İletişim süreçlerinde doğru hedef kitleyi seçmek ve mesajı ona göre konumlandırmak şart; ancak bazen mesajı verdiğiniz kitlenin kim olduğu ve sürecin nasıl işlediği gibi değişkenler, mevcut medyadaki heteroseksist algıyı yenilemek dışında bir işe yaramıyor; işte bu anlamda, bir kadının bedeni üstüne kadınlarla konuşmak onlara “ders verici” bir üsluba bürünebileceğinden, kadın bedeni üstünde sistemden yararlanıp tahakküm kuranlarla, yani özetle cinsel yönelimi fark etmeksizin heteroseksist sisteme isteyerek ya da istemeksizin eklemlenmiş tüm erkeklerle, en çok da “rahatsız erkekler” ile konuşma vakti. Böylece her ne kadar alternative mecra olarak görülse de işleyişi mainstream ile fazlasıyla benzeşen bu mecrayı kötüye kullanmamış, hem de asıl konuşulması gereken, bana kalırsa “hasta” olan kitleyle konuşmak gerekiyor…

 

Kürtajın yasaklanması, aslına bakılırsa modernite kıskancındaki toplumların, özellikle de faşist evrelerinde başvurdukları, NAZİ’ler dahil birçok aşırı sağ oluşumun üstünde yoğunlaştığı bir politikaydı. Çoğalmak, sosyalist yahut kapitalist fark etmeksizin otoriter modernist tüm toplumlarda bir “ayrıcalık”, bir “görev” olarak savunuldu. Kemalizm sonrası ve öncesi dönem 60’lara kadar “çok çocuğu” ödüllendiriyordu, bu ödüllendirme mekanizması elbette ki bir “ceza” mekanizması değildi; ancak o dönemin tıbbi koşullarının da bu “cezai yaptırımı” engellediğini söylemek kolay.

 

Kürtaj ne anlama geliyor diye baktığınızda birçoğunuz için bunun ciddi anlamda partnerle (eş, sevgili) birlikte düşünülerek alınması gereken bir karar olduğunun farkındayım. Keza istatistiklere göre sadece babanın isteğiyle alınan çocukların oranı %4 civarında. Peki ya kürtaj nedir? Sizin kürtaj algınızla Tayyip Erdoğan’ınkinin farklı olmasını gerektiren, sizin kürtaja tepki vermenizi gerektiren nedir?

 

Her şeyden önce modernist ve otoriter toplum, heteroseksizmi de sırtında taşıyarak “ideal yurttaş” yaratmaya çalışır. AKP, tersten kemalist süreç dahilinde “dindar nesil” ile sözüm ona aydınlanmacı darbelerle “şahlanmış” bir süreci tersinden kazırken, bir benzerini oluşturuyor; ancak neoliberalizm uygulayıcısı olarak AKP’nin 4+4+4 vb. sistem değişimlerini göz önüne aldığımızda klasik modernistlerin “gelecek nesiller” üstündeki otoriter algılarını, endüstriyel çıkarlar ve ucuz iş gücü yaratma sapkınlığı çerçevesinde geliştirdiği ortada.

 

Şimdi, siz bana soruyorsunuz; bu yazıyı neden erkeklere yazdın, yazının sizle doğrudan ilgili olan kısmı işte şimdi başlıyor. Feminist hareket ve LGBT hareketi, bir kısmınız için “devrimden sonra çözülecek sorunlar” üstüne yoğunlaşıyor olabilir; bu hareketlere benim de sürdürdüğüm ve Arundhati Roy’un sivil toplum fetişizmi karşıtı tezlerinde (1) genişlettiği itirazlarınızın olduğu noktalar olabilir; ancak bugün, sivil toplumu ve tüm siyaseti aşan bir sorun ile karşı karşıyayız. Etik ile ahlakın, dinin ve otoritenin aynı cümle içerisinde barındığı, üstelik kendi anayasasını yapmayı asla başaramamış halkları ilgilendiren bir ülkede.

 

Daha fazla çocuk ne demektir sorusunu sorarak başlamak isterdim; ama örneğin 19 yaşında baba olmanın ne demek olduğu konusunda konuşmaya ne dersiniz? Biliyorum, hepiniz (hepimiz) annelerinizin (mizin) sırtımızı okşarken bize öğütlediği “üreme” emriyle koşullanmış durumdayız. Bu dünyadaki varlığımızı “ispat etmenin” yöntemleri bize hep sunuldu. İyi bir üniversiteden mezun olmanızı, devlet yerine Kürtleri öldürmemizi, gerekirse Suriye halkının üstünden geçmemizi, polis olup Metin Lokumcu’yu boğmamızı, aracımızla Diren’i ezmemizi, darbeler yapmamızı, kadınlara saldırmamızı bize kimin söylediğini söylemek zor değil. Anayasal varlığı dahil tüm varlığını eşitliği ve insanlık onurunu yok etmeye adamış ulus devlet ve kapitalizm, bu topraklardaki din ve hakim kültürle birleşerek bize bunları öğretiyor. Bakın, size katilsiniz demiyorum; ama tetiği çektiğinizi, tetiği çektiğimizi de inkar etmiyorum.

 

AKP’ye ve Dadaşlarına Verilen Her Oy Bir Uludere’dir

Başbakan bugün hepimizin karşısına geçip “Her kürtaj bir Uludere’dir” dediğinde, içerik analizcilerini hatta yardakçısı köşe yazarlarını bile zor durumda bıraktı. “Geniş açıklama” sonraya bırakılırken, Habermas’ın da vaktiyle işaret ettiği ve modernist toplumun “genine aykırı” olan devlet müdahaleciliği bağlamında kadının statüsünün devlet tarafından belirlenmesi katliamın başlangıç noktası olmuştur. Tıpkı Uludere’deki Kürtlerin statüsü gibi…

 

Başbakan bugün “karşıtı gibi görünüp” tüm uzuvlarını ustalıkla kullandığı aygıtları, anayasayı, yasaları ve devlet kurumlarını otoriterizmi tesis etmek adına kullanıyor. Kadınlara “durmaları gerektiği yeri” söyleyen ilk hükümet AKP hükümeti değil; ancak AKP’nin “siyaseten Nirvana’ya ulaştığı” söylenen şu dönemde bunu azgın ve sapık bir erkek gibi dile getirmesinin ardında tam da tecavüzcünün umarsızlığı yatıyor; AKP sizin olmayan ama size denk olan kadınlara tecavüz etmeye yelteniyor; bunu politik biçimde yapması, pratiğe geçirmeyeceği anlamına gelmiyor; keza eğer “demokratik toplum tahayyülü”nü paylaşıyorsak, toplumdaki her gruba yönelik baskıya eşit ses çıkarmalı bu baskı toplumun yarısının bedenini ilgilendiriyorsa ortaya ciddi bir baskı çıkarmalıyız.

 

Anayasa yazım çalışmalarına bakıyoruz, gördüğümüz ilk şey “metalaştırılmaya karşı” olan madde oluyor; peki kadının bedeninin devlet tarafından organize edilmesi, bir bakanlığın kadının ve aile denen illetin tüm adımlarını belirlemesi metalaştırma ve tecavüz değil midir?

 

Uzatmaya gerek yok; kadınların tamamı üstündeki devlet baskısının kaldırılması, kadından sorumlu bakanlık gibi abuklukların, Aliye Kavafgillerin, Recep Akdağ gibi mağara döneminden kalma akılların, bıyıklıların iktidarına karşı bıyıksız ve rahatsız erkekler olarak bir irade ortaya koymak. Üstelik bunu yapmak için Kürt, Kemalist, Sosyalist, Demokrat olmanıza gerek yok… Rahatsız olmanız yetiyor, biri “sizin kadınınıza” ne yapacağını söylediği için değil, bu nereden bulduğumuz bilinmez iktidarı kadınlara geri vermek ve asla çıkaramayacağımız günahlar için devlete darbe vurarak kurtulmak için…

 

1) http://firat.news.gen.tr/index.php?rupel=nuce&nuceID=61300