Uzun ve berbat bir geceydi...

Tan Yeri ağardığında yüzlerce kez öldüğümü fark ettim. Yüreğim dışında acıyan bir yerim yoktu ama yüreğin yüzlerce kez ölmesi, ihaneti görmesi, nerden baksan felaketti.

Bu korkunç ihanet gecesinde Kobani düşmedi.

Kürtler acıyla kahrolurken, yanıbaşlarında ölümlerine alkış tutanları, seyirci olanları görüyordu.

Tayyip Erdoğan, "işte bakın Kobani düştü düşecek" diyerek IŞİD mevzilerine selam gönderiyordu.

İtiraf etmeliyim ki bir halkın yok olmasına bu denli soğuk kanlı yaklaşan, komşusunun ölümüne alkış tutan, bunu yaparken de "Kürt kardeşim" demeyi ihmal etmeyen bu anlayış beni dehşete düşüyor.

AKP'li vekil İsmail Safi, "Kanun ve kural tanımayan IŞİD yerine, kanunlara bağlı Türk polisi sizin için daha kolay lokma, sizin gibi barbarların dilinden ancak IŞİD anlar. Ee ne demişler dinsizin hakkından imansız gelir" diyerek en zalim, en insanlık dışı hislerle IŞİD fanatizmi yapıyordu.

Bir başka AKP'li vekil Emrullah İşler, "IŞİD öldürüyor ama işkence yapmıyor” ifadelerini kullanacaktı.

Elinden tutup okula götürdüğünüz çocuklarınızın yaşıtları şu an Arap pazarlarında satılıyor oysa...

Vicdanını yitirdikten sonra, insanlıktan geriye kalan bu işte; geriye kalan şuursuzluk!

***

İnsani hiçbir değeri makul görmeyen kanlı IŞİD örgütü, aynı zamanda tarihi miras ve medeniyetlerin düşmanıydı.

İleride tarihçilerin bunu modern çağın felaketi diye yazacaklarına hiç şüphe duymuyorum.

Yine böyle kasvetli bir gecede "Çölün Gelini" diye anılan antik Palmira kenti düştü.

Palmira, ihtişamın ve asaletin şehri...

Kadim zamanların asaletiyle nam salan, şimdi bıçağa giden körpe bir kuzu masumiyetiyle barbarlığa kurban edilen kent...

Palmira, orta Suriye'de antik zamanların önemli dini ve ticari merkezi olan, UNESCO tarafından 1980 yılında Dünya Miras Listesi'ne alınan şehir.

Kent, Humus Valiliği'nin, Palmira İli'ne bağlı bulunmaktadır. Şam'ın kuzeydoğusunda, Fırat'ın güneybatısında bir vaha üzerinde kurulmuştur. Suriye çölünün ticari kervanlarının geçiş noktasında olması sebebiyle "Çölün Gelini" de denilen şehrin isminin bulunan ilk bilgilere göre Tedmur olduğu Mari'de bulunan Babil tabletlerindeki kayıtlardan anlaşılmıştır.

Bir diğer adı da Tadmur... İbranice yazılan Yahudilerin kutsal kitabı Tanah'da Davud'un oğlu Süleyman tarafından kurulan bir çöl şehri olarak geçmektedir. Tadmur; Süryanice-Aramice “Mucize” anlamına gelmektedir.

Fransız arkeologlar tarafından 1933 yılından itibaren antik Mari şehrinden çıkarılan 25. 000 tabletten anlaşıldığına göre Palmira'nın tarihi MÖ 19. yüzyıla kadar gitmektedir. Yunan ve Roma kaynaklarında ise 1. yüzyıldan itibaren kayıtlara rastlanılmıştır.

Palmira, 1. yüzyılın ortalarında kervanların geçiş güzergahı üzerinde, Pers İmparatorluğu'nun, Akdeniz kıyısındaki Romalıların ve Fenikelilerin limanları arasında Roma İmparatorluğu kontrolünde bir şehir konumunda bulunmaktaydı. Şehrin coğrafi konumu ticari ve dini merkez haline gelmesini kolaylaştırmıştır.

Aramilerin bölgeye yerleşmesiyle Palmiralıların kültürü Yunan-Roma ve Pers izlerini birlikte barındırmaya başladı. Bu ortak kültürün izleri; tapınaklarda her iki kültürün de mimari stilinin kullanılmasından ve insan büstlerinde görülen, her iki kültüre ait giyim tarzının benimsenmiş olmasından anlaşılmaktadır.

"Palmira, herkesin gördüğü, kimsenin sahip olmadığı bir rüyaydı. "

Palmira'da bulunan tapınağın ise Romalıların bölgeye gelmesinden 2000 yıl öncesine dayandığı düşünülmektedir. Bu tapınağın geniş ve büyük sütunlarla çevrilmesi, yapımındaki ustalık ve ihtişamı hayret vericidir.

Halife Ebu Bekir döneminde, Palmira Müslümanlarla tanıştı. Halid bin Velid tarafından fethedildi. 800 yılından itibaren şehri terketmeye başlayan insanlar,1089 yılındaki büyük depremden sonra şehri tamamen boşalttı.

Ve Osmanlı dönemi... Ecdad diye ahkâm kesen tarih bilmez Osmanlı hayranı memleket insanı, IŞİD çetelerine düşkün olduğu kadar Osmanlı kültürel mirasına sahip çıksaydı keşke.

Yavuz Sultan Selim'in1516 yılında doğuya yönelmesiyle "Çölün Gelini" Osmanlı İmparatorluğu'nun eyaleti oldu. Palmira kenti I. Dünya Savaşı'na kadar Osmanlı Devleti'nin elinde kaldı. 1920 yılından 1946 yılına kadar Fransızların yöntemine girdi. Fransa bu tarihten itibaren uzun yıllar boyunca Palmira'da arkeolojik kazılar yapmaya başlanmıştır. 1946 yılında Suriye'nin bağımsızlığını kazanmasıyla Fransız etkisi geçmemiş, 1980'li yıllara kadar kentin arkeolojik değeri Suriye devleti tarafından da anlaşılamamıştır.

***

Kasvetli bir gecede çölün gelini diye anılan antik Palmira kenti düştü, dünya medeniyet tarihi bitimsiz bir karanlığa teslim oldu.

Şengal'deki katliamdan sağ kurtulan bir anne "Müslümanlar benim kızımı utandırdı, benim kızım utancından intihar etti" dediğinde bunu bir annenin feryadı diye yorumlamıştım. Şimdi anlıyorum ki kadim zamanların isyanıydı o...

Binlerce yıllık tarih, binlerce yıllık medeniyet, dilsiz, sessiz ve kimsesiz kalmıştı. Kürt annenin çığlıklarıyla bir olup usul usul modern zamanlara sesleniyordu Babil, Sümer, Asur, Yunan, Pers, Roma medeniyetleri; bizi utandırdınız, terk ettiniz, yok olmaya mahkûm ettiniz.

***

Musibet sadece Kobani'yi harap etmedi, sadece Palmira esir düşmedi. İşgal ettikleri yerlerde insanlık tarihine ışık tutan ne varsa söndürdüler.

[Musul’da 2 bin 700 yıllık Horsabad Antik Kenti,

1980’lerde Rakka’ya taşınmadan önce Halep’e yakın konumda bulunan ve Asur kenti Arslantaş’tan getirilen, yapımı M. Ö 8’inci yüzyıla dayanan aslan heykelleri,

Asur döneminden kalma 3 bin yıllık antik Nimrud kenti, kanatlı boğa figürleriyle lamaşsu olarak bilinen heykeller,

Irak’ın en büyük ikinci müzesi olan Musul müzesinde tarihi M. Ö 9’uncu yüzyıla kadar uzanan binlerce yıllık eserler,

Musul’un güneyinde yer alan ve 2 bin 300 yıllık bir tarihe sahip Hadra Antik Kenti,

Suriye’nin Irak sınırına yakın, Fırat Nehri’nin batısında bulunan, eski bir Sümer kenti olan tarihi M. Ö 3 bine dayanan Mari Antik Kenti... Bütün bu medeniyet mirasları bir bir yok edildi. ]

IŞİD çetelerinin yaptığı zulmün sempatiyle karşılandığı, katliamların Cami'de lokum dağıtarak kutlandığı bir memlekette bunları dert etmek, yazmak hazin bir durum doğrusu.

O ihtişamlı yapılar, o yapıları inşa eden, nakış nakış süsleyen sanatkarlar, hükümdarlar, o gizem, o ihtişam, IŞİD çeteleri tarafından yok edildi.

Geriye utanç kaldı... Bir kız çocuğunu utandırıp ölüme sürükleyen, binlerce yıllık medeniyet tarihini yok eden zalim bir inanç ve o inancın destekçileri kaldı.

"Sünni araplar dışlanmamış olsaydı böyle bir öfke birikmesi olmazdı" diyerek bu talanı, bu yağmayı, bu doğa ve medeniyet düşmanlığını, insan soyunun sefaletine yol açan bu barbarlığı meşrulaştırmaya çalışanları unutmayın derim.