Ömer İbrahimoğlu / Demokrat Haber

İşçilerin, günlük çalışma sürelerinin düşürülmesi talebiyle ortaya çıkan 1 Mayıs bir asırdan fazladır dünyanın dört bir yanında emek ve işçi bayramı olarak kutlanıyor. Milletlerarası İşçi Kardeşliği Teşkilatının 1880’daki Paris Kongresinde, yılda bir gününün işçi dayanışması için ortak bayram ilan edilmesi kararı verildi. ABD’li sendikacıların önerisi üzerine işçi bayramı olarak “1 Mayıs” belirlendi. O tarihten itibaren 1 Mayıs, dünyanın dört bir yanında Emek Bayramı, İşçi Bayramı, ve 1 Mayıs Bayramı gibi adlarla kutlanmaya başlandı.

Biz de 1 Mayıs heyecanını yaşadığımız bugünlerde Türkiye’deki işçi direnişleri, bu direnişlerin toplumsal etkileri, iktidar ve 6’lı masa muhalif partilerinin işçi sınıfına bakış açısı ve 1 Mayıs’ın önemi üzerine, her zaman her işçi eylemini destekleyen ve işçi sınıfının yanında olduğunu mecliste yaptığı konuşmalarla da gösteren HDP Milletvekili Musa Piroğlu ile görüştük…

hdp-musa-piroglu-4

Türkiye’de son dönemlerde pek çok işçi direnişlerine tanıklık ediyoruz. Sizce bunun nedenleri neler?

Genel olarak işçi hareketlerinde bir toparlanma ve derlenme görüyoruz. Pek çok yerde irili ufaklı direnişler oluyor. Bu direnişlerin önemli bir kısmı kazançla sonuçlanmış durumda. Elbette bu tesadüfi bir durum değil. İşçi hareketlerindeki bu hareketliliğin altında onlarca yıl yatan haksızlık ve hak kayıplarının varlığı söz konusu. Hak kayıplarının geldiği nokta artık işçiler için kabul edilemez bir seviyeye ulaşmış. İşçiler sadece ücret sorunu ile uğraşmıyorlar. İşçiler ücret sorununun yanında ağır çalışma koşullarıyla da karşı karşıyalar. Kölece bir çalışma dayatılıyor. Mobbing, taciz, güvencesizlik ve sürekli olarak hakaretlerle yüz yüzeler. Ve ayrıca iş hayatları patronun iki dudağı arasında sıkışıp kalmış. O yüzden direnişlerin daha çok örgütsüzlüğün yaygın olduğu, güvencesizliğin olduğu alanlarda olması da bu direnişlerin tesadüfi olmadığını ortaya koyuyor.

Sendikalı olamayan, toplu sözleşmelere dâhil olmayan, her an işten atılma tehdidi altında yaşayan, her çeşit hakkı elinden alınmış ve en düşük ücretlerle çalışan işçiler arasında öfkenin özellikle patron ve sermayeye karşı büyüdüğü görülüyor. Buna ek olarak işçi direnişleri son dönemlerde kazanımlar elde ediyor. Bu kazanımlar altında yatan temel şeylerden biri de, bir yandan işçi sınıfının canlanması iken öte yandan toplumsal alanın daha fazla dayanışmacı, daha fazla yan yana geliyor olması ve toplumsal desteğin yüksek olması. Zira yoksullaşma, hak kayıpları, güvencesizlik bütün topluma yayılmış durumda. Ve toplumsal olarak iktidara karşı hoşnutsuzluğun gelişmesiyle beraber işçi hareketlerinin direniş ve eylemleri genel bir destek görüyor.

İşçi sınıfının yalnız bırakıldığı en önemli alanlardan biri de sendikalar. Sendikalar ne yazık ki bu örgütsüz, küçük ve parçalı direnişlere, kimi zaman sendikalı işçilerin başlattığı direnişlere destek verme konusunda çok çekimser hatta çok uzak kalmaya devam ediyorlar. Bu kırılabilirse işçi hareketi ileriki zaman ve süreçlerde daha fazla dinamik olacak ve kazanım elde etme olasılığı epeyce artacaktır.

hdp-musa-piroglu-2

Sizin de söylediğiniz gibi patrona karşı gerçekleşen işçi direnişleri çoğunlukla kazanılıyor. Bu tür işçi direnişleri ve kazanımlar uzun sürede Türkiye toplumundaki işçilere nasıl bir etkisi olur?

Başlamış olan işçi direnişleri henüz küçük çaplı ve dağınık olarak devam ediyor. Var olan haliyle belki şu an için devasa bir dalga olmasına hizmet etmiyor olabilirler. Ama büyük işçi direnişlerinin temelini bu tür dalgalar atıyor. Zira hoşnutsuzluk durumu genel olarak bütün işçi kitlelerini etkiliyor. Aslında sermaye sahipleri de bunun farkında. Dikkat ederseniz TÜSİAD ısrarla asgari ücretin daha da yükseltilmesini geçenlerde yaptığı açıklamalarla enflasyon karşısında güncellenmesini talep etti. İşçi sınıfı içindeki hoşnutsuzluğun bir sınıf kinine dönüştüğünü, bu sınıf kininin de doğrudan sermayeyi ve zenginliği karşısına aldığını fark ediyorlar. O yüzden de bunu en azından tolere edilebilir bir yere getirmeye uğraşıyorlar. Tek başına işçi sınıfının direnişleri özelikle de özlük hakları ve ücret konusundaki başlayan direnişlerin bir bütün olarak tekelci sermayeyi ve kapitalizmi tehdit etme potansiyeli tarihsel olarak pek mümkün görünmüyor. Zira bu direnişler iktidar karşıtı bir siyasal direnişe dönüşmek zorundalar. İşçi sınıfı henüz siyasi sözcüleri ile buluşmuş durumda değil. Ya da sosyalist hareketler işçi sınıfının ana gövdesiyle temas haline geçmiş durumda değil. Bu direnişler sadece işçi sınıfının ana gövdesine umut, moral ve deneyim aktarımı açısında korkunç önem taşıyor. Direnişlerin belki de en önemli alanı henüz direnişe geçmemiş olanlara verdiği umut ve yöntem oluşturuyor. Önümüzdeki süreç işçi sınıfı hareketinin daha kitleselleşeceği, daha kilit iş kollarına yayılacağı bir süreci işaret ediyor. Yine aynı dönem sosyalist hareketin yani sınıfın siyasal öncülerinin işçi sınıfıyla buluşmasının imkânlarının daha da güçlendiğini işaret ediyor. Çünkü işçi sınıfı ve özellikle yoksul kitleler üzerinde hegemonik bir güç olan iktidarın bu hegemonyasını yitirmeye başlamış olmasının aslında sosyalist hareketlerin, işçi sınıfıyla buluşacağı imkânı da yaratır. İktidar geri çekilirken işçi sınıfı kendi adresini, kendi sözcülerini aramaya başlamış durumda. Burada yapılması gereken işçi sınıfının bu siyasal sözcüleriyle bir araya gelmesidir. İşçi sınıfı hareketinin, ekonomik temelde başlayıp sendikal mücadele ekseninde giden işçi sınıfı hareketinin siyasallaşması gereğidir.

İşçiler kendi yaşamsal deneyimleriyle meselenin sadece kendi fabrikaları ya da patronları olmadığının farkına varıyorlar. Ve giderek de bu mücadele kendiliğinden iktidar karşıtı bir siyasal söyleme bürünme imkânlarını da barındırıyor. Zira işçiler her harekete geçtiğinde karşılarında devleti ve devletin aygıtlarını görüyorlar. İşçiler aynı zamanda parlamentonun da patronlar lehine çalıştığını, kendileri adına hiçbir şey yapmadıklarını fark ediyorlar. Bu önemli bir adım ama bu adımın siyasal öncülerin ve sınıfın kendiliğinden buluşması gerekiyor. İşçi sınıfı mücadelesi kendi ekonomik talepleri ekseninden kurtulup siyasal bir mücadeleye dönüştüğü andan itibaren sermaye için gerçekten hayati tehdit haline gelecektir. Bu aynı zamanda bütün ezilen halklar için de bir umut haline gelecektir.

hdp-musa-piroglu-3

İşçi sınıfının politik cihetine de değinmek istiyorum. Mevcut hükümet ve yakın zamanda oluşan 6’lı masada yerlerini alan muhalif partilerin işçi haklarına yaklaşımını nasıl buluyorsunuz? Gelecek seçimi 6’lı masada yer alan muhalif partiler kazanırsa işçilere yeni haklar tanınabileceğini düşünüyor musunuz?

İktidar milletvekillerinden birinin de dediği gibi, oylarının yüzde 70’ini yoksullardan ve işçilerden almış bir iktidar yapısı ile karşı karşıyayız. Bu iktidar kimlik siyasetinin, Türkiye coğrafyasının, ülke mücadelesini etkisine aldığı süreçte dindar, milliyetçi, yoksul tabanın üstünden temel hegemonik bir unsur olarak görüldü. Yaşanan ekonomik ve sosyal kriz iktidarın bu hegemonyasında bir parçalanmaya yol açtı. İktidara geçmişte oy vermiş yoksullar ve işçi sınıfı iktidara olan desteklerini çekip sınıf alanında kendi mücadelelerini ortaya koymaya başladılar. İktidar kurulduğu günden bugüne aslında sermayenin sözcülüğünü sürdüren kararlı bir yapı olarak görüldü. Kemal Derviş politikaları, 24 Ocak kararları ile ortaya çıkan esnek çalışma ve onun devamı olan siyaset olduğu gibi katıksız olarak uygulandı. İşçi sınıfına karşı azgın bir saldırı yapıldı. Neredeyse sınıfın bütün kazanımları ortadan kaldırıldı. Esnek, güvencesiz, kuralsız çalışma bir kural haline getirildi. İşçi sınıfının yüzde 90’a yakını örgütsüzleştirildi. Bu süreç aynı zamanda işçi sınıfının taşeron tarafından bölünmesini ve sınıfın örgütlenmesinin zayıflatılması ve sınıfın öncülerinin de baskı altına alınarak sınıfla bağlarının koparılmasının koşulları oluşturuldu. Bu noktada işçi sınıfı sermaye karşısında güçsüz hale getirildi. Ülkeyi tek adamın iki dudağı arasına sıkıştıran iktidar yapısı aynı zamanda işçi sınıfının kaderini de patronun iki dudağı arasında bırakmış oldu. Ve işçiler geldiğimiz noktada kendi mücadele ve yaşamsal deneyimleriyle sermaye ile iktidar arasındaki doğrusal ilişkiyi fark etmeye başladılar. Bu iktidarın işçi sınıfına verebileceği hiçbir şey olmadığı apaçık ortada.

6’lı masa denilen karşıt güçlerin de işçi sınıfına çok fazla bir şey sunmadığı görülüyor. Örneğin 6’lı masa işçi sınıfı meselesi gündeme geldiğinde işçilerin hak kayıpları ve bütün o yoksulluk meseleleri tartışıldığında açık ve uygulanabilir bir program sunamıyor.

Bence iktidar yoksulluktan besleniyor, 6’lı masa ise yoksulluğun kabul edilebilir bir hale getirmesini savunuyor. Söz konusu olan yoksulluğun kaldırılması olmalıdır. Ne yazık ki bu iki güç de sermaye yanlılığı yapıyor. Bu dönemlerde işçi sınıfı örgütlü bir şekilde yasal bir mücadele içinde sürece müdahale edebilirse bu mücadele kendi içinde yolunu bulacaktır.

1 Mayıs “emek ve dayanışma günü”. Bütün dünyada çalışan işçileri göz önünde bulundurarak 1 Mayıs işçiler için neden önemli?

1 Mayıs Türkiye ve dünya işçi sınıfı tarihi açısından önemli bir dönüm noktasıdır. İşçi sınıfı 1 Mayıs’ta sermaye ve iktidara kendi gücünü gösterir. Dostlarına moral düşmanlarına korku salar. Bu 1 Mayıs Dünya ve Türkiye coğrafyasında büyük bir öneme sahip. Gerek neoliberal politikaların ağır yıkımlarının fazlalaştığı faturalar gerekse popülist önderlerin ve sağ siyasetin işçi sınıfı hareketini sıkıştırmış olması işçi sınıfını bir bütün olarak dünya çapında sosyalizmin geri çekilmesine paralel olarak etki alanının daraltılmasına neden oldu. Bu 1 Mayıs’ta meydanlara çıkacak kitleler işçi sınıfının temel bir güç olarak yeniden tarih sahnesine varlığını göstermesi açısından kritik bir önem taşıyor.

Peki, Türkiye’deki işçi sınıfının bugünkü durumu nasıl?

Türkiye açısından da sınıf öldü, sınıf bitti ya da işçi sınıfının politik ağırlığının sona erdiği düşüncelerinin bahsedildiği dönemde başlayan işçi eylemleri işçi sınıfının yeniden hatırlanmasına yol açtı. 1 Mayıs işçi sınıfının kendini bir politik güç olarak siyasal ortamda gücünü, varlığını göstermesi açısından kritik bir önem taşıyor. Bu aynı zamanda yıkılma sürecindeki iktidarın ülkeyi sürüklediği daha ağır bir yıkım sürecine, zorlu bir seçim sürecine veya işçi sınıfını görmeyen iktidara karşı bir meydan okuma diyebiliriz.

Mevcut hükümetin oylarının çoğunu işçilerden aldıklarını söylediniz. Fakat Türkiye’de mevcut hükümetin 1 Mayıs etkinliklerini engellemeye yönelik çalışmalar yaptığını görüyoruz. Örneğin, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak yasak. Hükümet bu tür engellemeleri neden yapıyor? Yasakları nasıl değerlendiriyorsunuz?

İktidar yıllardır 1 Mayıs, Newroz, işçi sınıfı mücadelelerinin ve direnişlerin olduğu her yerde bu çeşit simgesel günleri ve etkinlikleri baltalamak için elinden geleni yapıyor. Bilhassa Taksim işçilerin tarihsel bir alanıdır. Gerek sloganların kısıtlanması gerekse katılımın azaltılmasına yönelik bir dizi provokasyonlarla engellenmeye çalışılıyor. Bunların kâr etmediğini tarihsel olarak görebiliyoruz. Taksim hâlâ ve yeniden direniş alanı olmaya devam ediyor. Şehirlerin meydanları yasaklanıyor ama işçi sınıfı ve direniş örgütleri, birleşik mücadele ile bu alanları yeniden halk kitlelerinin buluşma mekânlarına dönüştürülmesi için mücadeleyi devam ettirecek ve eninde sonunda kazanacaklardır.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Türkiye zorlu bir sürece giriyor. Yaşananlardan seçim sürecinin huzur içinde geçmeyeceği, iktidarın kazanmak için her çeşit yolu deneyeceğini düşünüyorum. Gezi davasından çıkan kararlar, Kobani kumpas davasının devam etmesi, HDP’ye yönelik baskılar ve açıklamalar birleştirildiğinde aslında ülkedeki demokrasi mücadelesinin zorlu bir süreç geçireceği görülüyor. Bu noktada işçi sınıfının örgütlü olması önümüzdeki süreçte siyasetin gelişme seyrini de belirleyecek. Bu yüzden 1 Mayıs’a örgütlü bir şekilde yaklaşmak ve işçi sınıfının siyasal öncüleri ile buluşmasını sağlamak kritik önem taşıyor. İşçi hareketinin, savaş karşıtı ve barış mücadelesiyle birleşmesi, emek ve barış güçlerinin Kürt halkı ile omuz omuza yürümesi çok önemli! Evet, bunlar zor süreçler ama kaybeden bir iktidar gerçekliği de var. İşçi sınıfı şunu görmek zorunda, iktidarın sermayeyi daha da zengin etmek için kurduğu sınıfsal karakteri işçi sınıfı önündeki en ciddi engellerden biridir. Bu yüzden sınıf mücadelesi iktidarla siyasal alanda karşı karşıya gelmek zorunda. İşçi sınıfı artık bu şekilde kendi imzasını atmalı. 1 Mayıs’ın sloganı “emek ve barış üzerine” şekillenmeli.