira araştırmanın katılımcıları ‘keşke hizmetler kendi dilimde olsaydı’ yerine ‘keşke Türkçe bilseydim’ şeklinde cevap verdiler.”

İçselleştirilmiş baskı ile ilgili ön plana çıkan olgulardan bazıları şu şekilde: Hasta-doktor ilişkisinde doktor Türkçe konuştuğunda hastanın tercüman yoluyla sadece ‘alıcı’ konumda olduğu ve hastanın kendisini zayıf, ezik ve utangaç hissettiği; ancak Kürtçe konuşan bir doktor olduğunda kendisine daha çok güvenen, doktorla diyalog kurabilen ve şakalaşabilen bir hasta profili çizdiği görülüyor. Bu yüzden hastaların Kürt doktorları tercih ettiği tespit edilirken, yıllarca Kürtçe diline atfedilen ‘kötü’, ‘gerici’ şeklindeki sosyal imaj nedeniyle Kürtçe bilen bazı doktorların da Kürt hastalarıyla Kürtçe konuşmaktan çekindikleri hastalar tarafından bildiriliyor.

Ayrıca, katılımcılardan bazıları, acil durumlarda ambulans çağıramadıklarını, bunun tek sebebinin de Türkçe bilmemeleri değil, aynı zamanda bu sağlık hizmetini kullanmada kendilerini yeterince değerli görmediklerini belirtiyorlar. Hasta ile sağlık hizmeti sağlayıcı arasındaki ilişki genellikle hastanın bir yakını olan tercüman üzerinden yapılıyor ve bu kişinin de Türkçe bilgisi sınırlı düzeyde. Dolayısıyla, hasta ile sağlık hizmeti sağlayıcı arasındaki iletişimde bazı bilgiler doğru bir şekilde aktarılamayabiliyor; zira hasta kişi, vücudunun mahrem gördüğü kısımlarına dair ayrıntılı bilgileri yakınının bilmesini istemiyor.

Bir hasta, sağlık hizmeti alırken kendi dilinden konuştuğunda “kendi başına yemek yermiş” gibi, ancak bilmediği bir dil üzerinden iletişime geçmek zorunda kaldığında “başkası tarafından ağzına kaşıkla besleniyormuş” gibi hissettiğini belirterek bu durumu örneklendiriyor. Ancak katılımcıların çoğunluğu, herhangi bir ayrımcılıkla karşılaşmadıklarını ve tüm doktorların hastalarını tedavi etmek için çabaladıklarını kaydederken, bazı katılımcılar ise, okuma-yazma bilmedikleri için doktorların kendilerine acıdıklarını hissettiklerini, bu durumun da hastalarda değersizlik hissi doğurduğunu belirtiyorlar.

Dil engeli sebebiyle katılımcıların bazıları tedavilerini ertelediklerini veya iptal ettiklerini belirtirken, kronik hastalıkları olanlar bu yüzden düzenli check-up’lara gidemediklerinden bahsediyor. Tedavileri için başka şehirlere yönlendirilen hastalar ise, sosyal destek ağlarını yitirdiklerini ve kendilerini daha çaresiz hissettiklerini belirtiyorlar. Cizreli bir hasta, “Diyarbakır’da perişan olduk. Hastaneye yakın parklara gidip randevu saatine kadar ağladığımı hatırlarım” diyor.

ÖNERİLER

Araştırmanın sonuç kısmında, “etnik/dilsel topluluklara yönelik sağlık hizmetlerine erişimde ana dille bağlantılı engeller, iletişim noksanlığının ötesine geçiyor ve uzun süreli siyasi baskı ve bunun içselleştirilmesiyle birlikte daha komplike bir hal alıyor” deniyor.

Araştırmacılar, en üst düzeyden en alt kademeye dek sağlık hizmetleri sunumunda insan hakları temelli bir politika değişimi önerirken, sağlık hizmetine başvuranların da topluluk düzeyinde güçlendirilmesi ve bilinçlendirilmesini öneriyorlar.

Sistemsel düzeyden bakıldığında, baskı altındaki toplulukların resmi olarak tanınması, onların sağlık hizmetlerine başvurularında sorun teşkil eden konu başlıklarının tespiti, resmi düzeyde özellikle sağlık ve eğitimde yerel dillerin tanınması ve bu hizmetlerin ana dilde sunulması getirilen öneriler arasında.

Bu açıdan, sağlık hizmetlerine erişimde içselleştirilmiş baskıya karşı dil ve etnik köken ile ilgili kötü sosyal imaj oluşturacak durumlarla mücadele edilmesi ve bilinçlendirme kampanyalarının yaygınlaştırılması da öneriliyor.

Sivil toplumun yanı sıra kamu sağlığı derneklerinin de bu konuda hak savunuculuğu rolünü artırması ve bölgede ana dili konuşamayan kesimlerin sağlık hizmetlerine erişimini kolaylaştırmaya dönük politikaların uygulanmasında ilgili siyasi makamlara baskı yapılması da raporun diğer temel önerileri arasında yer alıyor.