Biraz diyalektik şeydelim:

İnsanın karşıtına dönüşmesi mümkün müdür?

Mümkündür.

İki türlü:

1. “Karşıt”ını da anlamak, öğrenmek, bilmek, tanımak, onun sosyal, kültürel, dini, etnik, sınıfsal, duygusal hallerini görebilmek manasında…

2. “Karşıt”ında neden yakınmışsan, bilhassa tahakkümünden, dışlamasından, ayrımcılığından mesela; fırsat bulduğunda aynen onun gibi olman manasızlığında.

 

***

 

1’incisi genellikle demokrasi kültürüne, barış çabasına, hukuk devletine, çok kültürlülüğe, bir arada yaşama gayretine filan denk düşer.

2’ncisi faşizanlığa dank düşer. Kimi ulusalcıdan kimi muhafazakâra, şu milliyetçiden bu kısım sola, büyük ölçüde benzer terkip ve tertip içinde olur. Her birinin yanına, duruma göre müttefik birer liberal da münasip düşer!

 

***

 

Eşi başörtülü diye askerlerin atıldığı, halk temsilcilerinin başörtülü eşlerinin yasaklandığı, başörtülü diye anaların nizamiyeden çevrildiği bir Silahlı Kuvvetler’in sureti, nereye düşer?

Ona tepki duyanların bazıları nasıl bir dünya inşa eder:

Şehit Alevi askerin cenazesini onun inancına göre kaldırmayı reddeden, “devletin resmi inancı”nı dayatan bir devlet ve TSK ile bu ayrımcılığı, bu inanç dışlamasını dert etmeyen bir iktidar ile şurekasına!

Dün, şehit diye kutsadıkları halk çocuklarının başörtülü anaları aşağılanıyordu…

Bugün de, aha, inancı inançtan, ibadethanesi ibadethaneden sayılmadı.

Kendi “şehit” olduysa da ibadet evi “ucube” sayıldı!

Güç kimdeyse, inanç dizme ve utanç düzme sırası da onda!

Oysa tüm özgürlüklerin kökü, vicdan (ve inanç) özgürlüğü diye bir hadise de mevcut!

 

***

 

Diyalektiği nasıl anlatayım:

Muhafazakâr gazete” almış, çok yakındığı 28 Şubat’ta Hürriyet, Sabah kimi gazeteciye ne yaptıysa, hem de aynı kaynağı kullanıp aynısını etmiş.

Çevik Bir’ler de “Sakık ifadesi”yle andıç düzmüştü…

Akit de aynısını yapmış!

Tıpatıp ve tipatip aynısı olsun diye…

İkisinde de “tanık” aynı; suçlama da aynı; hedeflerden biri de (Cengiz Çandar) aynı.

Diyalektikte “karşıtların birliği” safhası.

28 Şubat’ın bin yıl devam etmesi böyle bir şey olmalı!

Boşuna çıkmamıştı 12 Eylül döneminde şu büyük laf:

Biz içerideyiz, zihniyetimiz (fikirlerimiz) iktidarda!

 

***

 

Bu sadece “ideoloji” meselesi değil.

Öncelikle insan olma durumu.

Her şey olabilirsin ama bir de insan olabilirsin.

Ya da olmazsın!

Başkasını ezmek, dışlamak, ayırmak, aşağılamak, hedef göstermek, katlini istemek veya buna katılmak için tutuşursun ya…

İşte o senin de cehennemindir!

İyi de…

28 Şubat’ta andıççı olan gazeteci şimdi neyi hangi yüzle kınayacak?

Meslektaşlarına her neviden tuzaklar kuran neyi nasıl ayıplayacak?

 

Süpermen!

 

Hürriyet manşetinde, onca kişiyi ölümden kurtaran, kendi ölüp dönen Furkan Özmen “Süpermen Çavuş” diye sunulmuş.

Alt başlık kurgusu “Şoför Uzman Çavuş” diyor.

Servis aracında en önde oturan o!

Hayat bir otobüstür”ü yazmıştım, 4 Nisan’da.

Askeri araç oturma planı”nın resmi şemasını yayınlamıştım: http://www.haberturk.com/yazarlar/umur-talu/730856-hayat-bir-otobustur

 

Şoför olarak ön sıraya oturabilen “Süpermen”; yolcu olarak binse, ön koltuklar bomboş olsa dahi, en arkaya geçmek zorundaydı; çünkü o vakit ve her vakit “Kriptonlu” sayılıyordu.

Süpermen medyası” işte bunu pek manşet yapmaz!

Bilirsiniz, “Süpermen” de gerçek kimliğini gizlemek için Gazeteci Clark Kent kılığında dolaşır aramızda!

Süpermenliği müthiş, lakin gazeteciliği az şeydir.

 

Not: Aşağıda “standart” bir askeri servis aracı oturma planı görüyorsunuz. Şoförsen veya muhafızsan, “Süpermen” olabilirsin, bir ihtimal. Ama değilsen, astsubay, uzman, sivil memur… bir zamanların “ırk ayrımcısı” ABD’deki gibi, “siyahsın”!