Bayramın üçüncü günüydü. Birkaç arkadaş bizim evde oturmuş sohbet ediyorduk.

Derken birimizin telefonu çaldı ve BDP'li bir arkadaş aradı. Fena halde sıkıntılı ve kızgındı. Son derece iyi niyetlerle kutlamak istedikleri "Barış Günü" mitinginde, bir avuç provokatörün yaptıklarını ve Kadıköy Meydanı'nı nasıl bir savaş alanına çevirdiklerini anlatıyordu. Gerçekten bu ne ilkti ne de son. Siz iyi niyetle bir şeyler yapmaya çabalarken, ufak bir provokatör grup tüm emekleri boşa çıkartabiliyor ve meydanları savaş alanına dönüştürüyordu.

PKK terörü konusunda da işi "çıkmaza" sokan bu tavır ve tutumdu. Bir yanda gerçekten kimi kültürel hakları ve psikolojik tatmin için barışçı yollardan mücadele etmek isteyen iyi niyetli vatandaşlarımız, öte yanda bir çatışma ortamı yaratmak dışında hiçbir beklentisi olmayan umutsuz genç vatandaşlarımız...

Türkiye bu sorunu çözmek isterken, bu iki grup arasındaki ayrımı nasıl yapacak? Kaldı ki, bunlar gibi "onlarca" grup var. İşte bu durumda "ayrımı" Kürt kökenli vatandaşlarımız kendileri yapacaklar. Eğer yapamazlarsa da sorumluluk kendilerinde olacak.

***

Yaşadığımız günlerde ve yaşadığımız coğrafyada çok daha kapsamlı ve önemli provokasyonlar yapılıyor. Bunlardan -şimdilik- en günceli ve en sıcağı Libya'da yaşanıyor.

Utanmadan kendilerine "Libya'nın Dostları" adını veren bir grup, bu zavallı ülkenin petrol kaynaklarını paylaşmak için binbir takla atıyorlar. İçinde bulunduğu uluslararası bağlantılar nedeniyle, Dışişleri Bakanımız'ın da katılmak zorunda kaldığı bu toplantılarda, mağrur bir ulus birbirine kırdırılırken, zenginliklerinden pay almak isteyen, uygar görünümlü "sırtlanlar" ya da "akbabalar" daha fazla sömürebilmenin kavgasını veriyorlar ve sırasında NATO'nun uçaklarını da işin içine sokarak.

Bir başka provokasyon, Suriye konusunda yaşama geçirilmeye çabalanıyor. Suriye'de hiç kuşkusuz çok çirkin şeyler yaşanıyor ve Beşşar Esed dizginleri kaçırmış durumda. Ancak bire bin katarak yaşanan "medya bombardımanı" insanları "Suriye'ye müdahale" konusunda ikna etmeye çabalıyor. Özellikle hedefte Türkiye ve Türkiye kamuoyunu bu alanda özendirme çabası var.

Haftalardan beri tüm yazılarımda ve katıldığım tüm toplantılarda altını çize çize dile getirdiğim bir konu var. Türkiye Suriye'ye müdahale etmeyi aklına bile getirmemeli. Zira bu müdahalenin ardında, Suriye ile olan yakınlığından ötürü İran sorunu var. İran sorununun ardında da başta Kuzey Kore olmak üzere, kimi Uzakdoğu ülkeleri var. Dertsiz başımızı durup dururken derde sokmanın ne gereği var? Kaldı ki, başımızın "dertsiz" olduğunu söylemek de pek kolay değil.

Zaten bazı şeyleri anlamakta güçlük çekiyorum. Suriye ordusu yani Beşşar Esed'e bağlı olan gruplar "tanklarla ve toplarla ateş açtı" haberi geçiliyor, ölü sayısı 17...

Bu ne biçim bir bombardımandır? "17" sayısı da pek küçük bir sayı değil ama böylesi "haince" (!) bir saldırı sonrasında 17 şehit olması, bana pek gerçekçi gelmiyor.

Şu "Arap Baharı" ortaya çıktığından beri, "kim, kimden yana" ve "kim, ne düşünüyor" bilemiyorum. Acaba isyancı grupların Tunus, Mısır ve Libya'da amaçları özgürlükçü bir demokrasiye mi geçmek, yoksa başka amaçları mı var?

Bunları zaman içinde anlayacağız.

***

BM'nin kurduğu bir komisyonun "Mavi Marmara olayı" ile ilgili raporu gerçekten gülünç. Sayın Cumhurbaşkanımız "Bu rapor bizim için yok hükmündedir" derken son derece haklı. Zaten komisyondaki Türkiye temsilcisinin açıklamaları da bu raporun hangi koşullar altında kaleme alındığını gösteriyor.

Ortaya çıkan tablo: Türkiye'den çok, İsrail'in endişe etmesi gereken bir tablodur.

Tüm bunları önümüzdeki yazımda ele almak niyetindeyim.