AKP iktidarı Türkiye tarihinde bir dönüşüme damgasını vurdu. Bu dönüşümün merkezinde özgürlükler rejiminin pekiştirilmesi ve genişletilmesi, imparatorluk bakiyesi etnik sorunların çözümü, ataerkil toplum geleneklerinin belirlediği kural ve pratiklerin etkisiz kalması gibi konular yer almıyordu. Esas olarak Türkiye toplumunun sosyolojik çoğunluğunu temsil edenlerin iktidara gelmelerine dayanan bir dönüşümdü bu. Otantik bir hâkim sınıfın sahnenin önünde yer alması demekti. Kan bağları veya kurumsal aidiyetleri nedeniyle kendilerini toplumun üstünde bir konumda görenlerin hâkimiyetine son verildiği, bu coğrafyaya özgü, etkisi bundan sonra uzun bir dönem sürecek bir burjuva dönüşüm anı yarattı on yıllık AKP iktidarı.
Toplumun çoğunluğunu değerler açısından temsil ettiği iddiasını doğal olarak taşıma kapasitesine sahip sınıf etrafında oluşan ittifak, AKP’nin iktidarda olmasına rağmen üç seçimde oylarını arttırmasını sağladı. Sadece AKP’nin yönetimsel başarılarının sonucu değildi bu seçim başarıları. Yaşanan sosyo-politik dönüşümün tamamlanması süreciydi. On yılda AKP, askeri-sivil bürokratik vesayet güçlerinin meşruiyeti kendinden menkul üstün konumlarını ortadan kaldırdı. Bunları kâh demokrasi açısından meşru siyasal hamlelerle kâh bazıları demokratik kuralları ihlal eden yargı operasyonlarıyla gerçekleştirdi. Siyasal dönüşüm dönemlerinde çoğu zaman olduğu gibi, yargı bir dönem yeni iktidara karşı direnişin ön cephesi, ardından da yeni iktidarın vurucu gücü oldu. Medyada benzer bir süreçle yeni hegemonya kuruldu. Bu toplumsal dönüşüm sürecinin en kritik anı, bundan tam beş yıl önce benzer yaz sıcaklarında yapılan genel seçimlerdi. 2007 seçimleri, AKP etrafında kümelenmiş Türk-Sünni orta sınıfının ve önemli bir kısmı bu kesimin içinden gelen siyasal elitlerin askeri muhtıralar, yargı darbeleri, güdümlü sivil toplum mobilizasyonları ve suikastlarla yıpratılmasının artık mümkün olmadığını kanıtladı. Türkiye toplumunun sosyolojik çoğunluğunu temsil edenlerin özgüvenleri bu seçimlerin ardından güçlendi.
Bu sosyolojik çoğunluğun ortak iki niteliği var. Birincisi etnik olarak kendini Türk tanımlaması. İkincisi Sünni Müslümanlığın değer ve zihniyet dünyasını benimsemesi. Bu iki nitelik, toplumsal varoluşun merkezine iktidarı yerleştirme konusunda örtüşüyor. Bu nedenle Türkiye toplumunun sosyolojik çoğunluğu esas olarak iktidara ulaşmak için özgürlük ve hak talep ediyor. Yani özgürlük talep eden bir toplumsal çoğunluktan ziyade iktidar talep eden bir çoğunluk var. AKP bu çoğunluğa dayanıyor, onun başat değer ve özlemlerini yansıtıyor.
Kendisi için hak, özgürlük ve bunların bir sentezi olarak demokrasi talep eden bu çoğunluğun, kendi değerlerini toplumun bütününe hâkim kılmaya çalışması beklenen bir gelişmeydi. Bu muhafazakâr iktidar pratiğinin artarak tahakkümcü nitelik sergilemesinin önünü 2011 genel seçimleri sonuçları bütünüyle açtı. 2007 sonrasında başlayan iktidarın konsolidasyon süreci, 2011 yazından itibaren muhafazakâr hegemonyanın yerleşmesi ve yayılması yönünde hızlandı. Şimdi Türk muhafazakâr ittifakının duraklama dönemini yaşıyoruz.
Türkiye toplumunun yeni hâkim sınıf ittifakının belkemiğini dindar Sünni-Türk muhafazakâr orta sınıf oluşturuyor. 2000’li yıllardaki dönüşüm otoriter düzlemde bir kırılma yaratmadan, iktidar aktörleri ve simgelerinin dönüşümü olarak gerçekleşti. AKP, değerler ve kimlik bağlamında sosyolojik çoğunlukla siyasal çoğunluğu büyük ölçüde buluşturdu.
Yeni iktidarın yoğunlaşma noktası olan Tayyip Erdoğan, alttan gelen ve kabarmaya halen devam eden bu yeni tahakküm dalgası üzerinde iktidar gemisine yön veriyor. Sosyolojik çoğunluğun daha geniş bir siyasal çoğunluk oluşturması için muhafazakâr değerler politikasını giderek daha fazla ön plana çıkarıyor. Bu da Türk-Sünni muhafazakâr ideolojisinin demokratik değerler açısından dar epistemolojik sınırlarını daha fazla görünür kılıyor.
Bunun karşısında, toplumsal muhalefetin değerler ve anlam politikaları alanında eski otoritarizmin yöntem ve simgelerine sarılarak başarılı olma şansı yok. Toplumsal muhalefetin bu yeni hegemonyaya karşı uzun vadede etkili olan bir mücadele verebilmesi, kendini otoriter gelenek ve değerlerden bütünüyle kurtarmasına bağlı. Bu ise muhafazakârlık ve otoritarizm karşıtlıklarının demokratik ilkeler zemininde eşitlik ve özgürlüğün yeni bir sentezini gerçekleştirmesi demektir.