14 Mayıs seçimlerine dair yakalanacak ana halka iktidarın kaybetmesidir. Böylece Türkiye Demokrasi güçlerinin her alanda gerileyişini durdurma olanağını sahip olacağız. Demokrasi güçlerinin ve halkın; büyük hayal kırıklıkları yaşamaması için, kısa vadede halkların eşit ve özgür bir yaşama kavuşamayacağının bilincinde olmalıyız. Yani, seçimlerin kazanılmasıyla devrim olmayacaktır ama toplumun soluğunun uzun süre kesilmesinin, toplumun ölümünün önüne geçilecektir. Seçimlerin kazanılması ile klasik deyimle “Belki cennetin kapıları açılmayacak, ama cehennemin kapılarını kapatacağız”. Halkların ve demokrasi güçlerinin seçim kazanmış olmasıyla, elleri rahatlayacak, boğucu antidemokratik atmosferde açılan delikten önünü daha rahat görebilecek ve yeni hedefler, stratejiler ve taktikler öngörebilecektir. Mevcut iktidar; tedbirsizliği, liyakatsizliği, savurganlığı, yalpalaması, tutarsızlığı, rüşvet ve yolsuzluk yapılanmasıyla ve halkı reaya/maraba olarak kabul eden üstenci anlayışı ile afetlerin odağı haline gelmiştir. Deprem ve sel afetleri ve katliamlarının, baş sorumlularına karşı, 14 Mayıs her alanda adalet mücadelesine dönüştürülmelidir. Seçim süreci; Halkların yaşam alanlarını, habitatlarını, anadillerini, inançlarını, kentlerin hafızasını, kültürel birikimlerini yok etmek için afetleri fırsat görenlere karşı Hatay Samandağ'da depremzede kadınların anadilimiz Arapça ile haykırdığı gibi “Ma Rıhna, Nıhna Hon” (Biz Gitmedik, Burdayız” mücadelesini daha çok yükseltme sürecine dönüşmelidir. Devletle sermayenin rant ittifakı, 6 Şubat afetini ve katliamını “Kentsel Dönüşüm” adı altında daha çok mülksüzleştirme, servet aktarımı ve sermayenin birikim hattına sokmak istiyor. Halklar ve demokrasi güçleri için ise “Toplumsal Dönüşüm” olanaklarının yol haritasını bilince çıkarmanın sürecidir.

 PİYASADAN YAŞAM DOĞMAZ

 Piyasa güçlerinin, pazara yönelik beton üretiminin çıktısı, her zaman kat kat tabutluklar olur. Halka yönelik sağlıklı yaşam alanı yapımı, kör piyasa güçlerine bırakılamayacak kadar can alıcıdır. Yurttaş, can derdinde iken, devlet ile sermayenin yıkım ittifakı ise, rant derdindedir. Canlar, hala yıkıntılar altındayken, bir an önce ihale telaşıyla, arama kurtarma sabrını bile göstermediler, canlar yıkıntılar altında ölüme terk edildi. Olağanüstü hal kapsamında yerleşme ve yapılaşmaya dair Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, sistemin kendi ekonomik krizini hafifletmek için, depremi sermaye birikim sürecine sokabilmek ve sermaye şirketlerine servet aktarımı için siyasi ve ekonomik kararlardır. Sermaye şirketleri lehine, küçük mülk sahiplerinin en temel haklarının gasp edilmesini kolaylaştırmak, itirazları baskılamak ve hukuk kapısını kapatmak içindir. İktidar, kentlerimizin halkını, hafızasını, kültürel birikimini ve belleğini sıfırlama peşindedir.

1-Hasarsız, az hasarlı, orta hasarlı binaları, sahaya inmeden, masa başında, e devlet üzerinden, ağır hasarlı (yıkılacak bina) kategorisine aldılar.

2-Orta hasarlı binalar için; yasalarla tanınan vatandaşın 1 Yıl içinde güçlendirme hakkını gasp edip yıkılacak kategorisine aldılar. Bu uygulamaların amacı yaşam değildir. Amaç;

1-Afeti fırsat görüp, İnşaat şirketlerine, rant, servet aktarımı yapmak, kentleri ve yaşamı sermaye birikim sürecine ve sermayenin kontrolüne sokmak

2- Rengârenk Çiçek bahçesi misali, her rengin kaynaştığı, uyumun, harmoninin, kardeşliğin başkenti olan Antakya, Defne ve Samandağ ilçelerimize, Irkçı ve mezhepçi yaklaşım içinde olan sistemin çoraklaştırıcı uygulamalarıdır.

ÇEVRESEL IRKÇILIK

Depremi sosyal afete eviren en önemli nedenlerden biride “Çevresel Irkçılıktır”. Afetlerin tahrip şiddeti, uygulanan ayrımcılık ve “çevresel ırkçılığın” şiddeti ile doğru orantılıdır. Çevresel ırkçılık; çevre, bayındırlık, alt ve üst yapı, eğitim, sağlık yatırımlarının yönlendirilmesinde bölge, etnisite, dil, din, siyasi görüş, sosyo ekonomik durum vb çeşitli ayrımların gözetilmesidir. Afetlerin nedeni, bozuk toplumsal düzene ve kökleşmiş toplumsal sorunlara, toplumsal adaletsizliğe dayanır. Toplumdaki sömürü, ayrımcılık, ırkçılık, mezhepçilik ve eşitsizlikler; doğal hareketlerin yol açtığı afetlerin kırılgan gruplara (Kürtler, Araplar, Aleviler, Hristiyanlar, Ermeniler, Romanlar, Kadınlar, çocuklar, yoksullar, engelliler, işsizler vb) daha çok zarar vermesine neden olması çevresel ırkçı sürecin çıktısıdır. Deprem öncesi ve sonrasında alınması gereken acil işlerin yapılmamasının, hazırlıksızlığın, tedbirsizliğin nedeni bir anlık ihmal, gelip geçici bir tedbirsizlik değil, çevresel ırkçılık içeren Resmi İdeolojinin ve onun “Müesses Nizamının” sürüp gelen bilinçli tercihidir. Afetleri, sadece kişilerin liyakatsizliği ile açıklamak yetersizdir. Çevresel ırkçılık, ayrımcılık müesses nizamın fıtratında vardır. Çevresel ırkçılık; sadece etnik kimliklere değil, ekonomik durumları ve siyasi duruşları sebebiyle birey ve toplulukları da kapsar. Kuruluştan bu yana ülkenin en önemli sorunu sistematik “çevresel Irkçılıktır”. “Bir birey veya topluluk dil, din, ırk veya sosyo ekonomik durumu nedeni ile kanalizasyon, maden, çöplük, elektrik santralleri gibi toksik atık kaynaklarına yakın yaşamak veya çalışmak zorunda bırakılıyorsa “Çevresel ırkçılığa uğruyor demektir”. (Benjamin Chavis). Hatay’ın Samandağ ilçesinde Depremden sağ kurtulanlara oluşturulan Çadır Kentin 30 metre yanına ve okulların yakınında toksik atık deposu kurulması çevresel ırkçılıktır.

ÖRGÜTLÜ TOPLUM NEREDE?

Depremden sonra arama kurtarma için kritik ilk 72 saatte Samandağ, Defne ve Antakya’ya arama kurtarma ekiplerinin gelmemesi çevresel ırkçı ayrımcılıktır. Depremde canlıların enkaz altında katledilmesinin faili meçhul değildir. Devlet ve örgütsüz toplum yıkıntıların altında kaldı. Devletlerin/hükümetlerin asli görevleri arasında yaşatmak olmadığının bilinci ile “Devlet/hükümet Nerede?” diye sormayacağız. Ülkemizde can alıcı, öncelikli sorun örgütsüz toplumdur. Can alıcı soru “Örgütlü Toplum nerde? “Olmalıdır. Devlet nerede? Sorusu toplumun sırtında yükü ağırlaştırır. Örgütlü Toplum nerede? sorusu ise yaşamı sürdürülebilir kılar. Çünkü örgütsüz toplum yok hükmündedir ve enkaz altında kalır. Toplumların, kendi ihtiyaçlarını örgütlenerek karşılayabileceklerini, sınayarak, deneyimleyerek yaşamak ve yaşatmak bizlerin asli görevidir. Devletler, büyütülmemeli aksine küçülmelidir. Özgürlükçü belediyecilik, Adem-i Merkeziyetçilik, Halk Meclisleri, Doğrudan Demokrasi ile örgütlü toplum hedefi demokrasi güçlerinin bugünden yarına ilk hedefi olmalıdır. 6 Şubat ve sonrasında, yaşanan sosyal afetlerde, gerçek ölüm sayısı, resmi olarak ifade edilen 49-50 binin çok daha fazlasıdır. Nasıl ki Pandemi sürecinde gerçek rakamları sakladılarsa, yalanı deprem felaketinde de tekrarlıyorlar.