Güncel durum, Kimi "akıllı adamlara" göre üçüncü dünya savaşı ve ona bağlı gelişen alt krizler olarak tanımlanan Ortadoğu kriziyle ve bağlı olarak Ortadoğu projesiyle çözülmeye çalışılıyor. Ortadoğu’nun tek parti tek adama dayanan ulus devlet milliyetçiliği ve tekelciliğinden kaynaklı krizine karşı hegemonik güçler alanlara askeri güçle müdahil olmaya çalışıyor. Bu stratejide Ortadoğu krizi ile birlikte Türkiye alt emperyalist bölge gücü olma rolünü almaya çalışıyor. AKP ve ittifak ettiği cemaat Ortadoğu’da emperyalist güçlerin stratejik derinliğinin özü olan ılımlı İslam ya da siyasal İslam ile yeni sömürgeci güç olmaya çalışıyor. O yüzden İran, Suriye, Irak, İsrail ve sayılabilecek tüm bölge ülkeleriyle dış ilişkilerde bir kargaşa ve kaos yaşanıyor. Hatta dış işleri bakanı Rusya ve Çin’i bile tehdit eder noktaya gelmiş durumda.

 

Herkesle kavgalı herkesle çatışmalı sorunlu bir dış politikayla karşı karşıyayız. Bu zeminde, AKP- cemaat olarak tanımlanan erk; Neo-liberal politika tarafından Ortadoğu’daki ulus devlet milliyetçiliğine dayalı statükoyu korumanın ve demokratik bilinci ve yükselişi önlemenin siyasal ifadesi olarak işlev görmekte. Bu yönüyle 2000 sonrası statükocu, oligarşik devlet geleneğinin yeni sürdürücüsü olma rolü üstlenen siyasal iktidar, alt emperyal güç olma hırsıyla; cumhuriyeti yeniden dizayn etmeye çalışmakta. Siyasal iktidar ordu, siyasal iktidar hukuk kurumları, eğitim kurumları ve hatta futbol camiası vb arasında gösterilen çelişki, çatışma bir yanıltma. Var olan sadece restore edilen bir yapı içindeki güçlerin kendi iç çelişki ve çatışmaları. Bunun toplumsal taleplerle bir ilgisi yoktur. Sadece işlemez hale gelen ve demokrasiye evirilme olasılığı olan bir yapı içinde restorasyon yapılırken güç ve yetki kavgası yaşanmakta. Emniyet-mit, ordu, yargı vb arasında yaşanan bu çatışmaların toplumsal eşitlik, özgürlük ve demokrasi talepleriyle bir ilgisi yok.

 

Bu çatışmanın başladığı yer devleti ele geçirme ve buradan güç olma kavgası. Ancak özellikle vurgulanması gereken gerçek şu ki Türkiye’de dizayn ve restorasyon süreçlerinde çatışma hep muhaliflerin ezilmesi üzerinden yapılır. Bu bir devlet geleneğidir. 12 Martta devrimci sosyalist demokrat gençlik asıldı, kurşuna dizildi, 12 eylülde Kürtler sosyalistler, aleviler, sendikalar, demokratik örgütlenmelerin hepsi acımasızca yok edildi. Milyonlara ulaşan sayıda insan işkenceden geçirildi.

 

Şimdide aynı durumu yaşıyoruz. Hatta kat be kat beterini.

 

Orhan Pamuk yurtdışına kaçmak zorunda bırakılıyor, Hrant Dink’i delik ayakkabılarından tanımaya çalışıyoruz. KESK’liler tutuklanıyor, Kürtler tutuklanıyor. Muhalifler, demokratlar eziliyor. Kürtlerin haklı meşru taleplerini ezme üzerinden güç- yetki savaşları yapılıyor. Yirmi bine yakın bir rakamla dünyada bulunan, otuz bin “terörist”in üçte ikisine sahip bulunuyoruz. Son darbenin üzerinden, postmodern darbelerin üzerinden yıllar geçti ama baskıcı uygulamalar, tarz ve yöntemi farklı olsa da özü ve amacı aynen koruyor. Bu durum 12 Eylül faşist darbe sürecinin diğer yanıyla 1992-1998 yılları arası yargısız infazlar, işkenceler, köy yakmalar dizginsiz çeteleşme döneminin bir benzeri. Dünyanın hiçbir yerinde bu şekilde toplu, sistematik tutuklama görülmemiştir. Türkiye Dünya tarihe adını yazdırmıştır bu "başarısıyla".

 

Sözde "KCK davası" kapsamında tutuklu Avukatlar da bu yeni jenerasyon darbe döneminin uygulamalarının sonucunda nasibini alarak yargılanıyor. Onlar için hazırlanan iddianame, iddialar bu oyunu hukuk kurallarına uydurmaya çalışmaktan başka bir şey değil kanımca.

 

Yunan Mitolojisinde Prokrustes diye yarı tanrı-haydut olan bir zat, misafirlerini yatağında uyuturmuş. Yatağa uzattığında yataktan uzun olan misafirlerinin kol ve bacakları kesilir, kısa olanlar ise organları uzatılmak suretiyle yatağa uydurulurmuş. Polis fezlekesiyle haydut Prokrustes misali kelimeler gerçekler eğilip bükülmüş, çekip uzatılmış, kesilip doğranmıştır. Avukatlar hakkındaki iddianame de tam anlamıyla budur.

 

Bu durum aynı zamanda, siyaseten Kürtlerin AKP’lileştirilmesi, “Kürt olmazsa, Kürtleri kimse savunmazsa Kürt sorunu olmaz” düşüncesinin bir dışavurumudur.

 

Kürt sorunu için “Düşünmezsen olmaz” demişti Sayın Başbakan, savcı da “savunmazsan olmaz” noktasında.

 

Bu bakış açısından kaynaklı nedenlerle bu yargılama önemli. Kürtler ve talepleri Kürtlerin varlığı bir sorun olarak görülmeye devam mı edilecek, yoksa bu darbe hukukuna hayır mı denilecek?