Pera Palas’ta Gece Yarısı ilk yayınlandığı saatlerde Hazal Kaya’nın oyunculuğu ve onun Atatürk’e sarıldığı o minicik sahne üzerinden çok konuşuldu sosyal medyada

Pera Palas’ta Gece Yarısı ilk yayınlandığı saatlerde Hazal Kaya’nın oyunculuğu ve onun Atatürk’e sarıldığı o minicik sahne üzerinden çok konuşuldu sosyal medyada. Sonra Ahmet Hakan dayanamadı mevzuya bodoslama daldı. Hazal Kaya’nın oyunculuğundan nefret ettiğini söyledi ve nedenini beş madde ile açıkladı.

Sonra savaşta insani koridor açılması gibi birden saflar belli oldu. Nefret söylemi girince işin içine, genç bir oyuncu olarak Hazal Kaya da söyleme aynı minvalde cevap verdi. O da “vasat” kelimesini kullandı. Sonuçta yılların tecrübesine sahip bir Metin Akpınar değildi.

Bugün yazısında Ahmet Hakan, iyi şeyler yazsaydım bana “Doruktaki Bey” derdiniz, demiş.

Nefret kelimesini tanımlamış. Bu şirincik kelimeden neden bu kadar irite oluyorsunuz diye sormuş herkese.

Herkesin ortak noktası içinde Mustafa Kemal’in geçtiği sahnelerin müsamere hissi uyandırdığı.

Hikayenin kurgusunda Peride ve onun karşılıksız aşkının konu edildiği unutuluyor belki de.

Kulüp dizisi ile kıyas yapıp diziyi eleştirenler var.

İki kadın başrolün yeteneklerini, kafa kafaya tokuşturanlar var.

Oysa Pera Palas kitap uyarlaması, diğeri yaşanmış bir hayat hikayesi.

Benim de ikisini mukayese etmeye hiç niyetim yok.

Ben, Hazal Kaya’nın giydiği elbiselerin üzerinden dökülmesine, saçlarının hep dağınık olmasına, yürüyüşünün tuhaflığına takılmıştım seyrederken. Ahmet Abi demesi, kulağımı tırmaladı dizi boyunca.

Sonra düşündüm bu kız zaman içinde dolaşıp duruyor. Hiç bilmediği bir hikayenin içine düştü ve rehberi Ahmet abisi.

Şimdiki kafayla zaman içinde gezen bir gazeteci nasıl olur normal hayatta?

Düşünün Ahmet Hakan yazı yazmak için masasına oturuyor, en sevdiği kalemini alıyor eline. Ya da ilk bastığı tuşla bu sefer, hop bakıyor başka gezegene gitmiş. İlk ne derdi sizce?

Ben hiç topuklu ayakkabıyla yürüyemem. Benim gibi bir sürü kadın günümüzde klasik bir elbisenin altında spor ayakkabıyı gayet güzel taşır. Gözler de buna alışık.

Ama sinema ya da dizilerde kadınlar yataktan kuaför koltuğundan kalkar gibi kalkar. Evin içinde topuklu çizmeyle dolaşır. Pür makyajdan vazgeçtim full takıp takıştırır. Onu al bir davete götür kimse şaşırmaz. Ama salonda kanepede oturmasına da şaşırmıyor. Kahvaltıda oğlunun ağzına ekmek lokması tıkıştırmasına da.

Hadi şunun da altını çizelim, bizim dizilerimizde bir şekilde tanınmış insanlar başrolde oynar, kesinlikle yetenek aranmaz. Bağlayıcı rollerde tiyatro oyuncuları vardır. Bu yeteneksiz güzel insanlar, zamanla içlerindeki cevheri keşfeder, azmederlerse, bizim gözümüzün önünde başarılı birer oyuncu olurlar. Bazıları da bizim gözümüzün önünde, hep vardır ama hep yeteneksizdirler.

Uzun zaman önce dünyada yönetmen ve yapımcılar anladılar ki bizim hikayelerimizin kahramanları; beyaz, güzel ve hatta mükemmel olmak zorunda değil. Sıradan insanların da kahraman olabileceği hikayeler çoktan çekilmeye başlandı.

Bu hikayenin kahramanı da paytak paytak yürüyen bir genç kadın ve onun için dünyayı yakacak bir sürü gizli hayranı var ve o bir kişiye aşık, onun için her şeyden vazgeçmeye hazır.

Dönem işi yapmak zordur.

Öyle işkembeden konuşmaya benzemez.

Bir tarih belirtiyorsanız o tarihin giysilerini, müziğini, sokaklarını, yemeklerini araştırmanız gerekir.

Pera Palas’ta Gece Yarısı, bana göre başarılı bir iş olmuş, bu konuda. Kostümler güzeldi. Bol dış mekan vardı. Bunların hepsi maliyetli işler.

Pera-Palasta-Gece-Yarisi

En sıkıcı olan tarafı, zamanda yolculukların çok sık aralıklarla tekrarıydı.

Dark dizisini düşünün, onun başına oturduğumuzda kalbimizden bir rehber dilemiştik. Biri gelse de şu diziyi seyrederken, bize bir taraftan açıklama yapsa demiştik.

Eskiden kopyalamayı küçümserdim. Kopyanın bile orijinal olduğunu öğrendim.

Kendimize has oldukça her şey mubah bana göre.

Dizinin 2. sezonundan umudum var.

Bakarsınız zaman yolculuklarında, otelin odalarında kalan diğer ünlü insanların da hayatlarına dokunur Esra/Peride.

Bir gün Pera Palas’ta turist reyonunda dizideki anahtar satılmaya başlar.

Ve gizli bir söylenti yayılır insanlar arasında, Pera Palas’ın odalarından birinde, gece saat tam 12’de, başka bir zamanda uyanan kadınlar ve adamlar vardır.

Ha bir de unutmadan, Rus prensesi seyrederken siz ne düşündünüz bilmiyorum ama ben çok hüzünlendim. En çok da ona kitlendim. Nedense Ruslar bizi (Çerkesleri) topraklarımızdan sürgün ettiği için Stockholm Sendromu mu yaşıyor bilinçaltım yoksa kalbi olan hikayeleri mi seviyorum? Bilmem.

Bir prensesken insanlara hizmet etmesi, İngiliz subayın ona bir parça havyar ikram edip, viskiyi de kendi bardağından da olsa ikram edip; ona eski günlerini vaat ettiği o an, insanın kalbinin yırtıldığı bir sahneydi.

Güzel günlerde görüşelim ve görüşmelerimiz iyiliklere vesile olsun.