Bazı çevreler, Ergenekon davasını, en başından itibaren, ‘muhalifleri baskı altına almak isteyen’ AK Parti’nin ve Gülen cemaatinin tezgâhı olarak gördüler. Cumhuriyetin temel kurumlarının ve değerlerinin hedef alındığını ve Türkiye’nin İslamcı bir tek parti rejimine (veya sivil diktaya) doğru yol aldığını düşündüler.
Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmasına, gazeteci camiasının büyük bölümünü de içeren geniş bir kitle itiraz etti. Ergekenon davasını ülke geleceğini belirleyecek önemde görenlerin, davanın darbeci geleneği darbeleyici bir etki yaptığını düşünenlerin ciddi bir kısmı da -ki ben de bu kişilerdenim- iki gazetecinin tutuklanmasına karşı çıktı. 

AK Parti düşmanlığı
Bazılarının istediği gibi ‘yeminli AK Parti düşmanı’ olmadım hiçbir zaman. Yeminli CHP düşmanı olmadığım gibi. AK Parti’nin de CHP’nin de BDP’nin de MHP’nin de bu toplumun içindeki eğilimleri yansıtan siyasi partiler olduğuna inanırım. Toplum neyse onlar da odur. AK Parti, devletin merkezine egemen olan ‘Kemalist elit’in hedef aldığı ve iktidar çekirdeğinden uzak tutmaya özen gösterdiği toplumsal grupların temsilcisi olarak yola çıkmış bir parti.
Aslında, ‘ordu merkezli elit’, 1970’lerde Ecevit yönetimindeki daha sivil karakterdeki CHP’yi de siyasi tutumu nedeniyle düşman görmüştü. 12 Eylül 1980 askeri darbesine giden yolun ilk taşları CHP hükümetlerine karşı döşenmişti. Ordu merkezli elitin, elindeki iktidar gücünü, seçimle gelmiş siyasi akımlara devretmeye hiçbir dönemde çok olumlu bakmadığını biliyoruz. Yakın tarihimizdeki (28 Şubat 1997’yi de sayarsak) 4 askeri darbe/müdahale, siyasi hayatı zehirledi, askerin toplum ve siyaset üzerindeki hegemonyasını derinleştirdi.
Bu vesayet, AK Parti döneminde sarsıldı. Önce darbe hamleleri yaptılar. Kıl payı kurtulduğumuzu şimdi daha iyi anlıyoruz. Cumhurbaşkanını seçtirmek istemediler. % 47 gibi bir oyla hükümet kuran bir partiyi kapattırmaya çalıştılar.Ergenekon ve Balyoz davalarını bu arka planı iyi bilerek okumak gerekiyor. Askerler de siviller de bu işlere karıştılar. Toplumun çok büyük çoğunluklarını ‘iktidar çekirdeği’nden uzak tutma yönündeki bu faaliyetlere birçok gazeteci de büyük katkılar sağladı. Gazetecilik mesleğinde, “iyi darbe var, kötü darbe var” diyen bir anlayışla yan yana uzun yıllar çalıştığımı belirteyim.
Hayat tabii ki darbeden ve darbecilerden ibaret değil. Kürt meselesi var, Avrupa Birliği üyeliği var, basın özgürlüğü var, Kıbrıs’ta barışçı çözüm sorunu var...
Ancak kesin olan şu ki, ‘askeri vesayetçi’ rejim değişmediği sürece, bu sorunların demokratik/özgürlükçü bir çerçevede ele alınması hiçbir şekilde söz konusu olamıyor. Bu nedenle de militarizmle mücadele, siyasetteki temel kriteri oluşturmaya devam ediyor. AK Parti’yi değerlendirdiğim temel ölçüt de bu. Örneğin, AK Parti’nin Kürt sorununda ayak sürüyen, militarist ve demokratik olmayan çözümlere eğilim gösteren yaklaşımlarını yoğun olarak eleştiriyorum.
Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmalarına ve ‘Ergenekon üyesi’ olarak yargılanmalarına başından beri karşıyım. Bir ‘hedef saptırması’ olduğu yönündeki değerlendirmelerin ciddiye alınması gerektiğini düşünüyorum. 

Yetmez ama evet
12 Eylül anayasa referandumundaki değişiklikleri kendim için ve ülkem için destekledim. Yargıda son dönemde yapılan değişiklikleri de hukukun üstünlüğü için yetersiz ama yararlı adımlar olarak görüyorum.
Anayasa Mahkemesi, HSYK, Yargıtay ve Danıştay ‘Kemalist elit’in hegemonyası altındaydı. 12 Eylül rejiminin ürünüydüler. Şimdi bu kurumların tabana yayılan bir seçim yoluyla belirlenmesi adımları atılıyor. Çıkan tüm sorunlara rağmen eskiye oranla daha demokratik bir yapının oluşabileceği görülüyor. Ergenekon ve Balyoz davalarını da hayati önemde görmeyi sürdürüyorum.
Kürt sorunu, Kıbrıs konusu, demokratik reformların yavaşlayışı, yüzde 10’luk baraj, yaşam tarzına dair tartışmalar vb birçok konuda hükümeti eleştiriyorum ve eleştireceğim. Hükümeti eleştirmekten kaçınmadım, kaçınmam da. Militarizmin ve darbelerin yarattığı ‘eleştirmekten ve sorgulamaktan korkan toplum yapısı’nın aşılması için hükümetlerin de eleştirilmesi şart.