“Başlangıçta hiçbir şey bilmiyordunuz, inanırım; sonra şüphelendiniz. Şimdi her şeyi biliyorsunuz ama hâlâ susuyorsunuz…”
Jean Paul Sartre

14 Mayıs’ta yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve 28. Dönem Milletvekili Seçimleri yaklaştıkça kerameti kendinden menkul şirketlerin, hangisinin gerçek hangisinin manipülatif olduğu ancak seçim sonunda ortaya çıkacak olan anketleri havada uçuşmaya devam edecek!

Papatya falıyla gelecek hesabı yaptıkça, oyu değil ama stres katsayısı artan, ceberrut iktidarın son demlerini yaşayan nobran reisine papatya çayı tavsiyesi de pek işe yaramayacak gibi!

Evet, kirli ve puslu bir seçim sathı mailindeyiz!

Ama; kurtlar da puslu havayı severmiş!

Ve kirlenmek de güzelmiş! 

Evet, cumhurbaşkanının kim olduğu kadar, hangi partinin, kaç milletvekili çıkaracağının da çok önem taşıdığı bir seçim…

Ama aynı zamanda toplumsal muhalefeti örgütleyebilmenin de kritik anlam taşıdığı bir sınav!

Aslına bakarsanız çoğumuza göre kritik bir final!

İttifakların Cumhur olanı ile belki de ülke tarihinin en yoz, en yobaz, en gerici ve en faşist kadrolarının birlikteliğine şahit oluyoruz!

Kürtler Meclis’e girmesin! diye getirilen %10 seçim barajının ötekileştirilenlerin partisi HDP tarafından 2015’te yerle bir edilmesi üzerine, bu kez baraj altında kalan iktidarın küçük ortağı MHP’yi kurtarmak ve ittifakları olabildiğince işlevsizleştirmek amacıyla %7’ye düşürülen seçim barajı ve yeni seçim yasasının satranca çevirdiği seçim hesapları eşliğinde, aslında garabet bir seçime, doludizgin gitmekteyiz!

Yapılan yeni düzenlemelerle ittifak partileri belki baraj sorunu yaşamıyorlar ancak içinde bulundukları ittifakın artık oy avantajından yararlanarak milletvekili çıkarması engellenmiş ve küçük partilere sağlanan katkı da azalmış oluyor. 

Kısacası seçime ittifak çatısı altında, ancak ayrı liste ile girecek ittifakların temsil gücü azalıyor.

Aslına bakarsanız ittifak partileri, Schopenhauer Kirpileri’ne dönmüş durumda; soğuktan donmakla, batan okların acısı arasında gidip gelerek yaşadıkları ikilemi, aralarındaki birlikteliği, her iki acıya da tahammül edebilecekleri bir noktaya ulaşıncaya kadar sürdürmekle yükümlüler!

Ve her birimiz asrın felaketine karşı asrın dayanışması örgütleyip ya yeniden doğmak için yangınlar çıkaracağız ya da hep birlikte tarihin karanlık dehlizlerinde yok olacağız!

Halkların Demokratik Partisi (HDP), Türkiye İşçi Partisi (TİP), Emek Partisi (EMEP), Emekçi Hareket Partisi (EHP), Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP), Sosyalist Meclisler Federasyonu’ndan (SMF) oluşan Emek ve Özgürlük İttifakı, ötekileştirilen ve şeytanlaştırılan toplumsal kesimlerin demokratik dayanışma ve direncinden güç alıyor. 

%13’e kadar oy almayı başarmış HDP de aslında HDK’nın (Halkların Demokratik Kongresi) yani; Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenlerine ilave olarak Demokratik Bölgeler Partisi (DBP), Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP), Sosyalist Dayanışma Platformu (SODAP), Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP), Birleşik Devrimci Parti (Devrimci Parti) ve Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) ile çok sayıda sol sosyalist çevreden oluşan muhalif demokrasi güçlerinden oluşmakta.

Ve evet;

Tabidir ki ittifak bileşenleri neyin gitmesi konusunda hemfikir olup, neyin geleceği ve süreçlerin nasıl işleyeceği noktasında farklı görüşlere sahip olabilirler…

Evet! 

Mücadele alanlarında dayanışma ile kurulan Emek ve Özgürlük İttifakı’nda eşitlerin birincisi yoktur! 

Ve evet;

Masa başında kurulmadığından, masa başında da dağılmaz! 

Bu kadar girizgah yeter meramın ne kardeşim mi, diyorsunuz? 

Şimdi ona geleceğim! 

Eğer son anda bir değişiklik olmazsa; Emek ve Özgürlük İttifakında yer alan EMEP, HDP, EHP, TÖP, SMF Yeşil Sol Parti çatısı altında seçime girerken, TİP ise seçime belirlediği seçim bölgelerinde kendi logosuyla girecek.

Emek ve Özgürlük İttifakının üstünde ortaklaştığı ve daha önce kamuoyuna açıklanan “bildirge”nin güncelleştirilerek Yeşil Sol Partisi çatısı altında seçime girecek partilerin ortak “seçim bildirgesi” olacağı, ittifak partilerinin “eylemde birlik, propaganda ve ajitasyonda serbestlik” ilkesini benimseyeceği de belirtiliyor. 

Son zamanlarda Türkiye İşçi Partisi’nin yurttaş nezdinde yakaladığı rüzgarı fark etmemek mümkün değil… Hiç kuşkusuz onların seçimde alacakları %3 oy, ittifak oyunu %15’lerin çok daha üzerine taşımaya yardım edecektir… 

“Kuş cama inanmaz!” der, John Berger…

Ve evet!

Aslında her birimiz kendi bilgisinin dervişleriyiz… 

Peki!

Yeni bir başlangıç için kendi kaderini tayin mi kendine bile meydan okuma mı yoksa istencin akla karşı çıkışı mı?

Peki! 

Basit bir gerçeği inkâr etmek için çok mu fazla yalan var? 

Peki! 

Sonradan günahkar ruhlarımızı arındıracak itiraflar, kurbana bir fayda sağlar mı? 

Sahi yahu!

Kendi mahallemizin bıçkın delikanlılarına bu kadar da celallenmeli miyiz? 

Baştan söyleyeyim bu satırların yazanı, iflah olmaz bir romantiktir!

İflah olmaz bir romantik olarak sınıf mücadelesinde sınıfta kalanlardan da self determinasyona karşı duranlardan da olmak istemem! 

Ama!

İçinde bulunduğumuz olağanüstü süreçte emekten, barıştan ve demokrasiden yana güçlerin hem ortak ve birleşik mücadeleyi güçlendirmesi ve kararlı bir şekilde sürdürmesi hem de mecliste mümkün olduğu kadar çok vekille temsil edilmesi büyük önem taşıyor. Aynı zamanda bu birlik, yeni dönemin belirleyici ve etkin bir gücü olmak zorunda…

Ama!

Yurttaşların siyasi tercihlerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne eksiksiz yansıması ve temsilde adaletin sağlanması amacıyla yapılan seçim ittifakı ile hepimizin ortak hedefi; demokratik, özgürlükçü ve eşitlikçi ilkeler temelinde, halkın gerçek egemenliğine dayanan bir demokrasinin inşasını sağlamak olmalıdır.

Ve sistemin en büyük açmazıdır; kendini yok etmeye kararlı bir toplum! 

Ama!

Zaman vicdanın yükünü giderek ağırlaştırsa bile karşı çıktığınız ayıba da ortak yapmaz!

Daha durun!

Şimdilerde bizler uygulanan şiddete bile şaşıramıyoruz! 

Kırk katır mı kırk satir mi? 

Yoksulluğumuzun özgürlüğünde; gitmediği şehir hastanesinin hastası, inmediği havalimanının yolcusu ve geçmediği köprünün geçiş garantisiyiz, yaftanın boynumuza asıldığı ve bedelinin hesabımıza yazıldığı!

Sizin de bizim de zerrecikleri olduğumuz ve biteviye tersine çevrilen kum saatinde, şiddetin kurumsallaştığı ceberrut bir rejinin çektiği toplumsal korku filminin son perdesi sezon sonu finalindeyiz! 

O halde! 

Ne insana ne isyana mı;

Ya insana ya isyana mı inanacağız! 

Bütün avukatları öldürüp toplumu hizalayan sisteme karşı, alayına isyana ve insana inanacağız!

Sonuna kadar…