Birilerinin 7/24 sizi izlediğini bilseydiniz, kararlarınız ve davranışlarınız değişir miydi? Cevabı belli olan bu soru temel hak ve özgürlüklerle yakından ilgilidir çünkü kontrol edildiğini bilerek yaşayan hiçbir insan kendi kararlarını alamaz ve doğru bildiği şekilde davranamaz.

Devletler gelişen teknolojileri kullanarak her geçen gün daha yoğun bir şekilde vatandaşlarını takip ediyor ve davranışlarını kayıt altına alıyor. Özellikle otoriter rejimler bu konuda çok daha hevesli ve nobran.

Günümüzde adeta dijital otoriterliğin kitabını yazarak diğer devletlere ilham veren, bununla da kalmayıp gözetim teknolojileri transfer eden Çin, vatandaşlarının hayatlarını bütünüyle kontrol edebilmek için nesnelerin interneti (IoT), biyometrik gözetim ve yapay zeka teknolojilerine milyarlarca dolarlık yatırım yapıyor. Sadece Çin’e özel bir internet olarak tanımlanabilecek “Büyük Güvenlik Duvarı” ile başlayan Çin’in siber egemenlik vizyonu, ülke çapında kapalı devre kameralar, sensör verileri, yapay zeka ile desteklenen izleme ve kontrol sistemi ile yeni bir seviyeye ulaştı. “Sosyal Kredi Sistemi” adı verilen ve her vatandaşı ‘doğru’ ve ‘yanlış’ hareketlerine göre puanlayan bu izleme ve kontrol sistemi, belki de bugüne kadar yapılmış en geniş ölçekli hak ihlallerinden biri. Böylesi yoğun bir gözetlemenin mutlak sonucu bir korku ve (oto-)sansür ikliminden başka ne olabilir?

Üstelik Çin bu ‘korku yönetim sistemi’ni ne ölçüde kullanılabileceğini Sincan bölgesinde yaşayan Uygur Halkı üzerinde acımasızca test ediyor. Bölgeyi adeta bir açık hava hapishanesine çeviren Çin, bölgede yaşayan insanları günün her saati yüz tanıma yazılımı ve yapay zeka aracılığıyla izliyor. Nerede olduklarını belirlemek için akıllı telefonlarının sinyallerini takip ediyor. Yetkililer, telefon konuşmaları dinlenirken seslerin tanımlanabilmesi için bölgede yaşayan insanların DNA örneklerini ve ses kayıtlarını devlete vermelerini zorunlu tutuyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (Human Rights Watch) bildirdiğine göre, sadece bu bölge için tasarlanan bir yazılım, insanların yaşamlarıyla ilgili çeşitli verileri bir araya getirerek bir kişiyi "şüpheli" olarak etiketlediğinde polis yetkilileri o kişiyi tutuklamak için anında harekete geçiyor.

Peki dijital otoriterliğin akıllı şehirlerle ne ilgisi var? Akıllı şehirlerin en basit tanımı, kentsel yaşamın yönetimi için sensörler, güvenlik kameraları, yapay zeka, IoT teknolojisi, bulut bilişim ve diğer teknoloji türlerinin kullanılmasıdır. Hükümetler ve özel şirketler, akıllı şehir projelerini desteklemek için tekno-iyimser anlatılar kullanır. Onlara göre bu şehirler "akıllı", "güvenli", "konforlu", "sürdürülebilir", "fütürist" ve "verimli" şehirlerdir. Ancak özünde akıllı şehirlerin varlığı, kişisel verilerimizin çoğunlukla bilgimiz veya onayımız olmadan toplanması ve işlenmesine bağlıdır. Kullanılan kelimeler ne kadar cafcaflı olursa olsun akıllı şehirlerin mantığı kontrol ve gözetim üzerine kuruludur.

Hukukun üstünlüğüne dayalı kanunları olan demokratik ülkelerde akıllı şehir konsepti belki vatandaşların temel hak ve özgürlüklerini ayaklar altına almadan da (ya da en az hasarla) gerçekleşebilir. Peki ya otoriter ülkelerde bu mümkün mü? Ya da şu ana kadar tasarlanan en büyük akıllı şehir projelerinin otoriter ülkelerde yapılması bir tesadüf mü?

----

2017 yılında Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Salman, Suudi Arabistan'ın 2030 vizyonunun en sembolik ve görkemli projesi NEOM'un lansmanını yaptı. NEOM ülkenin kuzeybatısında 26.500 kilometreden fazla bir alana yayılan, 500 milyar dolarlık bir mega-kent projesi. Projenin 2023’de tamamlanması planlanıyor.

NEOM[1]; uçan taksiler, çölde yağmur yağdırmak için bulut tohumlama, robot hizmetçiler, dinozor robotlar, karanlıkta parlayan kum, dev bir yapay ay ve her köşesi son teknoloji ile donatılmış bir şehir olarak tanımlanıyor. Projenin web sitesinden öğrendiğimiz kadarıyla, bu şehirde bilim insanları, insanı daha güçlü kılmak için insan genomu üzerinde çalışmalar yapacaklar.

Bu, ‘dünyanın ilk bilişsel şehri’nin, nüfusuyla sorunsuz bir şekilde etkileşime geçmek için veri ve zeka ile besleneceği aşikar. Hatta asıl hedefin vatandaşların çalışma, yaşama ve eğlence tarzını temelden değiştirmek olduğu açıkça söyleniyor. Ancak bu değişim adına, kalp atış hızı monitörleri, telefonlar, yüz tanıma kameraları, banka bilgileri ve şehirdeki binlerce IoT cihazı gibi kaynaklardan toplanan verileri entegre etmek ve işlemek için şehirde yaşayan her insana benzersiz bir kimlik numarası atanacak. Çin’de bugün uygulanan Sosyal Kredi Sistemi’nden çok da farklı görünmüyor.

2015 yılında Mısır Cumhurbaşkanı Abdel Fattah Al-Sisi, Kahire'nin kuzeyinde bir akıllı şehir projesini başlattı. Yeni İdari Başkent olarak tasarlanan bu şehirde, Mısır'ın yeni hükümet merkezi, bakanlık konutları, idari ve mali kurumlar ve yabancı elçiliklerin yer alması öngörülüyor. “Akıllı” bir dijital altyapı ve deneyim sunması planlanan şehir, 700 kilometrekarelik bir alana yayılacak ve 6,5 milyonluk bir nüfusa ev sahipliği yapacak.

 “Mısır'ın kalbinde gelişmiş bir teknolojik vaha” olarak tanıtılan şehir, insanların faturalarını ödemek veya şehir yetkililerine şikâyet veya rapor göndermek için mobil uygulama kullanmalarına izin verecek. Bu arada şehrin kamusal alanları ve sokakları, “trafiği yönetmek ve şüpheli faaliyetleri rapor etmek için izlemek” amacıyla 6.000 güvenlik kamerasından oluşan bir ağ ile donatılacak. Sensörler, halka açık Wi-Fi, güvenlik kameraları ve akıllı aydınlatma için şehirdeki her 250 metreye bir akıllı sütun dikilecek. Yaklaşık 12.000 sensör, aydınlatmayı yönetecek ve 7/24 veri toplayacak. Bunun Mısır'daki 12 yeni akıllı şehir projesinden ilki olması planlanıyor.[2]

Suudi Arabistan'ın NEOM şehri ve Mısır'ın Yeni İdari Başkenti gibi akıllı şehirler her ne kadar bir ütopya gibi lanse edilse de sadece bu ülkelerdeki otoriter yönetimlerin vatandaşlarına karşı mevcut uygulamalarına bakmak bile, hangi amaçla kullanılacaklarını anlamak için yeterli. Bu örnekleri diğer otoriter devletlerin takip edeceğine de şüphe yok. Diktatörler, toplumdaki güçlerini artırmak için sensörler, Nesnelerin İnterneti (IoT), biyometrik gözetim ve yapay zeka gibi en son teknolojileri kamusal alana entegre eden geleceğin şehirleri vizyonundan faydalanacaklar. Bu şehirler birer gözetleme şehri olacak ve diktatörlerin eline şimdikinden çok daha fazla güç verecek.

Dünya genelinde pek çok hak temelli sivil toplum örgütü bu geleceği ön görebildikleri için, akıllı şehir konseptinin merkezinde yer alan ‘dijital kimlik’ programlarına karşı çıkıyor. Bu amaçla #WhyID adında bir metni imzaya açtılar.[3] Mektup, akıllı şehirler karşısında temel insan hak ve özgürlüklerin nasıl korunacağına ilişkin net açıklamalar ve eylemler talep ediyor. Elbette ejderhalarla savaşıyorlar, sesleri cılız çıkıyor. Ancak dev bir gözetim toplumunun temellerini birlikte atan şirketler ve devletler karşısında durabilecek tek güç de onlar.