Türkiye milli takımının kalecisi Volkan’a küfür edilmesi ve sonrasında yaşanan olaylardan sonra, o günü hatırladım. O günü sık sık hatırlarım. Aradan neredeyse on yıl geçti, ama ne zaman futbolda şiddet mevzusuyla ilgili bir haber görsem hala o gün gelir aklıma...

Sanırım 2005 yılıydı. Bir milli maç... Türkiye, son dakikada attığı golle maçı penaltılara götürmüş ve penaltılarda da turu geçmeyi başarmıştı... Esenler’de bir kahvehanede maç izleyen kitle aniden sokağa aktı ve çıldırmış gibi bağırarak kutlamaya başladılar bu milli zaferi. Kalabalık kısa sürede hızla artmaya başladı. Arttıkça arttı. İnsanlar akın akın sokağa indiler...

Birçok şeye şahit oldum o bir saat içinde:

-          Kalabalık bir grup bağıra bağıra İstiklal Marşı’nı okuyordu. Marşı okurken başını gökyüzüne uzatıp uluyan bozkurtlara benziyorlardı, ya da özellikle benzemeye çalışıyorlardı. Öyle çok bağırıyorlardı ki boyun damarları ve gözleri patlayacak gibi büyümüştü ve yüzleri kıpkırmızıydı.

-          Birkaç kişi, aralarındaki en ufak tefek olanını iki kolundan iki bacağından tutup sallıyorlardı. Sallarken “Türkiye Türkiye” şeklinde tezahürat da yapıyorlardı. Daha sonra bir tecavüz anını canlandıran bir tiyatroya çevirdiler bu işi. Yüzlerinde insanı korkutan kahkahalarla çiftleşme anını canlandırmaya başladılar. “Mağdur” her ne kadar diğer arkadaşları gibi kahkaha atıyor olsa da, kahkahalarının arkasına gizlemeye çalıştığı bir kaygı da yok değildi yüzünde. En son kaygı kahkahaları bastırdı ve sinirlenerek okkalı birkaç küfür savurdu arkadaşlarına. Bunun üzerine arkadaşları kahkahalarını kısmen azaltarak onu yere bıraktılar ve hızlarını kesmeden yüksek sesle Mehter Marşı yayını yapan bir arabaya doğru yürüdüler.

-          Mehter Marşı yayını yapan arabanın çevresinde onlarca kişi vardı ağızlarıyla marşa eşlik ediyorlardı. Eşlik ederken de marşın ritmine uygun bir şekilde sert hareketlerle kafalarını ve kollarını sallıyorlardı. Kollarını sallayanlar arasında cinsel göndergeleri olan hareketler yaparak birbirlerine gülenler de vardı. Marş bittiğinde bir ara “Şehitler ölmez vatan bölünmez” sloganı attılar. Daha sonra tekrar başlayan marşla beraber kafa ve kol sallama seansı da başladı...

-          Birkaç kişi kahvehanenin köşesinde birini köşeye sıkıştırmış, itip kakıyorlardı. Köşeye sıkıştırdıkları adam korkmuştu, ama diğerleri işin daha çok eğlence kısmındaymış gibi gülüyorlardı. İçlerinden biri okkalı bir tokat attı adama. Diğerleri de “Olum niye sallamıyon, sallasana...” diye akıl veriyorlardı ona. Daha sonradan bu tokat yiyen adamın bayrak sallamadığı için itilip kakıldığını öğrendim.

Aslında o gün gördüğüm her şey, kocaman bir bilinçaltının dışa vurumuydu. Çünkü üzerinde uzlaşılmış toplumsal normların kısmen ortadan kalktığı böylesine toplumsal durumlarda, kitle kültürünün ve faşizmin bilinçaltının tüm özelliklerini görmek mümkündür. Ki özellikle tribünler, bu ülkenin bilinçaltıdır ve özenle gizlenen ne varsa, hepsini “milli” zaferlerden sonra tribünlerde görmek mümkündür: Resmi ahlakçılık tarafından yasaklanmış cinsellik, serbest bırakılmış libido, potansiyel olarak kalmış ama her an pratik olarak da gerçekleşmeye hazır bir tecavüzcülük, yoksulluğun ve hor görülmenin yarattığı “zafer” ihtiyacı, bir türlü mecrasını bulamamış bir enerji, kendi varlığının görünürlüğünü sağlamaya vesile olacak şiddet ve kavga etme isteği... Ve tüm bunların ve daha fazlasının bir araya gelmesiyle oluşarak “devlet” denen mekanizmaya can veren, onu her an yeniden üreten faşist kitle kültürü!

Kazakistan maçında kaleci Volkan’a iğrenç küfürler edildi. Doğrudur. Ancak Volkan’a küfreden bu eril dil, aynı zamanda Volkan’ın da içinde olduğu milli takımın taraftarlığını yapan kültürün dilidir. Ve Volkan, kendisini destekleyen ve bu desteğinden hoşnut olduğu, aynı zamanda kendisinin de içinde olduğu bir kültürün küfrüne uğramıştır aslında...

Bu kültürde, konu ne olursa olsun, milli zaferler ve devletin başarısı her şeyden önemlidir. Çünkü faşist kitle kültürü için aslolan iktidarların güçlü olmasıdır. Bu yüzden futbolcuya karşı takımı, bireye karşı devleti, mazlum karşısında da gücü ve iktidarı destekler. Bu güç ve iktidarın şemsiyesi altında olduğu müddetçe güvendedir. Normal şartlarda yapamayacağı her şeyin, bu güç ve iktidar adına yapıldığında meşru görülüp hoş karşılanacağını sezinler. Tam da bundan dolayı her fırsatta kendini devlete, iktidara, “milli birlik ve bütünlüğe” ispat etmeye çalışır. Devlet ve “milli zafer” denince akan suların duracağını bilir... Zamanında Kürt kadınlarına copla tecavüz iddialarına karşı “Copa gerek yok, bizim taş gibi delikanlılarımız var” diye açıklama yapan general, tecavüz gibi bir alçaklığın bile “devletin birliği ve bütünlüğü” için yapılabileceğini, açık bir şekilde olmasa da, savunmamış mıydı? Eee... Bugün en büyük mutluluğu “Şanlı Türk’ün zaferi” olan faşist kitle kültürünün Volkan’a küfretmesine neden şaşıralım ki?