1989 yılında sendikalar "1 Mayıs'ın Taksim'de kutlanması" yönünde karar almış olmalarına rağmen  yoğun baskı nedeniyle alana çıkmayı göze alamadılar.

Kalabalık bir grupla İstiklal'den Taksime doğru kortej halinde sloganlarla yöneldiğimizde gruba polis müdahalesi gecikmedi.

İstiklal'den Tarlabaşı istikametine geçen gruplar, toparlanarak yeniden Taksim'e doğru çıkmayı denedi.

Güçlü bir polis yığınağının yapılmış olması küçük grupların çatışarak geri çekilmesini de beraberinde getirdi.

Benim de içinde bulduğum grup Unkapanı’na doğru yönelerek çeşitli sokak çatışmalarının ardından Saraçhane'de dağıldı.

Biz okuldan birkaç arkadaşla Edebiyat Fakültesinin yanındaki kahvehanede toplanıp bir durum değerlendirmesi yaptık.

Akşam baskısı bir gazetede vurularak yerde yatan genci fakülteden Yaşar Kemal'e çok benzetmiştik. Yaşar’la okul dışında gecekonduda komşuyduk aynı zamanda.

Gözlerimiz dolu bir şekilde kaldığımız mahalleye vardığımızda Yaşar’ın bizden önce eve döndüğünü görerek kucaklaşıp sevinmiştik.

Yerde yatan genç ise Şişhane'de polis kurşunuyla vurulup bir gün sonra ölümle kucaklasan Mehmet Akif Dalcı idi.

Mehmet-Akif-Dalci

4 Mayıs'ta Zeytinburnu'nda 17 yaşındaki deri işçisini binlerce kişiyle, sloganlarla görkemli bir halayla uğurladık.

Günlerdir yaşananlar kitlenin ruh halini etkilemiş bir öfke patlamasını da beraberinde getirmişti. Cenazeye yapılan müdahale sonrası gösterilen direnç hala hafızalarda yer ediyor.

O gün ara sokaklarda yaşanan çatışmalarda halk gençlere sahip çıktı. Kimi evlerine aldı gençleri kimi bilmediğimiz labirent gibi sokaklardan çıkış yollarını tarif etti.

Ortalık korkusuz kitlelerin sloganlarıyla, marşlarıyla sarsılıyordu. Yılların verdiği korku silinip atılmış adeta püskürtme harekâtı başlamıştı.

Sanırım sokakta psikolojik üstünlüğü ele geçirme 80 sonrası bir ilkti. Kitle üzerindeki ölü toprağını atmış barikatlarda kaybettiği ruhunu yeniden kazanmıştı.

Eylemlerin sonunda gözaltına alınıp tutuklanan beş kişi içindeydim. Mahkemeye o gün yaralanan polisler de müşteki olarak getirilmişti. Kararı beklerken koridorda onlarla sohbet imkânımız oldu. Savaştan çıkmış gibiydiler kiminin kolu kiminin bacağı alçılıydı. Bol bol serzenişte bulunup sigara ikram ettiler, sıcak bir diyalog gelişti aramızda.

Yoksul Anadolu çocuklarıydı hepsi. Hiçbiri mahkeme heyetinin teşhis zorlamasına olumlu yanıt vermedi. Kendilerini yaralayanların bizlerden biri olup olmadığı konusunda düşmanca bir tutum sergilemediler.

Gece yarısı Zeytinburnu Adliyesinden, beş kişi, polis minibüsüyle Sağmalcılar Cezaevine doğru yola çıktık. (Orada tüneller yüzünden başka cezaevlerine sevk başladığı için Bayrampaşa’ya götürülecektik.)

Sevdiklerimiz, arkadaşlarımız şehrin öte kıyısında çok uzaklarda kalmış, şehir küçüldükçe küçülmüştü. Geçtiğimiz yollarda açık camlardan içeri dolan bahar kokularının baygınlığında insanlar derin uykularında mayısı selamlıyordu.

Gece yarısı geldiğimiz cezaevi kapısında bizi getirenlerle o saatte içeri almak istemeyen idare arasında kısa bir tartışma yaşandı. Gayrettepe’ye tekrar götürülme olasılığı hepimizi hafızalarımızda bıraktığı iz yüzünden tedirgin etti.

Nihayetinde karantina bölümünde soluğu aldık. Grupla ayaküstü (ilk gördüklerimle) tanıştım. Grubun içinde önceden uzaktan tanıdığım, 2015 yılında Kadıköy’de kalleşçe öldürülen Nuh Köklü ile de gözaltı ve cezaevi süreçlerinde çok iyi bir dost olmuştuk.

Unutmamak, unutturmamak için:

Yaşasın 1 Mayıs !

Yaşasın Zafer!