Birikimdergisi.com’da Ahmet Kardam 28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı vesilesiyle 15’lerin aslında kaç kişi ve kimler olduğunu yazdı:

Her yılın ocak ayı sonunda komünistler, sosyalistler, demokratlar, ilerici insanlar Ocak 1921’in 28’ini 29’una bağlayan gece Trabzon’a getirilip Sürmene açıklarında Karadeniz’in sularına gömülen Türkiye Komünist Partisi’nin başkanı Mustafa Suphi’yi ve beraberindeki yoldaşlarını çeşitli biçimlerde anarlar. Bu yılın 28/29 Ocak’ı, kuruluş aşamasındaki Türkiye Cumhuriyeti’nin bu ilk “faili belli” katliamının 101. yıldönümü oluyor. Nâzım Hikmet bu toplu siyasi cinayetin ikinci yılında (1923) kaleme aldığı “28 Kanunisani” adlı şiirinde şöyle der:

1921

kanunisani 28

karadeniz

burjuvazi

biz

on beş kasap çengelinde sallanan

on beş kesik baş

yoldaş

bunların sen

isimlerini aklında tutma

fakat

28 kanunisaniyi unutma!

“Katledilenlerin adlarını aklında tutma, ama bu katliamı unutma” biçimindeki bu mecazî anlatımın ironik bir biçimde, büyük ölçüde gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Öyle ki, “28/29 Ocak” katliamı hiç unutulmadı, ama öldürülenlerin sayısını ve adlarını da, bugüne kadar, 101 yıldır hiçbir zaman tam olarak bilemedik.

Suphilerin öldürülmelerinden yaklaşık üç ay sonra, Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) Bakü’deki Merkez Komitesi Dış Bürosu Sekreteri Kayserili İsmail Hakkı’nın Şark Şurası Başkanlık Kurulu Üyesi Mikail Pavloviç-Weltmann’a yazdığı 24 Nisan 1921 tarihli mektuptan anlaşıldığına göre, o tarihte Karadeniz’de öldürülenlerin sayısının 16 olduğuna inanılıyordu.[1] Nâzım Hikmet’in yukarıdaki şiirinde görüldüğü gibi, katliamın ikinci yılında bu sayının 15 olduğuna kanaat getirildiği görülüyor. Nitekim izleyen yıllarda onlar hep “15’ler” olarak anılacaklardır. Ama örneğin TKP’nin katliamın 15. yılında (1936) Moskova’da yayımlanan 15’ler Hatırası başlıklı kitapçığında bile, kurbanların kimler olduğu bir yana, sayısının bile tam kesinlik kazanamamış olduğu görülüyor. Nitekim Salih Zeki’nin bu kitapçık için kaleme aldığı ama kabul görmediği için yer verilmeyen yazısının başlığı “Subhi Yoldaş ve 16 Şehitler”dir.[2] Bu kitapçıkta, o tarihte sayıları 15 kabul edilen katliam kurbanlarından ancak dokuzunun adı sayılabilmektedir: (1) Mustafa Suphi, (2) Ethem Nejat, (3) Topçu İsmail Hakkı, (4) Nazmi, (5) Şefik, (6) Hilmi oğlu Hakkı, (7) Kâzım Ali, (8) Hayrettin ve (9) Meryem [Maria] (M. Suphi’in eşi).[3]

Yavuz Aslan, 1997 yılında yayımlanan Türkiye Komünist Fırkası’nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi başlıklı çalışmasında, katliamın gerçekleştiği Trabzon’da çıkan İstiklâl Gazetesi’nin katliamın ertesi günü çıkan 30 Ocak 1921 tarihli sayısında yayımladığı, Batum’a gönderilme bahanesiyle tekneye bindirilenlerin 15 kişiden oluşan listesine yer verir.[4] Yukarıda adını andığımız 15’ler Hatırası kitapçığını yayımlayan Sosyal Tarih Yayınları editörü, 5 numaralı dipnota yaptığı ekte, “Bugün tümünün adı bilinmektedir,” diyerek ama herhangi bir kaynak göstermeden, Yavuz Aslan’ın İstiklâl Gazetesi’nden alıntıladığı bu listeyi, Mustafa Suphi’nin eşinin adını çıkartarak, 14 kişi olarak sıralamıştır.[5] Sosyal Tarih Yayınları editörünün Mustafa Suphi’nin eşi Meryem (Maria) Suphi’yi bu listeden neden çıkardığına dair bir açıklama yoktur. Bu hesaba göre, diğerleri birer kere ölürken, uğradığı her tecavüzde kaç kere öldüğünü bilemediğimiz Maria’yla birlikte, Karadeniz katliamının kurbanlarının sayısı 15 olmaktadır ki, doğru değildir. Kâzım Karabekir’in katliamın üçüncü günü (1 Şubat) 12. Fırka Kumandanlığı’na yazdığı şifrede,[6] Kâhya Yahya’nın evine kapattığı Maria Suphi’den hiç söz etmeden, “bir motor kiralayıp sahilden ayrılanların” sayısını 14 olarak bildirmektedir ki, bu da doğru değildir.

İstiklâl Gazetesi’nin, Trabzon limanında “tekneye bindirilenler olarak” yayımladığı listeyi esas alıp, ölüm yolculuğunun en başına, Kars’a kadar geri giderek, hem Türkiye’ye Mustafa Suphi’yle birlikte dönüş yapan heyetin tam listesini, hem de bu listenin katliam noktasına kadar gösterdiği değişiklikleri izlemek, böylece Karadeniz katliamının kurbanlarının tam listesine ulaşmak mümkündür.

Kars’tan hareketle Erzurum’a giden heyetin listesi

Mustafa Suphi’yle birlikte Türkiye’ye giriş yapıp Ankara’ya gitmek üzere Kars’a gelen heyetin tam olarak kaç kişiden ve kimlerden oluştuğunu bilmiyoruz. Ama 18 Ocak 1921 günü Kars’tan trenle Erzurum’a doğru hareket edenlerin hem sayısını hem de adlarını tespit etmek mümkün oluyor. 19 kişiden oluşan bu liste şöyledir:

(1) Mustafa Suphi (TKP Başkanı)

(10) Emin Şefik (Mühendis, İstanbullu)

(2) Ethem Nejat (TKP Merkez Komitesi Sekreteri)

(11) Kâzım (Ali oğlu, İhtiyat Zabiti, Manisalı)

(3) İsmail Hakkı, (Hilmi oğlu, TKP Merkez Komitesi üyesi)

(12) Mehmet (Hatip oğlu, Erzincan'ın Akdağ köyünden)

(4) Cemil Nazmi (İbrahim oğlu, TKP Merkez Komitesi üyesi, eski Elmalı Kaymakamı, Kandıralı)

(13) Mehmet (Hacı Mustafa oğlu, İzmir'in Tilkilik mahallesinden)

(5) Bahaeddin (Aşçıoğlu, Öğretmen)

(14) Maria (Mustafa Suphi’nin eşi)

(6) Kâzım Hulusi (Uşak'ın Hacı Hüseyin mahallesinden)

(15) Süleyman Tevfik (Ahmet oğlu, Tayyare Yüzbaşısı; Kadıköylü)

(7) Maksut (Kıralioğlu, Sürmene'nin Asu köyünden)

(16) Mehmet Emin (Abbas oğlu, TKP Merkez Komitesi üyesi, Başkan Vekili)

(8) Hayrettin (Ahmet oğlu, Er, Van'ın Erciş kazası)

(17) Süleyman Sami (Mehmet Sami oğlu, TKP Teftiş Komisyonu Başkanı)

(9) İsmail Hakkı (Mehmet Ali oğlu, Topçu Yüzbaşısı, Bandırma'nın Manyas ilçesinden)

(18) Abdülkadir (Veteriner Yüzbaşı)

(19) Meryem Emin (Mehmet Emin’in eşi, Kadınlar Şubesi Sekreteri)

Kâzım Karabekir, bu heyetin Erzurum’a varması üzerine Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyâseti’ne gönderdiği 20/22 Ocak 1921 tarihli telgrafta heyetin sayısını “Mustafa Suphi yoldaşla diğer on yedi refiki” olarak, yani toplam 18 kişi olarak bildirir. Erzurum Valisi Hamit (Kapanlı) de, yine aynı gün Mustafa Kemal’e çektiği telgrafta, Mustafa Suphi’nin “on yedi refikiyle” (yani 18 kişi olarak) Erzurum’a gelmiş olduğunu bildirir. Her ikisi de, aynı tarihte, ağızbirliği etmişçesine, aynı sözcüklerle, Kars’tan yola çıkıp Erzurum’a varan TKP heyetinin sayısını 18 olarak bildirmektedirler.[7] Ama, Erzurum Valisi Hamit daha sonra kaleme aldığı hatıralarında, “bu heyette bulunanlardan birisinin, hanımını bir miktar altınla Erzurum’da bıraktığını” belirtir.[8] Kâzım Karabekir ile Vali Hamit’in her ikisi de, aynı ağızbirliğiyle, bu durumu Ankara’ya bildirmezler. TKP Merkez Komitesi üyesi olup da Türkiye’ye giden heyet içinde yer almamış olan Süleyman Nuri, Karadeniz katliamı sonrası, konuya ilişkin olarak Bakü’de yapılan 11/12 Nisan 1921 tarihli toplantıda, Erzurum’da heyetten ayrılan kadının kimliğini açıklar:[9] Bu açıklamaya göre, söz konusu kadın, Mehmet Emin’in eşi Meryem Emin’dir. Süleyman Nuri ayrıca, yaptığı bu açıklamada, Mehmet Emin ile Mustafa Suphi arasında yaşanan bir tartışmaya da yer verir: Heyet Erzurum’a varıp örgütlenmiş sözde protestolarla karşılandığında, Mehmet Emin ile Süleyman Sami yolculuğa devam etmek istemediklerini, Erzurum’da kalmak istediklerini söylerler. Bunun üzerine Suphi onlara, “Siz gelmezseniz ben de gitmem,” deyince, Mehmet Emin eşini Erzurum’da bırakıp Süleyman Sami de yanında, sayısı 18’e inmiş heyetle birlikte Trabzon’a doğru yola devam ederler.

TKP Heyetindeki İttihatçı Ajanlar

Hem Mehmet Emin’le Süleyman Sami’nin Erzurum’da heyetten ayrılmak isteyişlerinin nedenini hem de bu ikisinin Maçka’da heyetten kopartılıp hayatlarının kurtarılmasının nedenini açıklığa kavuşturmak için, burada bir parantez açıp heyet içindeki ittihatçı ajanlar meselesini ele alalım. Bunun için yaklaşık bir yıl geriye gidelim.

Mustafa Suphi’nin Türkiye’ye dönebilmek için zorunlu olarak gittiği Taşkent’e varış tarihi Ocak 1920’nin son günleridir. Bakü’ye gitmeden önce, Taşkent’te kaldığı yaklaşık üç ay boyunca yaptığı çalışmaların bir bölümünü de, oraya Sibirya’dan gelen Türk savaş esirlerini, Turkfront karargâhına bağlı Türk kızıl kıtası içinde örgütlemek oluşturur. O üç ay zarfında Türkiye Komünist Teşkilatı’nın Taşkent’teki üye sayısı 40’a ulaşır.[10] Türkiye’ye dönmekte olan TKP heyetinin içindeki İttihatçı ajanların örgüte sızmalarının bu sırada gerçekleştiği anlaşılıyor. Yavuz Aslan’ın belgelediği bu sızmanın öyküsü özetle şöyledir:[11]

Daha 1917 Ekim Devrimi’nden önce, Kerenski iktidarı döneminde, Sibirya’dan kaçıp Taşkent’e gelmiş olan Türk subay esirlerinden bir grup orada “Türkleri Rus boyunduruğundan kurtarıp birleştirmek” amacıyla gizli bir İttihat ve Terakki Cemiyeti oluştururlar ve Ekim Devrimi’nden sonra da, kendi içlerinden dört kişiyi Bolşeviklerle temas kurup onlarla birlikte çalışmakla görevlendirirler. Mustafa Suphi Taşkent’e geldikten sonra, Bolşeviklerin güvenini kazanmış bu dört kişiye, kendi örgütlediği Türkiye Komünist Teşkilatı’nın yönetimine katılmalarını önerir. Suphi Mayıs 1920’de teşkilatını Taşkent’ten Bakü’ye taşırken yanına aldığı 23 kişi[12] arasında örgüte sızmış bu dört ajan da vardır. Bu dört ajandan ikisi Bakü’deki teşkilatın merkez yönetiminde yer alan Mehmet Emin ile Süleyman Sami’dir. Üçüncü kişi çok büyük bir olasılıkla, aşağıda gerekçelerini ayrıca açıklamaya çalışacağım gibi, Türkiye’ye dönen heyet içinde yer alan Tayyare Yüzbaşısı Süleyman Tevfik’tir.

Dördüncü kişinin kim olduğunu tespit edecek verilere sahip değiliz. Akla gelen bir ihtimal, bu ölüm yolculuğundan sağ çıkmış dört kişiden biri olan ve diğerleri gibi Osmanlı ordusuna mensup savaş esiri bir subay olan Veteriner Yüzbaşı Abdülkadir oluyor. Fakat bu benzerliklerin kendisinden kuşkulanmak için yeterli olmadığı da görülüyor. Ne ölüm yolculuğunda sağ kalış biçimi onlarınkine benziyor, ne de Karadeniz katliamından sonra diğerleriyle herhangi bir birlikteliği var. Bu dört kişiden sonuncusu, dönüş yapan heyet içinde yer almayıp Bakü’de kalmış da olabilir.

Haziran 1920’de, Mustafa Suphi ile Mehmet Emin’in Mustafa Kemal’e yazdıkları mektubu Ankara’ya götüren Süleyman Sami, 16 Temmuz 1920 günü ulaştığı Trabzon’da, Vali Vekili ve 3. Kafkas Kumandanı Rüştü Bey tarafından üç gün boyunca kendi evinde alıkonularak sorgulanır. Bu sorgulama sırasında dört arkadaşıyla birlikte Mustafa Suphi’nin örgütüne nasıl sızdıklarını, Suphi’yle birlikte Bakü’ye geldiklerini ve gerçek kimliklerini nasıl gizlediklerini ifşa ederken, Suphi’yi Türkiye’ye dönmeye ikna edenin kendisi olduğunu, Ankara hükümeti hesabına ajanlık yapmayı arzuladığını, Mustafa Kemal’e yazılmış mektubu Ankara’ya götürme görevini üstlenmesinin nedeninin, bundan böyle nasıl hareket etmesi gerektiğine dair talimat almak olduğunu, kendisine böyle bir görev verilirse, TKP içindeki arkadaşlarıyla birlikte Mustafa Suphi’yi Ankara’nın istediği doğrultuda hareket etmeye zorlayabileceğini söyler.[13]

Rüştü Bey, Süleyman Sami’nin bu sözlü ifadesini bir rapor haline getirerek Ankara’ya iletir. Bu raporun ardından Ankara’ya gelmesine izin verilen Süleyman Sami, Ankara ve Eskişehir’deki Yeşil Ordu ve gizli Komünist Partisi yöneticileriyle yaptığı görüşmelerden edindiği bilgileri de, hiç kuşkusuz, Mustafa Kemal’e ve görüştüğü diğer “yetkililere” aktarır. Nitekim, 1921 yılında İstiklâl Mahkemesi’nde yargılanan Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası yöneticilerine Süleyman Sami’yle yapmış oldukları görüşmeler ve Mustafa Suphi’nin Bakü’deki örgütüyle ilişkileri konusunda çok ayrıntılı suçlamalar yöneltilmiştir.[14]

Mehmet Emin ile Süleyman Sami’nin Erzurum’da heyetten ayrılmak istemelerinin ve Suphi’nin itirazı üzerine ölüm yolculuğuna devam etmek zorunda kalmalarının, gönüllü olarak üstlenmiş oldukları Ankara hesabına ajanlık görevlerinin bir gereği olduğu düşünülebilir. Heyet Erzurum’a varıp protestolarla karşılaştığında, bu protestoları Mustafa Kemal’in talimatı ve onayıyla Kâzım Karabekir’le birlikte planlayıp örgütlemiş olan Erzurum Valisi Hamit Bey –muhtemelen Ankara’nın talimatıyla– bir adamı vasıtasıyla Mehmet Emin ile Süleyman Sami’yi yolculuğun ölümle sonuçlanacağı konusunda uyarmış olabilir. Suphi’nin, bu ikisinin ayrılması durumunda kendisinin de yolculuğa devam etmeyeceğini söylemesi onları bu kararlarından vazgeçmek zorunda bırakmış olabilir, çünkü Suphi’nin Trabzon’da noktalanacak bu yolculuktan vazgeçmesi büyük bir özenle planlanmış ölüm yolculuğunun o noktada sonlanması demek olurdu.

Maçka’da heyetten ayrılan üç kişi

Erzurum’dan Trabzon’a kadar, zorlu kış koşulları altında, büyük kısmı kızaklarla, Bayburt, Gümüşhane ve Maçka üzerinden yapılan yolculuk altı gün sürer. Ankara’nın onayıyla uygulamaya sokulmuş plan gereği, heyete yiyecek ve yatacak yer verilmediği gibi özel olarak örgütlenmiş, kışkırtılmış kalabalıkların protestolarına da maruz kalırlar. 27 Ocak 1921 günü varıp geceledikleri Maçka’da, üç kişi heyetten ayrılır: (16) Mehmet Emin, (17) Süleyman Sami ve (18) Veteriner Yüzbaşı Abdülkadir. Bu üç kişinin ayrılış biçimlerini sondan başlayarak ele alalım.

Maçka’da TKP heyetinden ayrılanlardan Veteriner Yüzbaşı Abdülkadir’in ayrılış öyküsünü Mahmut Goloğlu belgeleyerek anlatmaktadır.[15] Buna göre, Yüzbaşı Abdülkadir, içinde yer aldığı TKP heyeti daha Kars’tayken, Trabzon’da dava vekilliği yapan kardeşi Mehmet’e bir telgraf çekerek “Trabzon’a gelmekte olduklarını sevinçle bildirir”. Telgrafı alan kardeşi Mehmet Efendi aynı zamanda Karadeniz katliamının uygulayıcısı Kâhya Kaptan’ın da işlerine bakmaktadır. Aldığı telgrafı Yahya Kâhya’ya gösterdiğinde, Kâhya ona, Mustafa Suphi ve yoldaşlarının öldürülmeleri konusunda Ankara’dan yazılı talimat aldığını söyleyerek, kardeşini kurtarmak istiyorsa Trabzon’a girmesine engel olmasını, yola çıkıp bir yerde onu heyetten ayırıp kaçırmasını tembihler. Bunun üzerine Maçka’ya giden Mehmet Efendi, heyet oraya geldiğinde Kaymakam Vekili Murat Efendi’nin yardımıyla kardeşi Veteriner Yüzbaşı Abdülkadir’i heyetten ayırarak gizlemeyi başarır.

Maçka’da heyetten ayrılan diğer iki kişinin, Merkez Komitesi Üyesi Mehmet Emin ile Teftiş Komisyonu Başkanı Süleyman Sami’nin ayrılış biçimleri çok farklıdır. Heyet Maçka’ya vardığında, bu iki ajanın ölümden nasıl kurtarıldığına dair edindiği istihbaratı Bakü’de yapılan 11/12 Nisan 1921 tarihli toplantıda dile getiren Süleyman Nuri şöyle der:[16]

[Maçka’da mola verildiğinde] oraya bir jandarma gelip Mehmet Emin’e dedi ki: [Erzurum’daki] karınız çok hasta, dönmelisiniz. Bunun üzerine [Erzurum’a] döndü, Süleyman Sami de beraber. Fakat diyorlar ki, hemen ertesi gün onlar da Trabzon’a gittiler ve şimdi onlar Trabzon’da gayet güzel yaşıyorlar.

Kâzım Karabekir, katliamdan üç gün sonra (2/3 Şubat 1921 tarihinde) hem Mustafa Suphi ile beraberindeki heyetin “Rusya’ya gitmek üzere” 28 Ocak gecesi denize açıldıklarını hem de Mehmet Emin ile Süleyman Sami’nin kurtarılıp özgür bırakıldıklarını Ankara’ya (B.M.M. Başkanlığına, Dahiliye, Hariciye Müdafaa-i Milliye vekaletlerine ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Başkanlığına) şöyle rapor eder:[17]

(…) Mustafa Suphi ve on üç arkadaşı Trabzon'da şehir haricinde toplanmış olan halkın şiddetli tezahüratı karşısında şehre girmeyerek, seyahatine devam edemeyeceğini de anlayarak alelacele kiraladığı bir motora binerek Rusya'ya avdet etmek üzere 28/1/37 (1920)’de sahilden açılmışlardır. Sözü geçen kafileden olup Maçka'da hastalanarak kalan Mehmet Emin ile Süleyman Sami'nin Türkistan'daki millî hizmetlerini bilen ve takdir eden birçok kimselerin telkinleri ile adı geçenler serbestliklerine kavuşmuşlardır.

Bu raporda dikkati çeken iki nokta var: Birincisi, Trabzon limanında tekneye bindirilen kişi sayısının Suphi’yle birlikte 14 olduğu; ikincisi, sadece iki kişinin bağışlanarak hayatlarının kurtarıldığı. Hatırlanacağı üzere, Erzurum’dan Trabzon’a doğru yola çıkartılan heyetin sayısı o tarihte Ankara’ya 18 olarak bildirilmişti. Sadece iki kişinin (Mehmet Emin ile Süleyman Sami’nin) serbest bırakıldığı bildirildiğine göre, tekneye 16 kişinin bindirilmiş olması gerekirken, bu sayı iki eksiğiyle 14 olarak bildirilmekte, diğer iki kişinin ne olduğuna dair herhangi bir açıklama yapılmamakta, Ankara’nın da bu “kayıp” iki kişinin akıbetini önemsemediği anlaşılmaktadır. Akıbetleri konusunda bilgi verilmeyen iki kişiden biri yukarıda nasıl serbest kaldığını açıkladığımız Veteriner Yüzbaşı Abdülkadir, diğeri durumunu aşağıda açıklayacağımız Tayyare Yüzbaşısı Süleyman Tevfik’tir.

Rapordaki bu eksikliğin şöyle açıklanabileceğini düşünüyorum: TKP heyetinin Trabzon’dan sözümona “sınırdışı” edilmesi Mustafa Kemal’in talimatıyla Kâzım Karabekir ve Erzurum Valisi Hamit Bey tarafından geliştirilen ve onaylanan plan gereğidir. İşte Kâzım Karabekir’in raporu, Ankara tarafından onaylanmış bu planın gerçekleştirildiğini bildirmektedir. Raporda Mehmet Emin ile Süleyman Sami’nin serbest bırakılmalarına da yer veriliyor olması, bu serbest bırakılma talimatının da Ankara tarafından verildiğinin göstergesidir. Buna göre, diğer iki kişinin (Veteriner Yüzbaşı Abdülkadir ile Hava Yüzbaşısı Süleyman Tevfik’in) serbest bırakıldıklarının raporda yer almaması ise, bu uygulamanın yerel İttihatçı iktidarın inisiyatifiyle gerçekleştiğini göstermektedir. Eğer öyle olmasaydı, serbest bırakılanlar arasında bu ikisinin de adları anılırdı. Kâzım Karabekir, ayrıca, Ankara’nın talimatıyla serbest bırakılan Mehmet Emin ile Süleyman Sami’nin serbest bırakılışlarının “haklı gerekçesi”ni de imal ederek Ankara’ya sunmaktadır: Bu ikisi hastalandıkları için heyetten alınmışlardır; serbest bırakılmalarının nedeni ise, onların Türkistan’daki “milli hizmetlerini” bilenlerin ısrarlı çabalarıdır.

Hava Yüzbaşısı Süleyman Tevfik’in durumu

Süleyman Tevfik’in durumu, Kayıkçı Kâhya’nın onayıyla ve kardeşinin çabasıyla Maçka Kaymakamı tarafından serbest bırakılan Veteriner Yüzbaşı Abdülkadir’in durumundan farklıdır.

28 Ocak 1921 gece yarısı Trabzon limanından tekneye bindirilen TKP heyeti içinde Süleyman Tevfik’in de olduğundan kuşku yok, çünkü İstiklâl Gazetesi’nde yayımlanmış “tekneye bindirilenler” listesinde onun da adı yer almaktadır. Fakat aynı Süleyman Tevfik katliamdan hemen sonraki günlerden birinde Trabzon’da görülür. Ayrıca, katliamdan sekiz ay sonra, İstanbul’da, katliamdan sağ kurtulmuş diğer iki ajan Mehmet Emin ve Süleyman Sami ile birlikte görülür.

Trabzon’da görüldüğünün tanığı, Türkiye Komünist Gençler Birliği’nin üyesi (yukarıda sözünü ettiğimiz Veteriner Yüzbaşı Abdülkadir’le sadece isim benzerliği olan) Abdülkadir’dir. Bu genç 28/29 Ocak katliamının hemen öncesinin ve sonrasının tanığıdır. O sırada Trabzon’da bulunuş nedeni, Suphi’nin başkanlığında Ankara’ya gidecek olan heyete Trabzon’dan katılmakla görevlendirilmiş olmasıdır. Bu genç, katliamdan birkaç ay sonra Sovyet Rusya’ya dönüşünde yaptığı 1 Ekim 1921 tarihli tanıklığında Süleyman Tevfik hakkında şöyle demektedir:[18]

Suphi yoldaşın vakasından sonra Maçka'da hastalanarak geriye kalan Tevfik yoldaş geldi. Kendisiyle bir defa görüştüm. Şimdi İstanbul’a gideceğim diye söyledi ve o akşam İstanbul'a hareket etti.

TKP heyetinde yer alan ve tekneye bindirildiği kesin olan Süleyman Tevfik, katliam sonrası TKP’nin gençlik örgütü üyesi Abdülkadir’e rast gelerek veya özellikle arayıp bularak, tıpkı Mehmet Emin ve Süleyman Sami gibi hastalandığı gerekçesiyle Maçka’da serbest bırakıldığını iddia etmektedir. Yalan söylediğine dair elimizde üç kanıt bulunuyor: Birincisi, tekneye bindirilen kişiler listesinde onun da adının bulunması. İkincisi, Mete Tunçay’ın Moskova’daki çalışmaları sırasında kendisine yardımcı olan dostlarından R. P. Kornienko Mete Tunçay’a, “Tayyareci Tevfik’in motordan alınarak canının kurtarıldığı” bilgisini aktarmıştır.[19] Üçüncü kanıt, Salih Zeki’nin şu sözleridir:[20]

Kurbanlar kafilesini taşıyan motörden karaya canlı olarak iki nefer çıkarılmış. Birisi Subhi kafilesine dahil tayyareci Tevfik adında bir provokatör, güya ki canilere çok yalvarmış da ona merhamet edip öldürmemişler!... Diğeri de Subhi yoldaşın genç ve güzel zevcesi Meryem.

Tayyareci Süleyman Tevfik’in “hastalandığı için serbest bırakıldığı” iddiasının yalan olmasının kesinliğine ilaveten, TKP heyetinin içindeki üçüncü ajan olduğunu da gösteren bir başka tanıklık da vardır. Bu tanıklık, katliamdan sekiz ay kadar sonra TKP yönetiminin İstanbul’a gönderdiği Tahirzade Haydar’ın sunduğu raporudur. Türkiye’ye dönüş sürecinde İstanbul’a gönderilmiş üyelerle ve Şefik Hüsnü çevresiyle temas kurmak üzere İstanbul’a gönderilmiş olan Tahirzade Haydar 28 Eylül 1921 tarihli raporunun notlar bölümünde şu ilginç bilgiyi vermektedir:[21]

Mehmet Emin, Süleyman Sami, Tayyareci Tevfik Beylerle tesadüfen görüştüm. Kendilerinin masum olduklarını söylediler.

Katliam sonrasında bu üç kişi birlikteliklerini hâlâ sürdürdüklerine göre, Tayyare Yüzbaşısı Süleyman Tevfik de, Süleyman Sami’nin Trabzon Vali Vekili ve 3. Kafkas Kumandanı Rüştü Bey tarafından Trabzon’da üç gün boyunca sorgulandığı sırada, “Mustafa Suphi’nin örgütüne sızdıklarını” söylediği dört arkadaştan üçüncüsüdür. Ankara, heyetten ayırılarak serbest bırakılmaları talimatını sadece Mehmet Emin ve Süleyman Sami için verdiğinden dolayı, onlar Maçka’da serbest kalırken Süleyman Tevfik ölüm yolculuğuna devam etmek zorunda kalmıştır. Serbest bırakılan ikisi, büyük ihtimalle, katliamı örgütleyen yerel İttihatçı iktidarın (Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin) elebaşlarına başvurarak, Süleyman Tevfik’in de gerçek kimliğini açıklayarak kurtarılmasını istemişler, Ankara tarafından korunan bu ikisinin ricası dikkate alınarak, son anda, Kayıkçı Kâhyası Yahya’ya Süleyman Tevfik’in tekneye bindirilmemesi talimatı verilmiştir. Süleyman Tevfik ya teknenin hareketinden hemen önce indirilmiş ya da Sürmene açıklarındaki katliam sırasında kendisine dokunulmayarak, Maria Suphi’yle birlikte, Trabzon limanına sağ olarak geri getirilmiştir. Böylece serbest bırakılan Süleyman Tevfik, bir süre Trabzon’da kaldıktan sonra, gittiği İstanbul’da Mehmet Emin ile Süleyman Sami’yi bulmuştur.

Katliam ve Maria Suphi

TKP’nin gençlik örgütü üyesi Abdülkadir, 1 Ekim 1921 günü Sovyet Rusya’da yaptığı tanıklıkta, TKP heyetinin Trabzon’a varışını, tekneye bindirilişini ve Suphi’nin eşi Maria’nın akıbetini şöyle anlatır:[22]

… heyet [gece yarısı] saat yarımda geldi. (…) Yağmur yavaş yavaş yağıyordu. Hava dahi soğuk idi (…) inzibat ve polis memurları yolları keserek halkın gitmelerine engel oluyorlardı. Fakat halk mahalle aralarından savuşuyordu. Saat yarımda kafile göründü. Değirmendere'de vali, Müdafaa-i Milliye [Cemiyeti] reisi ve azaları, polis müdürü bulunuyordu. Kafile yaklaştığında ilk evvel bir subay elindeki evrak ile Müdafaa-i Milliye [Cemiyeti] reisi ile görüştü. [Bu subay] derhal tevkif edilerek gönderildi. Nedeni sonradan anlaşıldı. O sırada Kâhya Yahya dahi gümrük dairesinden on tane hamal ve beş altı tane rençber, on on beş tane sepetli hamal çocuğu dizerek geldi. Kafilenin yaklaşmasından beş dakika evvel tellal bağırdı. Gelen kafileye hakaret, tükürmek, çamura batırmak gibi bir şeylerin yapılması hususunu teşvik etti.

Kafileden ilk evvel Mustafa Suphi çıktı. Derhal bir subay karşı durarak şu suretle hitap etti. “Mustafa Suphi, Mustafa Suphi, bak 16 arkadaştan yalnız ben kurtuldum. Bakü'de Türkistan'da binlerce esir kardeşlerimizi sen mahvettin.” Bunun üzerine teşvik edilen halk, hamal, rençberler, “istemeyiz” diye haykırdılar. Mustafa Suphi, Müdafaa-i Milliye [Cemiyeti] reisine ve valiye hitaben [şöyle seslendi]: “Biz Ankara'ya gideceğiz, Mustafa Kemal Paşa'ya bağlılığımızı sunmak için geldik. Lütfen müsaade ediniz, kendisiyle haberleşelim” derken arkadan birisi bir tekme vurdu. Suphi yoldaş çamurlar içine yuvarlandı. Hamallar derhal taarruz ederek, yüzüne tükürerek, çamur atarak ve döverek motora sevk ettiler, artık arabadan indirilmiş arkadaşları da birer birer döverek, tükürerek motora bindirdiler. Bunlar olurken, Kâhya’nın adamlarından birisi Mustafa Suphi'ye fena bir söz söyledi. Nihayet halk birer birer dağıldı. Motor henüz iskelede duruyordu. Motora silahlı on beşe yakın asker bindirildi. Halk dağıldıktan sonra saat bir buçuk raddelerinde motor hareket etti. Ben de oradan ayrılarak yaşananları Sovyet Rusya temsilcisi Ali Oruç [Bagirov] yoldaşa şifahen anlatıyordum. Saat 4-5 dolaylarında motorun geriye döndüğünü haber aldık. İskeleye gittim, fakat hiçbir kimse ile temas ettirmiyorlardı. Geri dönmeye mecbur oldum. Artık sabah olduktan sonra görmek mümkün olur diye düşünüyordum. Sabahleyin erken iskeleye gittiğimde motorun orada olmadığını gördüm. Oradaki kayıkçılardan sordum. Motorun hareket ettiğini söylediler. Gündüz saat 8 dolaylarında motor boş olarak geri döndü. Tekrar motora gittim. Fakat hiçbir tayfa ile temas ettirilmiyordu. Birkaç gün sonra tayfaların birisinden aldığımız bilgiye göre, Sürmene açıklarında ayakları ve elleri bağlı olarak denize attıklarını söylediler. Yalnız Suphi yoldaşın ailesinin geri döndüğü zaman Kahya tarafından çıkarıldığını haber aldık. (…) Hangi evde olduğunu haber almak üzere uğraştım. Fakat hiçbir taraftan malumat alamadım.

Başlangıçta Kâhya'nın evinde olduğunu, ardından Nemlizade Ragıp Bey'in evinde olduğunu söylediler. Bazen üç dört defa olmak üzere evlerinin kapılarından geçiyordum. İhtimal rast getiririm veya pencereden bakarken görüp nerede olduğunu haber alırım diye uğraştım. Fakat hiçbir taraftan haber almadım. Daha sonra, epey zaman geçtikten sonra, kadının Kâhya tarafından Rizelilere hediye edildiğini ve orada bir zevk arasında öldürüldüğünü haber aldım.

Karadeniz Katliamının Kurbanları

28/29 Ocak 1921 gece yarısından sonra, saat 1:30 dolaylarında hareket eden tekneye bindirildikleri söylenenlerin sayısı 15’tir. Öyle anlaşılıyor ki, bu sayı esas alınarak, katliamın kurbanları yıllar boyu hep “15’ler” diye anılmıştır. Ama artık, öldürülenlerin sayısını ve adlarını kesin olarak bilebiliyoruz.

Suphi’nin partisinin içine sızmayı başarmış ajanlardan biri, bindirildiği tekneden sağ olarak karaya çıkartılarak serbest bırakıldığına göre, diğerleri sadece bir kere öldürülürken kaç kere öldürüldüğünü bilemediğimiz Suphi’nin eşi Maria’yla birlikte, katliam kurbanlarının tam sayısı 14’tür:

  1. Maria
  2. Mustafa Suphi
  3. Ethem Nejat
  4. Hilmi oğlu İsmail Hakkı
  5. Cemil Nazmi
  6. Bahaeddin
  7. Kâzım Hulusi
  8. Kırali oğlu Maksut
  9. Hayrettin
  10. Topçu İsmail Hakkı
  11. Emin Şefik
  12. Ali oğlu Kâzım
  13. Hatip oğlu Mehmet
  14. Hacı Mustafa oğlu Mehmet

Ancak 101 yıl sonra

Karadeniz Katliamı’nın kurbanlarının sayısına ve kim olduklarına bunca çaba ile ancak 101 yıl sonra tam olarak ulaşabilmiş olmamız gerçekten düşündürücü. Bu olgu, bana kalırsa, hem Mustafa Suphi hem de Karadeniz katliamı üzerindeki –bizlerin bilincini de kapsayan– çok yönlü karartmanın koyuluğu ile açıklanabilir.

Kuruluş halindeki Cumhuriyet’in ilk “faili belli” siyasi katliamını bize unutturmayan Nâzım Hikmet’le birlikte onları hep “15’ler” olarak anageldik. Şimdi gerçek sayının 14 olduğunu öğrenmiş olsak bile, biz onları yine hep “15’ler” olarak anacağız.

________________

[1] Dönüş Belgeleri-2. İstanbul: TÜSTAV, 2004, s. 151.

[2] Salih Zeki. “Subhi Yoldaş ve 16 Şehitler”. 15’ler Hatırası, ed. Mete Tunçay. İstanbul: Sosyal Tarih Yayınları, 2020, s. 77-91.

[3] 15’ler Hatırası, s. 16.

[4] Yavuz Aslan. Türkiye Komünist Fırkası’nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1997, s. 331-332.

[5] 15’ler Hatırası, s. 16/n5.

[6] Yavuz Aslan, a.g.e., s. 331.

[7] Yavuz Aslan, a.g.e., s. 310, 316.

[8] Yavuz Aslan, a.g.e., s. 318.

[9] Dönüş Belgeleri-2, s. 133.

[10] Kardam, Ahmet. Karanlıktan Aydınlığa Mustafa Suphi. 3. baskı. İstanbul: İletişim Yayınları, 2021, s. 283.

[11] Yavuz Aslan, a.g.e., s. 77-78, 271.

[12] Atasoy, Emel Seyhan ve Meral Bayülgen (ed.). Türkiye İştirakiyun Teşkilâtlarının Birinci Kongresi (TKP Kuruluş Kongresi). İstanbul: Sosyal Tarih Yayınları, 2008, s. 80.

[13] Yavuz Aslan, a.g.e., s. 270-273.

[14] Aynı yerde, s. 101.

[15] Mahmut Goloğlu, a.g.e., s. 45-47, 453-454.

[16] Dönüş Belgeleri-2, s. 133.

[17] Yavuz Aslan, a.g.e., s. 321 (Metin günümüz Türkçesine çevrilmiştir -A.K.).

[18] Dönüş Belgeleri-2, s. 163.

[19] Tunçay, Mete. “Belgeler”. Türkiye’de Sol Akımlar (1908-1925) içinde. İstanbul: BDS Yayınları, 2000, s. 356.

[20] Salih Zeki, a.g.e., s. 90.

[21] Erden Akbulut ve Mete Tunçay. İstanbul Komünist Grubu’ndan (Aydınlık Çevresi) Türkiye Komünist Partisi’ne (1919-1926). c. 1: 1919-1923. İstanbul: Sosyal Tarih Yayınları, 2012, s. 94.

[22] Dönüş Belgeleri-2, s. 160-162.