25 yıl önce en iyi film Oscar'ı alan Kuzuların Sessizliği, gerilim filmi olduğu kadar erkeğin kadına bakışı ve cinsel taciz konusundaki yorumlarıyla zamanının ötesinde bir filmdi.

Kuzuların sessizliği en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi sahne uyarlaması, en iyi kadın ve erkek oyuncu gibi beş önemli dalda Oscar alan üçüncü film olarak tarihe geçeli 25 yıl oldu.

Ama filmin kötü kahramanı Dr Hannibal 'Yamyam' Lecter sanki hiç aramızdan ayrılmadı. Bu rolü oynayan Anthony Hopkins daha sonra bu filmle bağlantılı Hannibal ve Kızıl Ejder filmlerinde de oynamış, ayrıca benzer başka filmler de yapılmıştı.

Thomas Harris'in romanında yer alan bu karakter ilk olarak 1986 yapımı Manhunter adlı filmde Brian Cox tarafından oynanmıştı. Ama daha sonraki uyarlamalara Kuzuların Sessizliği filmindeki Hopkins yorumu kaynaklık etti. Hopkins'in havayı koklayarak krem ve parfüm markalarını söylediği sahneyi izlediğinizde Benedict Cumberbatch'ın Sherlock Holmes'unun nereden geldiğini anlarsınız.

Belki de Lecter takıntısından vazgeçme zamanı geldi de geçiyor. Psikozlu psikiyatrist Lecter olağanüstü bir karakter, ama gerçeklikle ilgisi Kont Drakula ya da Elm Sokağı Kabusu'ndaki Freddy Krueger kadar olan başka bir çizgi roman kahramanı haline geliyor. Jodie Foster'ın oynadığı cesur, zeki ama kırılgan Clarice Starling ise birçok bakımdan çok daha radikal bir karakter. 25 yıl sonra bile hala radikal.

Kuzuların Sessizliği'ndeki en çarpıcı özelliklerden biri, yönetmen Jonathan Demme ve senaryo yazarı Ted Tally'nin Starling'i ve düzenli dünyasını çok iyi yansıtmasıdır. James Bond ya da Jason Bourne gibi diğer ajan karakterlerin tersine stajyer FBI ajanı Starling asi değildir. Şansa ya da sezgilerine dayanmaz; her şeyi kitabına göre ve üstlerinin teşvikiyle yapan bir profesyoneldir o. Onun gibi başka kaç Hollywood kahramanı vardır?

FBI Starling'i hastanenin suçlu deliler bölümündeki hücresinde Hanibal Lecter'i görmesi için gönderdiğinde yönetmen de seyirciyi gerçek bir ortamdan bir kabus fantezisine, dedektif filminden korku filmine taşır. Lecter'i seyirciye tanıtırken sinema dünyasının en muhteşem girişlerinden birini yapar.

Hastane müdürü Lecter'in mide bulandırıcı hikayesini, bir hemşirenin dilini nasıl koparıp yediğini anlatır ve Starling koridorlardan geçip merdivenlerden inerek modern ofis ortamından yeraltı dehlizlerine iner.

Daha görmeden korkarız Lecter'den. Hopkins de kımıldamayan duruşu, sürüngenimsi göz kırpışları, şarkı söyler tarzda insanı sinir eden sesiyle karşılar bizi. Starling ile onun arasında daha kalın bir engel olsun ister insan.

Lecter'de öyle bir elektrik vardır ki aslında ne kadar ham ve sıkıcı biri olduğunu göz ardı ederiz. Bir yandan pahalı şarap ve ayakkabı zevkiyle övünürken, öte yandan öğretmenini şoke etmeye çalışan ergen bir erkek gibidir.

Starling'le ilk karşılaşmasında onun yetiştirilme tarzıyla ilgili tahminlerde bulunur. İkincisinde şefi tarafından "cinsel arzulanıp arzulanmadığını" sorar ona. Üçüncüde ise annesinin kuzeni tarafından tacize uğramış olma düşüncesini sokar kafasına. Sonra başka bir seri katil tarafından kızı kaçırılan bir senatörden söz ederken, emzirmenin onun memelerinde yarattığı etkiden söz eder. Sekiz yıldır hücrede olduğu sürece bir kadın görmemiştir, ama magazin basın yazarı gibi davranır.

Starling'i korkutamamıştır bu davranış. Lecter'i yan hücredeki deliye benzetir. Lecter erkek şovenizmini daha sofistike bir şekilde sergilese de yönetmen ve senaryo yazarı bu benzerliğin onun istemediği kadar fazla olduğunu açıkça ifade eder seyirciye.

Film, bir genç kadın olarak işini yapmaya çalışan Starling'in çevresindeki erkeklerin cinsiyetçi yaklaşımlarına maruz kaldığını, koşarken ya da yürürken kafaların ona nasıl döndüğünü gösteren sahneler gibi araçlarla da gösterir; ama o bu girişimleri boşa çıkarır.

Kuzuların Sessizliği, erkeklerin göz diktiği kadın olmanın nasıl bir şey olduğunu anlatır. Buffalo Bill'in seri katil olmasının kadın komşusunu gözetlemesiyle başlaması, ya da Starling'i gece dürbünüyle gözetlemesi tesadüf değildir. Kısacası, yönetmen Demme hem insanın kalbini durduracak bir gerilim yaratmayı hem de cinsel taciz ve erkek bakışı konusunda militan feminist yorumlarda bulunmayı başarmıştır bu filmle.

Filmdeki en doğru dürüst adam, Starling'in şefi Crawford'dır. Lecter farklı yorumlasa da onun derdi vesayeti altındaki bu kadınla yatmak değildir. Ama o bile cinsiyetçi davranışlarda bulunabilmektedir. Buffalo Bill'in son kurbanının cesedini incelerken şeriflerin yanında kendisini küçük düşürdüğü için azarlar onu Starling. "Polisler nasıl davranacaklarına size bakarak karar veriyor. Önemli bu" der Crawford'a kararlı bir şekilde.

Bunun ardından Starling'i doğa tarihi müzesinde dinozor iskeletleri arasında görürüz. Burada, Crawford'ın birçok erkeğe göre ileri olsa da Starling karşısında bir dinozor olduğu anlatılmaya çalışılır.

Ama bu bir dilekten öteye gitmez. Demme ve ekibi bağımsız, zeki, esin kaynağı olan Hollywood kahramanlarıyla yeni bir çağ açmayı istemiş olabilir; ama kitlelerin imgeleminde yer eden şey kibirli katil manyaklar oldu.

Kadın düşmanları hala etrafımızda dolaşıyor. Starling ise ikinci film Hannibal'de öyle pespaye bir karakter haline getirilmişti ki Demme, Tally ve Jodie Foster teklifi geri çevirdi. Takım elbise giyen Foster yerine karşımızda Starling olarak dekolteli gece elbisesiyle Julianne Moore'u bulduk. Eskisi gibi Lecter ile arasına mesafe koymak yerine yeni Starling de seyirci gibi onun etkisi altına girmişti ne yazık ki.

Hopkins'in kana susamış Lecter'inin Cadılar Bayramı'nın korkunç bir figürü haline gelmesi, Amerikan Film Enstitüsü'nün onu en iyi kötü kahramanlar listesinde liste başı yapması boşuna değildi. Ancak Foster'in dik kafalı FBI ajanı aynı şekilde korunmuş olsaydı toplum açısından daha iyi olurdu.

Bugün televizyonu her açtığımızda karşımızda bir Hannibal Lecter görüyoruz. Ama hala tek Clarice Starling var.

KAYNAK: Nicholas Barber/ BBC Türkçe