19 Aralığın ardından Edirne F Tipi Cezaevi’ne götürülmemizden birkaç hafta sonra bir gece bir kabusla uyanmıştım. Uykularıma giren ürpertici senaryoya göre aradan 3 ay geçmesine rağmen okuduğum gazetelerde hala süren ölüm oruçları haberleri yer alıyordu. Kabus olduğunu anlayıp soluklanarak tekrar uyumuştum. Halbuki gerçek kabustan daha kötüydü, ölüm oruçları 3 ay değil 6 yıldan fazla sürmüş, toplam 124 kişi hayatını kaybetmiş, onlarca insan sakat kalmıştı.

Bugün o günleri yeniden bizlere yaşatan bir dönemdeyiz. Üç gencimizi Helin, Mustafa ve İbrahim’i toprağa verdik. Acılarımızı ise her zamanki gibi bir yere gömecek durumumuz yok. Bu topraklarda onlar hep canlı ve içimizde. Üstelik 4 kişi daha ölüm orucunda.

Talepleri hak ve adalet. Grup Yorum üyeleri adil yargılanmanın yanı sıra konser haklarının tanınmasını, grupları üzerindeki hukuka aykırı baskıların kaldırılmasını talep ediyor.

Açlık grevindeki avukatlar Ebru Timtik, Aytaç Ünsal ile siyasi mahpuslar Didem Öktem ve Özgür Karakaya ise hukuka aykırı yargılamalarla mahkum edildikleri davalarda adalet istiyorlar.

Penceresi insan hakları ve insaniyet olanlara göre talepler sonuna kadar haklı.

Yöntem ise sanırım, eylemi sürdüren çevre ve bazı sınırlı destekçiler dışında çoğunlukla uygun bulunmuyor.

Eleştirel yaklaşanlar zorunlu ve istisnai kimi haller dışında (kimileri bu istisnaları da kabul etmiyor) hak ve adalet mücadelesinin aslen yaşanarak verilmesi, insan bedeni ve yaşamının araç haline getirilmemesi gerektiğini savunmakta ve Pandeminin, demokratik kamuoyunun sesini duyurma imkanını var olan kısıtlılıklara ek olarak daha da sınırlandırdığı, yolsuzluk ve hukuksuzluğa batmış bir iktidarın halka yönelik saldırılarını azami noktalara getirdiği bir dönemde ölüm orucu eyleminin hem etkisiz hem de ağır insani kayıplara yol açtığını ileri sürmekteler.

Kişisel olarak ben de yakın düşünceleri paylaşıyorum.

Ancak işin gerçeği çok zorlanmadan ulaşılabilecek bu düşünceleri ifade etmekte büyük bir maharet bence yok. Ayrıca siyaset yapma, insan hakları mücadelesi verme iddiasında olanların yaklaşımı bu fikirleri tekrarlamak, ortaya bırakmak olmamalı.

Bırakalım siyaset bilimcileri bunu yapsın.

Bizler bu tespitlere ek ve ondan daha farklı ve fazla olarak çözüm üretmek, yol bulmak zorundayız.

Bu sorumluluğu hissettiğimizde de dil, üslup, öne çıkartılması gerekenler ona göre ayarlanmalı, etkileyen, ikna eden bir güç olma hedeflenmelidir.

Kışkırtıcı, uzaklaştırıcı, rekabet edici bir söylem eskimiş tarzdır ve uzak durulmalıdır.

İnsan neyi hedefliyor, sahipleniyorsa onu görüyor, öne çıkarıyor, büyütüyor ve ona ulaşmaya çalışıyor. Kimileri mesleğini para kazanmak için yapar, kimileri de insanlığa hizmet için.

Eğer ülkemizde, yakınımızda, sorumlu hissettiğimiz bir yerlerde görüşü, kimliği ne olursa olsun ölüm orucuna giden birileri varsa insan hakları savunucularının, devrimcilerin, sosyalistlerin görevi öncelikle yaşam kayıplarını engellemeyi, yanı sıra kendilerinin ve halkın dinamiklerinin elverdiği ölçüde hak mücadelesine destek olmayı hedeflemek olmalıdır. Siyaset, tutum alış bu durumda kuru tespitlerle, ne kadar haklı olduğunu göstermekle sınırlanamaz. (Eleştiri de tabii ki bir hak ve görevdir. Ama böylesi anlarda yaşam kayıplarını önlemeyecek, tersine ipleri koparacak, kışkırtacak bir üslubu, yaklaşımı olumlamak mümkün değildir).

Savunalım savunmayalım ölüm orucu, açlık grevleri eylemlerinde toplumsal vicdan belirleyicidir. O harekete geçerse bir ihtimal devletlere geri adım attırmak mümkün olabilir.

Bugün olduğu gibi vicdanlar harekete geçemiyorsa eylemcilerin yaşamlarına yönelik tehlike çok daha ileri seviyededir. Bunu kayıplarımızla bir kez daha yaşadık.

Eylemcilerin ikna edilemediği, devleti geriletecek gücün oluşturulamadığı ortamlarda, halkın etkili bir kısmının dönemin koşullarına uygun çeşitli biçimlerde bir araya getirilmesi ve eylemcilere; taleplerinin yeterli yankıyı yarattığı, sahiplenildiği, bundan sonra yeni acılar yaşanmadan en geniş yığınlarla bu mücadelenin birlikte verilmesinin en uygun çözüm olduğu mesajının güçlü bir şekilde verilmesi halinde yaşam kayıplarının önünün alınmasının hedeflenmesi bir yol olabilir.

İbrahim Gökçek’i eyleme ara vermesine ikna eden de böyle bir inisiyatifti. Halkın geniş kesimleri olmasa da önde gelen sol, ilerici, hümanist aydın ve siyasetçiler verdikleri söz ve gösterdikleri iradeleriyle böylesi bir güç oluşturabildi ve ikna edici bir mevzi yaratabildiler. Ne yazık ki süreçte geç kalındı ve İbrahim’i, eyleme ara verilmesine rağmen yaşatamadık.

Bugün benzer girişimler yine çok önemli ve gereklidir. Geç kalınmadan hayata geçirilmelidir.

Bunun yanı sıra vicdan, bilinç sahibi halk kesimlerinin, insan hakları savunucularının, sosyalistlerin görevi hak ve adalet taleplerini sahiplenecek, umut ve güç oluşturabilecek döneme uygun bir formda kitlesel bir birliktelik yaratmaktır. Bu sayede İbrahim Gökçek’te yaşanan benzeri bir sürecin oluşumuna katkı sunulabilir. Pasif gibi görünse de kitlesel imza kampanyaları dönemsel olarak uygun bir araç görevini görebilir.

Ya da orta vadede cumartesi anneleri benzeri periyodik hak, adalet eylemlerinin gerçekleştirilmesi, hak ve adalet mücadelesi verecek hukuk bürolarının oluşturulması, bunların ve insan hakları kurumlarının maddi ve manevi desteklenmesi, haksız yargılamaların mercek altına alınarak yargının içine düştüğü durumun topluma anlatılması, raporlanması, Grup Yorum’a yönelik uluslararası kampanyanın büyütülmesi gibi düşünüldüğünde bulunabilecek çok sayıda mücadele yöntemi hayata geçirilebilir.

Sürekli Gezi’li, bol sloganlı, kitlesel yürüyüşlerin olduğu eylemsellik hayalleriyle ya da elden bir şey gelmiyor umutsuzluğuyla nereye kadar yapılabilecekleri ihmal edeceğiz.

Ne eyleme yönelik yukarıda belirttiğim ciddi eleştirileri görmezden gelerek büyük bir adanmışlığın, feda ruhunun alevi karşısında sessiz, seyirci ve kimi kez de herhangi bir yük altına girmeden onaylayıcı kalmak ne de bilgiççe tespitleri (ne maksatla olursa olsun) ortaya atarak çözüme ulaşmak mümkün değildir.

Son söz olarak bu düşüncelerle herkesi burada anlatmaya çalıştığım birlikteliği oluşturma uğraşı veren, öncelikle yüzünü halka ve eylemcilere çeviren, 444 ön imzacının ve bugün itibariyle ardılı ikibin kişinin desteklediği imza kampanyasına katılmaya, hak ve adalet talebini daha fazla acılar yaşanmadan omuzlayacak bir kitleselliği, umudu yaratmaya davet ediyorum. Hiçbir şey yapamasak bile bir imza verebiliriz. Bir araya gelen yüzbinler hiçbir zaman göz ardı edilemez.

Bizler milyonlarız. Ancak bunu görür, bir araya gelir ve gösterebilirsek başarabiliriz.

(Change.org’da başlatılan kampanya metnine Hak Adalet Yaşam facebook sayfasından ulaşabilirsiniz. Change.org’da imzalamada ciddi sorunlar yaşandığından imza vermek isteyenlerden bu site üzerinden değil, [email protected] mail adresinden ya da Hak Adalet Yaşam facebook sayfası üzerinden imzalarını göndermelerini talep ediyoruz).